Çarşamba, Ağustos 06, 2008

Pluto

Bugün delice yorgun olmama rağmen görev bilinciyle oturup bir şeyler yazayım istedim. Hemen İstanbul gezisinden başlıyorum o halde.



Cumartesi D. ile beraber otobüs yolculuğumuza çıkmadan Varan terminalinde kocaman gözlüklerimle mutlu mutlu bu fotoğrafı çekildik ve yolculuğumuza başladık. Sonunda İstanbul'a vardığımızda saat 20:30 civarlarındaydı. Ben her zamanki gibi İstanbul'a Gümüşsuyu'ndan başlama sevdalısı biri olarak Şişli'de servisten inip daha rahatça B. ve B.'ın evine gidebilecekken, tabii ki öyle yapmayıp, Taksim'i şöyle bir soluduktan sonra taksiyle Şişli'ye geçtim. D. ise teyzesinin evine geçti ve ertesi gün sabah kahvaltısını beraber yapmak üzere sözleştik. Ben B.'lerin evine vardığımda içerisi fotoğraf stüdyosuna çevrilmişti ve bir kızcağızın yüzünü gözünü beyazlı siyahlı boyayıp fotoğraflarını çekiyorlardı. Ben de zaten yukarıya çıkarken daha merdivenden ikisi eğilip beni inceleyip "Hmmm evet evet bundan Björk olur" "Evet ya gayet olur. Gel bakayım sen buraya" gibi şeyler söylüyorlardı. Velhasıl amaçlarına ulaşamadılar çünkü B. öğleden sonra 2'den beri fotoğraf çekiyordu ve delice yorulmuştu. Ben de Björk olmaktan kurtuldum. Sonrasında McDonald'stan istenen menüye, yemeksepeti'ndek ilave not kutusuna "Kola buzsuz, light kola buzlu olsun istiyoruz. Acı sos ve mayonez istiyoruz. Hatta dünya barışı istiyoruz" gibi bir şeyler yazan B.'a gelen double cheeseburger'in üzerinde McDonald's şube müdürü tarafından iliştirilmiş "O barıştan biz de istiyoruz" yazısı ile gecemiz epeyce şenlendi. Prag'dan getirilmiş içinde ilginç şeyler olan (söylenmez, çok gizli) votka'dan içilip bol bol sohbet edilip yatıldı.

Ertesi sabah E. ile Yeniköy'de kahvaltıya olabilir demiştim ama ne benim canım Yeniköy'e gitmek istedi ne de uykumu bölebildim. Nihayetinde saat 11 gibi kalkıp hazırlanıp, tam da istediğim gibi Bebek yollarına düştük. Dört kişi Bebek'te yolları süpürdük, gittiğimiz mekanlarda tam tam dansları yaptık, tütsülerle etrafın havasını temizledik. Hatta Karma Police adında bir güvenlik şirketi kurup, insanların ilişki ve etiket karmalarını temizlemek üzere eğitimli insanlar tutmayı ve insanların akıl sağlığına yararlı şeyler yapmayı planladım. Tüm karmalar temizlendikten sonra düştük Baltalimanı'na kadar sürecek olan yolumuza. Tabii biz biraz yürüyelim istiyorduk ama o biraz gittikçe uzadı ve uzadı. Bir sonraki seferde Sarıyer'e kadar yürüme sözü bile verdik birbirimize. Yürümeyenle ilgili içinde eşeklerin olduğu bir senaryo düşündük, onu uygulayacağız hatta. Velhasıl şöyle bir başlangıç yaptık. B.'nin bakışındaki pms ifadenin hastası olduk sonra tabii:



Sonrasında sahilboyu yürüyüşümüzde şöyle bir şey gördük. Adı Kaplumbağa'ydı, yeşildi ve satılıktı. Ha bir sallanıyordu. Paraları birleştirip alasımız geldi ama kimse birbirine bir şey söylemedi. Olsun ben eminim içimizden böyle şeylerin geçtiğinin. Yoksa boy boy pozlarını çekmezdik Sayın Kaplumbağa'nın.



Oradan artık ilk bulduğumuz çay bahçesine oturup Türk Kahvesi içmek istediysek de, gittiğimiz yerin güzel manzarasına inat, kahve bir o kadar başarısızdı. 5000 senelik antika muamelesi görebilecek bir kahveyle yapılmıştı. Sertifika verdiler zaten çıkışta böyle bir kahveyi içtiğimize ve ne kadar yüce insanlar olduğumuza dair. Ama biz yine de mutlu ayrıldık mekandan. Boğaz'ın ve hoş sohbetin de etkisi çoktu tabii ama çıkışta kulağına çalınan Kıraç'ın İtalyan versiyonunun söylediği şarkı kadar keyiflendirmedi beni hiçbir şey. Tam da Björk konseri öncesi öyle güzel geldi ki, kulaklarımızı Björk işkencesine karşı ses geçirmez bir tabakayla kapladı falan filan neyse. Bu da o korkunç mekandan ayağımın aradan fırladığı bir foto. Oba Cafe'ye gtmeyin Baltalimanı'nda!



