Cumartesi, Aralık 31, 2005

nar suyu

başlığı nar suyu yaptım çünkü nefret ediyorum nar suyundan. onu söylemek istedim öncelikle.

benim düşüncelerim, retro bey, benim düşüncelerim, hislerimi her zaman deconstruct etmek üzere çalışırlar; yaratılırlar; dışavurulurlar. o yüzden düşüncelerime bağlı kalarak sen sevmemişsin, yapay hislermiş onlar diyemezsin; denemez. his yaşarken araya düşünce sokmuyorum o yüzden. her şey saf olmalı. heterojen bir oluşum istemiyorum içimde o yüzden hissi düşünceye, düşünceyi de hisse karıştırıp bir kokteyl elde etmeye çalışmıyorum. ayrıca çelki seviyorum. çelişki insana muhakeme gücü kazandırır; düşüncelerini daha sağlam ilerlettirir. tavsiye ediyorum bir miktar. en azından insan acınası bir durumda kendi kendine ayar verebilir bu şekilde -ki ancak böyle iyileşir insan; kırıntılarını süpürebilir hatta...

yeni yıla girmeden önceki bu son black capricorn day'imizde söyleyebileceğim en iyi şey bunlardır olsa olsa. bir de bir entry yazdım ekşisözlüğümüze.

hadi herkese iyi yıllar.

Bilinç Oyunları II

Çok büyük bir festival var. Park Orman'da galiba. Park orman kısmında 100 kilo esmer bir kadınla eğleniyorum, sürekli yemek yiyoruz. Yalnız kola bitmiş, fanta içebiliyoruz sadece. Ben sıkılıyorum ve yapılması gereken ödevlerim var galiba oradan çıkmak istiyorum. Okula gidiyorum. Güney'de bir çok insan var, bir film gösterimi olacak galiba... Merve'yi görüyorum, onun yanına giderken ekranda Sarar'ın bir reklamını görüyorum. Reklamdaki adamın ortaokul-lise'den arkadaşım A. Arısüt olduğunu farkederken Merve bana "Evren bunlardan alalım, sana çok yakışır diyor". Ancak o sırada Arısüt'ü perdede görmenin verdiği şaşkınlık üstümde. Merve'ye dönüp, "ya ben adamın giydiği kıyafeti giymem" diyorum, "bu adam lisede inekti, inek dediğim çalışkan manasında değil, düpedüz inekti", oradan uzaklaşıyorum ve sarışın bir hatunun yanında gözlerimi açıyorum.

Cuma, Aralık 30, 2005

Bilinç Oyunları I

On parmağım da klavyenin üstünde. ama bir türlü yazamıyorum çünkü işaret parmaklarımla f ve j harflerini bulamıyorum. Onları görebiliyorum ama üstüne getiremiyorum, çevresinde dolaşıyorum. Yazmam gereken şeyler var, acele etmem gerekiyor. halbuki diğer parmaklarım doğru yerlerinde, soldan sağa a-s-d-k-l-ş ama kendimi o kadar alıştırmışım ki 10 parmak yazmaya bu yeni duruma adapte olamıyorum, "too much specialization leads to dead" diyorum. Uyanıyorum.

van

bira içiyorum ne zamandır yapmadığım bir şeydi bu. canım hiç istememişti halbuki ersan marketten bira alırken. hatta ne kadar da iğrenç bir şey bu bira diye düşünmüştüm çok iyi hatırlıyorum. gerçi hatırlamama da gerek yok çünkü bira hakkında sabit fikrim budur. oh be rahatladım.

ama ersan'ın elinde, evin içinde dolanırken o bira şişesini görünce "aaa ben de ben dee" dedim. ve içiyorum efes extramı. reklamımı da yaparım böyle istediğim gibi misafir odamda.

yan tarafta televizyon var ve bush'un karısı olduğunu iddia eden -ve evet bir baktım da gerçekten de karısıymış- karısı (kafam iyi değil ama çok iyi iyiymiş numarası yapabiliyorum :P) "i am the desperate housewife" diyor. zaten "desperate housewife" kavramını da anlayabilmiş değilim. ne biçim bir desperatelık bu yahu. neyse izlemediğim bir dizi hakkında ve onun adı hakkında daha fazla yorum yapmak istemiyorum.

şimdi de japonlara geçtiler hah işte günümüzün dandik enformasyon anlayışı. oradan oraya yüzeysel bilgilerle insanları eğlendirmek. bu da entel takımının eğlencesi oluyor sanırım. gerçi ben de eğleniyorum ve hatta genelde yılbaşı geceleri ntv veya türevi kanallarda (zaten kaç tane var ki?) böyle bir geçen yılın özet incelemesi verildiğinde her şeyi bırakıp başına geçen de benim televizyonun. demek ki eleştirdiğim ve bok attığım şeylerle kendimi özdeşleştirebilecek kadar da rahat bir insanmışım ben. ahahah demek istedim sadece.

