Perşembe, Mayıs 13, 2010

"I'm the ghost in the back of your head"

Foals'ın Spanish Sahara'sı kadar hiçbir şarkı etkilemiyor beni son günlerde. Videosu ise dinlerken aklımda canlananlarla uzaktan yakından ilişkili değil ama olsun. Benimkinde "mavi"nin güzel geldiği, denizin parmaklarımdan başladığı bir öğle vakti kahvaltısındaydık; kahvemi içiyorum, uzakları izliyorum...

FOALS // SPANISH SAHARA from dave ma on Vimeo.

Pazartesi, Mayıs 10, 2010

"Look beneath the floorboards for the secrets I have hid"


Sonunda, tam hazırlık bitmişken, tam da birbirimize alışmış, benim sigaramın kokusu onunkine karışmışken, iPod'unun kablosunu bilgisayarımdan çektim ve ağlamak istedim. Dudağımın sol üst kenarında bir nokta.

Ben aslında bu kadar uyumlu, bu kadar sakin, kendiliğinden ilerleyen ilişkilere pek alışkın değilim. Mutlaka bir yerlerinden itilecek, biri diğerini çekecek, diğeri onun canını acıtacak gibi bir pattern var(dı) aklımda. Ama gerçeği öyle değilmiş. Daha doğrusu biliyormuşum ben bu gerçeği ama somewhere between waking and sleeping unutmuşum.

Günlerden bir gün, güzel bir şehirde, bir meydanda, bir parkta otururken şu yukarıdaki fotoğrafı çektim. İkisi de zamandan, meydanın kalabalığından ayrı, kendi hallerinde oturuyorlardı. Adam gazete okuyordu ama kızın bir şey yapmasına gerek yoktu. Belki de kendini en rahat hissettiği yer oraydı. O zaman anladım ve dedim ki kendi kendime, "O"nu bulduğumda omzuna başımı yasladığımda hiçbir şey düşünmeyeceğim, tüm ağırlıklarımı atacağım ve hemen uykuya dalacağım. Böyle biriyle karşılaşırsam ne harika olurdu diye kendi kendime söylendim.

Günlerden dün, yağmur yağıyor. Yorgunum. Yanımda yeşil gözlerine bakmaktan başka bir şey göremediğim o adam var. Taksiye binelim diyoruz. Biniyoruz. Ben ilk iş onun omzuna başımı koyuyorum. Birkaç saniye içinde gözlerim kapanıyor, neredeyse rüya görecek hale geliyorum. Sonra gözlerimi açtığımda, beni saçlarımdan öpüyor. Eve geliyoruz. Her şeyden uzak, dışarda yapan yağmurun sesleriyle yatağa uzanıyoruz. Başımı göğsüne yasladığım andan birkaç saniye sonrası yine zaman ve mekan mefhumundan binlerce mil uzaktayım. Gözümü arada açıyorum. Alnımı öpüyor.

Günlerden bugün. İki saat önce yanımdan ayrılan bu adamı özlediğimi fark ediyorum. Yakınlığın ve içtenliğin verdiği huzur aradaki mesafe arttıkça can acıtıyor ama olsun. Bu şarkıyı dinliyorum bilmem kaçıncı defa. Sözleri çok alakasız hatta bir seri katil için yazılmış ama şu ruh halime o kadar uygun bir ses tonu ve müziği var ki Sufjan Stevens'ın, dayanamayıp gözlerimi tavana dikiyorum ara ara. Nasılsa aklımda güzel imgelerim va. Kimin ihtiyacı olur sözlere, değil mi?



Bir gün beraber elele dolaşırken, bu sokakta dinlemek üzere...


Perşembe, Mayıs 06, 2010

"Past and present, they don't matter"

O kadar çok seviyorum ki, ona olan sevgimi anlatmak için, sözcüklerimi başka şeyleri ifade etmek üzere kullanmıyorum, saklıyorum. Ancak bu işe yetiyorlar zaten.

Onun dışında iyilik, güzellik. Koşturmacalı bir dönemden geçecek gibi görünüyorum yine zira planlar programlar bu sene artık tek tek gerçekleştirilmesi gereken zorunluluklar haline geldi. Benim gibi tembellikten karşı koltuktaki sudoku kitabını almaya üşenince elindeki klavyeyle bir şeyler yapmaya razı olan ve bu yazıyı yazmaya başlayan biri için iyi bir şey aslında bu zorunluluk. Hem ayda yılda bir yazmaya başladığım "Imagine Room" için de olumlu bir gelişme bu.