Sonunda oradan çıkıp bir adet taksiye binip, Kanyon'da soluğu aldık. Wagamama'da güzel yemekler sonunda B.'ye alınan bir kıyafet ve D.'nın iPod'una aldığımız, benim iPod şeytanlı iDevil kılıfımla beraber çıktık. Arada G. de geldi beni görmeye. Sona o evine aldığı mantarlarla döndü, biz de dört kişi olarak bol miktarda tekila ile... Sonrası ise malum. Konser için hazırlandık. Üzerimizi değiştirdk, yüzümüze çeki düzen verdik. O sırada B. önceki setlist'lerden şarkıları dizmiş bize Björk dinletiyordu. Oturduk ve tekila shotları bir bir içtik. Sonrası ise kocaman bir eğlence bulutunun içindeydi sanki. Tekila v Björk şahane bir ikiliymiş bir de üstüne İstanbul'da olduğunu bilmenin getirdiği his de eklenince apayrı oluyormuş onu anladık D. ile. O biraz fazla anladı gerçi. kendisine yalvardım sonunda "D. lütfen çok içme 12-13 senedir falan bu konseri bekliyorum" diye. Neyse düzeldi ve çıktık yola. Yola çıkmadan önce şöyle bir foto vardı, unutmadan ekleyeyim. Yay insanlarının hali bambaşka oluyor ve fotoğraftan fırlayacakmış gibi haller ve tutumlar sergileyebiliyorlar heyecan anlarında. Seviyorum B.'ı bu resme her baktığımda daha çok.



Sonrasında ise Beşiktaş iskelesinden Kuruçeşme Arena'ya doğru ufak bir deniz gezimiz oldu. İstanbul'da, karaya indiğinde birkaç adım atıp biletini verip içeri girebileceğin konser mekanına denizden ulaşım sağlanabilme olasılığı D.'yı bile çıldırttı ki yaşadığı yerden nispeten memnun olan kendisi, yolculuk esnasında "Burada yaşamalıyız" dedi tekrar tekrar. Tam yola çıkmışken, önümüzden iki tane yunus hoplaya zıplaya bize eşlik etti. Ben insanlara göstermeye çalıştım ama sanırım herkes görmüş gibi yaptı veya belki de gördüler bilmiyorum. Ama gecenin güzel olacağına dair güzel hislere kendilerinin de katkısı büyük oldu. O sırada E., i. ve Ayça da aradı. Konser alanında buluşmak üzere sözleşildi. Giderken elimde sigaram pek keyifliydim. Ha bir de şu fotolar çekildi tabii:




Sonrasında ise, D.'yı B.'e teslim edip basın masasını bulmam, sonra o sırada biletim olacak mı ve sonradan onu saklayabilecek miyim ki acaba diye kafama takıp üzülmelerimin boşa çıktığını öğrendim ve bana ayrılan bileti alıp bizimkilere yetiştim. D. zaten gelmeyecekti konsere ama son dakikada bendeki fazla bileti alınca, sonradan bana sürekli gelmesinde ısrarcı davrandığım için bol bol teşekkür ettiği güzel bir haftasonu yaşamış oldu. Neyse... O sırada E. aradı onların yanına gitmemiz gerektiğini yerlerinin uygun olduğunu söyledi. Geçtik oraya ve hakikaten de vip için çekilmiş olan setin hemen önündeydik. Sol tarafındaydı sahnenin ve çok rahatlıkla konseri oradan izledik de. İ. aradı onlar da gelmişti kuzeni C. ile. Ayça ise geç kalmıştı zaten. Hatta yarın saat gecikmeli girmişler konsere.

Konser başlamadan önce iğrenç bir müzik ile beynimizi pelte gibi yapma çalışmalarının anlamını hala çözebilmiş değilim. hayatım boyunca dinlemeyeceğimi ve hatta rastlamayacağımdan emin olduğum o saçma şarkılar nasıl oldu da orada çaldı bilemiyorum ama o bile keyfimizi bozmaya yetmedi. Zaten beş dakikaya bir içimizden birisi "Björk göreceğiz biz az sonra. İnanabiliyor musunuz?" dedi, diğerleri de "Evet yaaa" gibi tepkiler verdi. Arada keyifli küfürler uçuştu. Gittikçe daha çok sevindik. Saat 8'den 9:15'e kadarki vaktimiz konuşmak, Björk göreceğimize inanamamak, D.'yı içki almaktan vazgeçirmek, ve tabii ki fotoğraf çekmekle geçti. Hatta hemen bir kaç tane daha ekleyeyim şuraya konser alanındaki o halimizi özetleyen fotoğraflar. Zaten yazmasam da olurdu bu fotoları koyduktan sonra diye de şimdi aklıma geldi ama çok geç. En azından okuyan kaldıya sonraki fotolara bakıp anlayabilir halimizi sanırım.




