Pazar, Ağustos 24, 2008

"What happened to you"

Son zamanlarda dinlediğim en güzel albümü dinlemekteyim. Henüz tüm şarkılar bitmedi ama dinlediğim kadarıyla The Walkmen'in You & Me'si çok güzel. Bir yandan gürültülü ve fekat anlamadığım bir şekilde de sakin bir albüm. Vokal Hamilton Leithauser'in sesi ara ara sözlükte de birkaç kişinin söylediği gibi Paul Banks ama bana göre daha ziyade Liam Gallagher'a yakınsıyor. New York'tan çıkma bir grup olarak İngiltere'den çıkan bir soundları varmış. Dinleyiniz bu albümü mutlaka ve The Blue Route'a dikkat ediniz zira kendisi ilk anda albümün en sevdiğim şarkısı olmakla beraber, şu anda bitiriyor olduğum bu paragrafın ve bu yazıya başlamamın sebebidir

Bu sabah Meso Meso albümü bulundu. Bir önceki post'un yorumlarında sevgili ma bey bana Romanya'lardan at(a)madığı kartpostal yerine araştırıp ekleyivermiş ve beni çok mutlu etmiş. Onu da dinleyiniz. Buradan bir kez daha teşekkür ediyorum kendisine şu anda cnbce'de filmini izlerken o sakin sakin.

Yine eskiden görüşüp de bir süredir görmediğim insanlardan biri olan B. tam da "Ne yapsam acaba az sonra?" diye kendime sorduğum anda aradı beni akşama doğru. Beraber Tribeca'da bir yemek yedikten ve bol bol konuştuktan sonra eve döndüm. Dünkü hastalığım ara ara beni yoklasa ve menapoz teyzeler gibi bir anlık terlemelerle "ben buradayım, hiçbir yere gitmedim" dese de sabah kalktığımdan beri yoğun bir halde hissettiğim mutluluk ve bulunduğu yerden ve andan memnun halim bozulmadı. Sabah sabah dışarı çıktığımda, havadaki dinginlik ve bizim mahallede balkonda oturup, kahvesini içerken gazete okuyan 50li yaşlarındaki teyze kendimi nedense çoluk çocuk ve had safhada aktif kitlenin öğleye kadar uyuduğu bir tatil yerinde, sabah erkenden kalkıp 7-8 gibi denizde günün ilk yüzme seansını tamamlayıp, huzurluca balkonlarında kahvaltı keyfi yapabilen insanların hissiyatına soktu. Bu hisler içinde olmamın nedenleri içinde, dün 12 saat uyumuş bir insan olarak bugüne başlamamın etkisi sandığımdan daha büyük olabilir. Sistemimden kendiliğinden atılmış olanların yoklukları sayesinde beni mutlu edebilmeleri ise en az 12 saat uyuyabilmiş olmam kadar ilginç bir neden tabii.

Bir de artık spora da bir süredir gitmeyen bir insan olarak, bunun yerini tutacak bir şeylerin hayatımda varolması gerekliliğinin farkındalığıyla hareket etme vaktim gelmiş. Bunu anlayabilmem bile gerçek bir mucize olabilir. İnsan bekleyince ve kendini zaman içinde marine edince, "won't" ile kurulmuş inat ve "be going to" ile kurulmuş niyet cümlelerinin anlamsızlığı karanlıkta parlayıp yolunu aydınlatıyor ve çıkış yolu daha çabuk bulunabiliyor. Çabuk olmasa da yavaş yavaş ama daha emin ve sindirerek... Sadece bekleyebilecek kadar bilincini korumak, kendi saçmalıklarının tuzaklarına, pes edişlerine kendini kaptırmamak gerekiyor. "Time will ease your pain" anlamı olan tek tük kendiliğinden gerçekleşecek olana dair kesin yargılardan biriymiş aslında; o görülüyor ve iyi oluyor!

2 saçmalayan daha çıktı:

Adsız dedi ki...

Vokalin adi Hamilton Leithauser.

divina dedi ki...

öyle imiş cidden de. yanlış bilgilenmişim. teşekkür ederim!