liars etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
liars etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi, Ekim 23, 2010

Liars - Plaster Casts of Everything

Biliyorum, son albümünüz über müber ama Plaster Casts of Everything'i de çalın bu gece. Lütfen.

Salı, Şubat 23, 2010

Liars - Scissor

Liars dinlerken kendimi ufak bir erkek çocuğu gibi hissettiğimi söylemişimdir buralarda çok kez. Bu sefer öyle olmadı ama bu demek değil ki sevmedim, sevmeyeceğim. The Sisterworld'un ilk klibi Scissor, taşın makası ve hatta diğer bir çok şeyi nasıl kırabildiğine örnek teşkil etmekte. Saçmalamayayım da izleyin.

Cuma, Kasım 07, 2008

Bloglararası linkleşmeler ve oradan buradan

Bu hafta saat 11 gibi uyanmaların haftasıydı. Geceleri saat 3-4 gibi uyudum ve her gün itinayla aynı zamanlarda uyandım. Yoğun zamanların sonunda böyle bir hediye verildi bana.

Onun dışında arada buraya ben farkında olmadan verilen linkleri farkedip mutlu hissediyorum. Demek ki ben bilmeden buralar okunuyormuş diyorum. Bazıları da benim zaten farkedip, takip ettiklerim oluyor ki onlar beni daha da mutlu ediyorlar. Karşılıklı yapılan okuma eylemi zevkli bir şey.

Bunun dışında sağda arşivin altına bir kutu ekledim gelip de alakaız bir şeyler söylenilmek istenirse kullanılsın diye. İlkini de ben yazdım: "Hello world".

Pek bir şey söyleyesim yok bu aralar. Sanırım o yüzden kendimi okumaya verdim. Atlas Silkindi'ye devam etmekteyim. Belki arada oradan birkaç cümleye takılırım, buraya yazarım birkaç gün önce yaptığım gibi.

Dinlediklerime gelirsek, arada Crystal Castles dinliyorum. Kendimi sözlükten darkshine'ın grubun başlığı altındaki entrysinde yazdığı gibi "atari oynuyormuş gibi" hissediyorum. Liars dinliyorum yine. Arada da tabii ki pek sevdiğim Deerhunter'ın Microcastle'ını.

Bu kadarmış.

Salı, Kasım 04, 2008

Liars@Pitchfork.tv

Bugün buralar hep video olacak gibi bir his var içimde. Bu grubu izlemek istiyorum meslea ki ben pek konser seven biri değilimdir. Konser için popomu kaldıracaksam değmeli ki Liars buna değecektir diye düşünüyorum.

Cuma, Haziran 20, 2008

"Everybody in his or her own life needs a hobby...

... Fills the voids that working late create" demiş bir şarkısında Liars denen şahane grup.

Bir süredir bir şeyler yazamıyorum. Sağolsun pavilion'um birkaç kez daha yapmış olduğu gibi kapanıp bu sefer cidden de açılmamaya karar verdiği için ve oradan buradan internete girmek istemedim. Girdim aslında mesela kardeşiminkinden mail bakmak için veya işyerinden ama tabii minimumdaydı kullanımım. Bir kez daha başka bilgisayarlarda iş yapmaktan ne kadar hazetmediğimi görmek açısından faydalı bir deneyimdi bu hafta.

Tüm bu bilgisayarsızlık içinde geçen birkaç günde (6 gün), reader'a bakmadığımdan bugün yeni bilgisayarımla -ki kendisine bilgisayar demek istemiyorum, reader'ı kontrol ettiğimde bana 768 tane okunmamış item olduğunu gördüm. Başladım ve tam 3 saatte ancak bitirebildim. Aklımın içinde türlü türlü haberler, yazılar dolaşıyor. Ama olsun. Yine de yazmak istedim.