Neyse sonrasında tam ben elime twitter'a björk izleyeceğimi duyurmak için telefonumu almıştım ve mesajı yazmaya başlamıştım ki Björk sahneye çıktı... Az önceki üç nokta boşa koyulmadı tabii, Earth ıntruders ile neye uğradığımızı şaşırdık. Aklımda Björk'ün bu şarkısıyla ilgili korkunç bir etiket vardı ve bu etiket öyle bir hızla silindi ki artık her şarkıyı kendisinden böyle canlı canlı dinlemek istedim "Temiz Playlistler Operasyonu"m için. Sonrasını anlatmaya gerek dymuyorum ayrıntılı bir şekilde. Wanderlust, Hyperballad, Army of Me, pluto ve Declare Independence ile çıldırdık. Ben bir ara epeydir bu kadar zıplamadığımı ve bu kadar coşkulu bir ruh halinde olmadığımı hissettim daha da iyi hissettim. Sonra arada bir Pagan Poetry ve Joga vardı. İkisinde de epeyce garip hissettim, gözlerim doldu hatta ağladım sanırım. Ama o bile o kadar mutluydu ki ifade edemiyorum işin garipliğini. Seneler sonra taa lise 1'deyken öğle arasında tüm okula yayın yaparken çaldığım It's Oh So Quiet'larla delice sevdiğim kadını karşımda canlı canlı izlemek apayrı bir şeydi çünkü.

Björk ise pek bir dingindi. Gülmedi. Somurttu. Kıyafeti çirkindi. Sürekli Merci dedi. "Aaa Björk Fransız olmuuuş" dedim gözlerimi kocaman açarak dönüp bizimkilere. Sonra sanırım beşinci şarkıdan sonra "Thank you!" dedi bir kez. Kadın Türkçe konuşmuş gibi bizden olduğunu hissettik anlamsızca. Her şeye rağmen Björk'tü işte ve tüm bu olumsuzlukları sadece "Björk bu ya" diyerek haklı çıkarıp umursamayacağımı sonsuza dek biliyorum. Konserden birkaç foto hemen buraya ekleyeyim o halde daha fazla konuşmadan.








Konserin sonunda Declare Independence'ta ise üstümüze şarkı boyunca yağan konfetiler ve şarkının inanılmaz atmosferi bizi salaklaştırmış olmalı ki konser sonunda Ayça'yı nihayet gördüğümde bana 15 yaşında ve ok mutlu göründüğümü söyledi. Hatta sonradan da görev verdi "İstanbul'a taşın!" diye. Sonra herkesle vedalaşıp yine aynı insanlarla denizden Beşiktaş'a geçtik. İskelede tekrardan vedalaştık ve Leb-i Derya'nın yolunu tuttuk D. ile Orada C.'i aradım ve M. ile birlikte Leb-i Derya'nın tepesinden İstanbul'u seyrederek mutlu ve sesi kısık şekilde sohbetler ettik. Oradan da eve geçtik ve uykumuza Björk'ü ölmeden izlemiş insanlar olarak mutlu mutlu daldık.

Ertesi gün ise her yere yayılmış olmasıyla beni epeyce bir şaşırtan Ortaköy'deki The House Cafe'de kahvaltıyla başladık son günümüze. Sonra Ayça geldi. Manos adlı bir Yunan amcaya fal bile baktı kendisi. Günümüzün keyfi de bu oldu zaten. Oradan yorgun argın İstiklal'de bir tur ve sonrasında soluğu tekrar Gümüşsuyu Varan ofisinde aldık. Döndük ve Ankara'ya girerken karanlık olması nedeniyle mutlu bile olduk. Zira ikimizin de o kötü bozkır görüntüsüyle başedecek hali yoktu. Eve vardığımda aldığım kötü haberi böyle güzel bir post'a son yapmak istemiyorum. Sonrakinde yazacağım. Şimdilik siz bunu okuyun veya resimli kitaplarda hep yaptığımız gibi resimlerine bakıp eğlenedurun, ben de geri kalanları yazayım. Son olarak şöyle diyorum:

Excuse me
but i just have to
explode
Explode this body
off me

I'll be brand new
Brand new tomorrow
A little bit tired
But brand new

Öyle.

1 saçmalayan daha çıktı:

Ayça dedi ki...

taşınmadın mı hala sen? :D