şimdiii gelelim retro beyin derdine. bir şeyleri gerçek kılmak için içinde tutmak ve kendi içinde bile tekrarlamamak gereklidir o şey sanırım. veya şu an öyle bir yanılsama içinde bulunmak bana daha eğlenceli geliyor. bilemiyorum...

bir yerlere basit bir not düşmüştüm hatırlıyorum şöyle bir şeydi sanırım "mutluyum dedğinde insan mutluluk hissinden ayrılmıştır özünde çünkü tanımı yapılan hiçbir his o anda içinde devinen his olamazdır. bir duyguyla boğuşurken onun tanımını yapmak o duygudan mantığa ve düşünceye doğru atılmış olan adımın üretimidir." gibi bir şey idi.

o yüzden seni seviyorum dediğinde ve hatta bunu buraya yazdığında aslında sevme hissini sözsel bir ifadeye dönüştürüp sözsel bir eylem haline getiriyorsun. sevdiğin şey yanında ise birine gidip onu seviyorum demek istemezsin genelde çünkü o yanındadır ve içinde bulunduğun o sevgi hissinin devinimiyle geçip gider günler farkında bile olmadan sevip sevmediğinin. ama ne zaman ki sevdiğin insan yanından ayrılır o zaman "çok seviyorum ben böhüee" triplerine girer insan ki bu da bence sevmiş olduğun insanın yokluğundan kaynaklanan sevginin aktığı yerin (the object of love) boşluğunun var olduğunu kendi kendine kanıtlama çabasıdır.

ayh daha fazla bikbik yapmak istemiyorum bu konuda. ruhum daraldı sevgi, sevmek, boşluk dedikçe. sen devam et canım. seviyorum demeye de devam et. taa ki boşluğun üzerinde eskiden kalan kırıntıları tamamen süpürmüş olduğunu farkedene kadar tamam mı?

:)

Perşembe, Aralık 29, 2005

nutella, elma, tarçın, süt

henüz keşfetmediğim bir his en durgun halimde yatağımın üzerinde spider solitaire (4lü) oynarken yakaladı.

keşfetmedim diyorum ama belki de çok eskilerde yaşamışımdır ama farkına varamamışımdır veya belki de yaşayıp farkına varıp, hafızamda tutamamışımdır bilemiyorum tam olarak. ama çok iyi geldi. erik satie dinlemek çok çok iyi geldi hem de.

konuşulmamış ve ifade edilmemiş olanın net ve kesin bir şekilde dillendirilmiş olanlar karşısındaki gerçekliğini sorgulamaktayım bu ara sanırım. bu ara dediğim birkaç gündür. bir asa kraliçesi edasında, kılıç kraliçesinin aklıyla ve kupa kraliçesinin sezgileriyle davranıyorum; konuşuyorum; gülümsüyorum; ses çıkarmıyorum. içimde durmayan ne varsa içimde kalıyor... susuyorum. biraz da pasif olmanın keyfini yaşamaya bakacağım artık bir süre. iç huzurumun keyfini çıkarmak istiyorum ayrıca huzursuz bir şekilde bu yılbaşı gecesi. eh malum, yılbaşından sonra da şu ana kadar hiç olmadığım bir para kraliçesi haline dönüşeceğimi hissediyorum; biliyorum diyelim hatta.

eh azize olduğunu hatıratmak için bazen insanlara içinde barındırdığın siyahı ve beyazı göstermek durumundasın değil mi? insan çünkü bu. kafasına vurmadan bir şeyden anlamaz; aklı başına gelmez. beyazı da yeteri kadar gösterdim bu zamana kadar... beyazın beyaz olduğunu anlamaları için siyahı da göstermek gerekli gerçekten de.

ayrıca böye yazıyorum ediyorum da, insanlara hadlerini bidirmek de bana kalmadı bunu biliyorum. herkes nasılsa öyle takılsın diyorum uzun zamandır. ben de öyle yapacağım artık. :) bu smiley de artık ne kadar evil ne kadar angelic sizin hayalgücünüze kamış bir şey.

neyse çok uzattım ben. spider solitaire oynayayım biraz da.