Bu hafta boyunca kendime yeni bilgisayar ne almalı diye düşündüm düşündüm. Araştırdım. Sonunda buldum ve bugün elmasepeti'ne gidip imac'imi aldım. Mutluyum! Kendisini kurcaladıkça daha çok kurcalamak istiyorum. Tanıdıkça daha çok seviyorum. Yeni fetiş objem ve takıntım oldu bir anda tabii. Bugün derste canım sıkıldığında, öğrenciler soruları cevaplarken mesela aklıma geldi bir anda evde beni bekleyen bir imac'im olduğu ve gülümsedim kimseye çaktırmadan. Sonra koşa koşa geldim. Başına oturdum kocaman ekranın. Muzo sağolsun apple konusunda epeyce deneyimli olduğundan kendisinin başını şişirmelerime gayet aklı başında cevaplar verdi ve bir nevi helpdesk oldu bana taa Eskişehirlerden. Kendisine buradan da teşekkürlerimi sunuyorum. Yarına Nada shotlar benden olacak.

Bu hafta içinde pek de değişik bir şey olmadı aslında. Yarına bu saatlerde Ayça'nın burada olduğunu bilmek daha da mutlu ediyor mesela beni. Bugün güzeldi. Yarın daha da güzel olacak diyorum ve giderek artıyor her şeyin daha iyi olacağına dair umudum. Hakikaten de oluyor sanırım.

Bir yerlerden haberler bekliyorum ve bu olumlu gidişata bakılırsa istediğim gibi olur o haberler diyorum.

Bu hafta bol bol film izledim ve kitap okudum. Internetsiz hayatın güzelliklerinden biri de başka şeyler için daha kolay vakit ayırabiliyor olmak sanırım. Tabii bilgisayarım olmadığından taaa iPod partisinde kazanıp bir türlü kullanmadığım hoparlörleri yerinden çıkardım ve ipodumu tam orta yerine oturttuktan sonra odamdaki fon müziği eksikliğini giderdim. Neler dinlediğime gelince, Tapes'n Tapes ve Liars gittikçe daha da çok sevdiğim gruplar haline geldi mesela. Sonra az önce Pitchfork'un 3 küsür puan verdiği The Ting Tings'in We Started Nothing albümünü dinledim. Pitchfork'u buradan kınarken, Coldplay'in Viva la Vida'sına verdikleri 6.5 için aynı anda kutluyorum da. Sigur Ròs'un şu an buraya kopyala yapıştır yapmaya üşendiğim albümlerini de dinledim ama nedense bir türlü istediğim hissiyata bürünemedim. Belki öyle bir hissiyat falan istememeliyim tabii. Ne akdar beklenti o kadar hayalkırıklığı. Kendilerinden bir tekrar beklemiyordum da ama ne bileyim, bu kadar da garip gelen bir albüm yapacaklarını hiç düşünmemiştim. Ondan garip geliyor tabii o da ayrı bir şey.

Daha yazardım. Aklımda onlarca şey var ama maalesef kurcalayacak çok şey var ve ben biraz keyif yapmak istiyorum. Az sigara, bol spor, film, müzik ve kitap, internetsiz bir hafta... Eğer her böyle geçirdiğim hafta, sonunda bana böyle güzel bir hediye verecekse, hayatımı böyle bir yaşama adayabilirim.

PS: Maçı penaltılarda izledim ve deadline manyağıymışız milletçe; yine onu farkettim.

Çarşamba, Nisan 30, 2008

"May, June, July, I count the time"

Bugün küçük afacan çocuklar gibi komik giyindim. Kendimi sokakta savaş oyunları falan oynayacak olan bir erkek çocuğuna benzettim. Kulağımda da Liars'ın Mr. You're On Fire Mr.'ı vardı. Hoplayıp zıplamak istedim delice. Sonraysa derslerle ilgili bir şeylere canım sıkıldı. Çok huysuzluk yaptım; hırladım her gördüğüme. Diş gösterdim bol bol. Sonraysa tüm sinirimi A. ile feminizm ve pozitif ayrımcılık konularındaki görüşlerimi paylaşarak üzerimden attım. Kadınların kendilerine verilmiş olan ve erkeklerde bulunmayan doğurganlık özelliklerinin farkına varmasının gerekliliği ve bunu bir türlü kapanmayan ve sevilmeyen bir yara veya kötü bir hastalık sonrası oluşan bir maraz gibi görmelerinden nefret ettiğimi farkettim yine. Erkek dünyası dedikleri şeyi eleştirirken sahip olmaya çalıştıkları ve yücelttikleri şeylerin o erkek dünyasının yücelttiği değerler olduğunu farkedip kendi doğalarındaki güzelliklerin bir farkına varabilseler ne şahane olacak her şey sanki ama zor sanırım. Neyse, bir ara yazayım bununla ilgili bir şeyler kafamı toparladığımda diyor ve günlük yaşam anlatma moduma geri dönüyorum.