Velhasıl bu aralar müzik okumaktan fazlasıyla sıkılmış olacağım ki, yine eskilere döndüm. Müzik yazıları okumak da birkaç kişinin yazdıkları dışında bana hiçbir şey katmıyor gibi gelmekte. Yazılan yazılara baktığımda ne bir ruh ne de grupla veya şarkılarla ilgili bir ipucu görebiliyorum. Bana göre müzik yazısı yazmak en az müzik yapmak kadar zor bir iş. En azından ben böyle düşünüyorum tabii. Öyle düşünüyorum, çünkü yazarken bir yandan yaratıyı aracı olarak kullanıp yaratıcının dünyasına dahil olmaya çalışıyorsunuz, diğer yandan da dinlediğinizi kendi dünyanızdaki yansımalarıyla ifade etmeye çabalıyorsunuz. İnsana bakıp Tanrı hakkında yorum yapmak, Tanrı'nın insanı yaratmaktaki amacı, sebebi neydi onu bulmaya çalışmaya benziyor. Bir yandan objektif kalmaya çalışıyor diğer yandan da dinledikçe albümün içine boğazınıza kadar batıyorsunuz. Ortaya çıkan şeye bir de okuyucuyu doyuracak ama boğmayacak düzeyde söz konusu müzisyen ve müziğiyle ilgili orada burada bulunmayacak detayları eklemlendirmeye çalışıyor ve tüm bunların homojen bir yapıya sahip olması için çabalıyorsunuz. Evet, burada hakikaten de zor bir işten söz ediyoruz.

Ben bu işi arada sırada zar zor becerebildiğim zamanlarda, kendi hayatımda o sırada olup bitenlerden fazla etkileniyorum sanırım. Ancak zor zamanlarımda kendini ifade etmeye çalışan bir insan olduğum için, son 5-6 aydır oraya buraya hiçbir şey yazmamamın sebebi bu hafta sonu görecek olduğum adam ve onun hayatıma soktuğu son yıllarda hissettiğimin toplamına eşit 5 aylık mutluluktur. Mutlu olunca yazamamak gibi bir yapıya sahip bir insanım maalesef.

Neden mutluluğumu buraya yansıtmadığıma gelince, bunun ana sebebi orada burada birbiriyle sürekli öpüşen, mütemadiyen mutluluk saçan çiftleri gördüğümde onlar adına duyduğum utançtır. Ben public display of affection'dan çok da hazzetmeyen bir insan olarak, bu türden davranışlar yüzümü kızartıyor. Anneler günü yaklaşırken tv kanallarında saat başı çıkan anne temalı bol sayıda reklamı görünce, annesi şu anda hayatta veya onların hayatında olmayan insanları düşünüp üzülmemin ardındaki sebebin ta kendisi var işin özünde. Bir de tabii, mutlu olduğumda bana mutlu hissettirenlere duyduğum minnet ve bunun sonucunda onları da mutlu etme isteğiyle tüm çabamı bunu başarmaya harcamam da bundan sonraki sebeptir. Böylesi daha iyi.

Ha o yüzden, bu aralar ne kelimelerim mutluluğumu anlatmama yetiyor, ne de yetse de anlatasım var. O yüzden ara ara buralara hoşuma giden videolar, müzikler koyup iki kelam edip kaçasım var.

Geçen gün k.'in doğum günüydü. Ona mutlu olması için güzel dileklerde bulunduğum mailımda Phoenix'in 1901 adındaki yazı yaz yapabilecek şarkısına La Blogotheque'in çektiği videoyu yollamıştım. O kadar güzel bir performans olmuş ki bu, orada olsaydım sadece uzaktan izleyerek kötü hissettiğim bir günü kurtarabilirdim.

Phoenix - 1901 - A Take Away Show from La Blogotheque on Vimeo.



Ha bir de tabii aynı Phoenix'in geçen gün B.'da kaldığımda izleyip gece gece neredeyse kalkıp dans etmeye başladığımız Saturday Night performansının hakkını yememek lazım. Bu sefer Lisztomania.