bai

Salı, Aralık 20, 2005

Gördük, yaşadık

"Imagine room" dediğimiz yeri ben gördüm (Evren de gördü, divina zaten orada yaşıyor). Bu odayı divina'nin imgesinden çıkarıp da bakınca aslında gerçekte de 4 duvarı olan, dokunulabilen, oturulanbilen, uyunabilen (ve bir de kendi havasını kendi temizleyen) bir yer, kapısından içeri rahatça girebildiğimiz bir yer - "salon". Çalan müzik ne olursa olsun, (tabi "eğlencesine" kategorisini bunu dışında tutuyoruz) o müziği alıp kabullenen, her köşesine yayan, şaraba "ortam" hazırlayan, muhabbetlerin en hasına tanık olan bir yer o evin salonu. Duvarlar, kanepeler, avizeler, masa, sandalyeler, halı... Hepsi gerektiğinde doğru renge ve şekle bürünebiliyor anlaşılmaz bir şekilde.
Ve ben imagine room'da geçirdiğim 1 hafta için o odanın her köşesine ve o evin insanlarına teşekkür etmek istiyorum orada geçirdiğim "an"lar her aklıma geldiğinde. (Romantizmin dorukları...)

Pazartesi, Aralık 19, 2005

gökdelen tepesinde sinema keyfi(!)

tepede bir yerlerde, bir çıkıntıda ve binanın dışında oturup sinema keyfi yaptım bu sabah. berbattı ama bu rüyayı bir kez daha gördüğümü hatırlayıp, şunu belirtmeliyim ki benim o binanın dışından aşağıya inen dimdik merdivenden inme cesaretini 3. kez bu rüyayı gördüğümde göstermem gerek.

hastayım, burnum akıyor, öksürüyorum, hapşırıyorum ve durumumu abartmayı seviyor olsam da abartmama gerek yok ve bu durumu da sevmiyorum.

Salı, Aralık 13, 2005

"zafer benimmm!!!"

hmmm diyerek söze başlamak istiyorum. zafer benim diyen biri ne kadar kendini aldatır soruyorum size; hepinize.

neyse...

bugün güzel bir gün olarak başladı. bir de şarabımız konuşmalar kadar bol olabilseydi ne iyi olurdu diye düşünmekteyim hala.

yarın ipek'le okula gideceğiz. onu br derse sokma girişiminde bulunacağım. kendisi drama queen olarak katılacak o derse :)

öngörülebilir insanların korkunç egolarını birkaç sözcükle yıkabilmek bu kadar mı zevkli olurdu yahu diyerekten bitirmek istiyorum bu yazıyı artık. hatta bitirdiim; bitti.


dipnot: ersan'ı özledim. artık gelsin.

Pazartesi, Aralık 05, 2005

öyle bir şey olsun istiyorum ki kafamdaki bütün düşünceleri ve onların yarattığı tüm karışıklıkları yok etsin. zeus bu aralar benden esirgiyor thunderboltlarını demek ki. yani bir tanecik de olsa yollasa şöyle kafama doğru. yani siyah ve beyaz bir sistemin içinde olmayı her ne kadar komik görebiliyor olsam da aslında ne kadar da büyük avantajları varmış diye kendi kendime hayıflanıyorum o sisteme dahil olamadığım ve olamayacağım için... her şeyin yer değiştirdiği, oradan buraya atladığı, hiçbir şeyin yerinin belirli olmadığı ve kesinliklerin anlamını çoktan yitirmiş olduğu bir belirsizlikler ülkesi gibi kafamın içi; içim...

ha bir de dün akşam aklıma şey geldi: dünyanın en sıkı dışavurum sergisini açmak. bir şehrin profilinin göstergesi olabilecek türden bir sergi bu. sergi salonunun duvarlarına beyaz tuvaller asılır küçük, büyük. gelen insanlara üç tane kalem verilir. onlarla istediğini yapması söylenir. ve böyle bir çok şehirde açılır aynı sergi. yapılmış mıdır ki bu acaba önceden?

bu arada imagine room benim misafir odam... şimdilik iki ipek de burada. başkaları da dahil olacaktır sanıyorum, ki zamanında dahil olmuşlardı başka bir imagine room'uma...
Doğum günlerine yapılmayacak bir ayıp bu da. İnsan sinirinin bozulmasını bekleyince gelir tabi olur bir şeyler. Olmasın! Olsun! Çok güzel olacak diye planlayınca da araya girebiliyor parazitler elbet. Hazırlıklı olup yine de olumsuz düşüncelerden sıyrılmakta mutluluk varmış diye duydum :) (Smiley koymak aslında bir lüks. Değerini bilmiyoruz.)

Boşver. İyi ki doğmuşun be divina! :)

h bday!

doğumgünüm.

bugün ne moralimi bozacak merak ediyorum... :)