Dönerken mısır aldım. Şu bardakta satılanlardan. Eve geldiğimde yine o afacan çocuk halime geri dönmüştüm. Dönmüşken Liars dinleyeyim daha çok istedim. Dinledim; daha çok sevdim. Şimdiyse Magik Markers adlı bir grubu tüketmekle meşgulüm. Boss albümündeki ilk şarkı ve ikinci şarkı arasında dağlar kadar fark var. Kendileri için Sonic Youth'un benzeri demişler muhtelif yerlerde. İlk şarkının Sonic Youth'la uzaktan yakından alakası yoktu; epeyce beğendim o şarkıyı. Ama albümdeki ikinci şarkıları bu benzetmenin hakkını veriyor. Sevmek zaman alıyor bu bulanık, gürültülü şarkıları. En azından benim için öyle oluyor. Kolay sindiremiyorum. Önce tadını alamadığımdan herhalde.

Sürrealizm ve Soyut Dışavurumculuk karşılaştırması konulu bir yazı yazmaktayım. Bitince modernart-icles'ın ilk yazısı yapabilirim kendisini. Bir kafamı toparlayıp şu bloga da bir şeyler koyamıyorum; üzülüyorum.

iPod'uma haftasonu Y. ile dolanırken bir skin beğendim nihayet. Aldım hiç düşünmeden. iPod'umun adı "iPod is Evil!"dı, şimdi bir de iDevil isimli bir skini var kırmızı. Şeytan yapmaya çalışmışlar ama bir de vampir dişi koymuşlar. Ne idüğü belirsiz bir varlık çıkmış ortaya ama kuyruğu eksik maalesef. Sütlü yüzük diye adlandırılan en sevdiğim takımı aldığım mağazada buldum kendisini bir de. Seviyorum orayı sanırım.

Uzun süredir yazı yazmadan yaşayabildiğim bir ruh halindeyim. Sevinsem mi, üzülsem mi bilemiyorum. Hiçbir şey yok aklımda. Hissettiğim hiçbir şey yok. Öyle havada süzülüyorum hiçbir şeye değmeden. Hiçbir şeye değmeden yaşarken, yaptığım bazı şeyleri düşününce geçmişte, çok şaşırıyorum nasıl yapabilmiş olduğuma. Sanırım en çok da çok kısa bir sürede yapmış olduklarım ve devamı gelmeyenler şaşırtıyor. Nasıl olabilir diye arada düşünüyorum ama uzun sürmüyor odağımın kayması. Oradan buradan gelen sesleri dinliyor bir yanım. Hemen karşılık veriyorum. Odağım kaybolmaya o kadar hazır ki.

Hala oraya buraya 2007 diye tarih atan ben, az önce de tarihin 1 Mayıs'ı gösterdiğini görünce büyük bir şaşkınlıkla gözlerimi açtım. Hangi ara geldik Mayıs'a dedim. İçim bir garip bile oldu. Bir ay sonra yaz mesela; bunu düşününce yaptığım iş her ne ise bırakıyorum. Beni şaşırtan şeylerin yokluğundan dolayı, bu işin "zaman"a kalması ne garip diye düşünüyorum sonra.

Bu kadar sesli düşündükten ve bomboş şeyler yazdıktan sonra bu yazıyı burada sonlandırayım en iyisi. Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos da hemen böyle kendilerini benim gibi geçiştiriverseler de çok sevdiğim o mevsimlere bir geçsek diyorum. Zira sözkonusu aylar pek bir yalan dolan şeylerle anılıyor geçen seneden beri.