eternal sunshine of the spotless mind etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
eternal sunshine of the spotless mind etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çarşamba, Haziran 11, 2008

"Meet me in Montauk"

Az önce K.'a dedim ki, "Lost denen dizi yüzünden, o kadar aşk meşk acısından sonra bile Eternal Sunshine'ın gerçek olmasını istemeyen ben, artık o filmde Lost'u unutmak ve hafızasından sildirmek isteyen biri haline geldim."

Sinir oluyorum. Ocak'a veya Şubat'a kadar neden beklememiz gerekiyor?

Sonra neyse, eskilerden biri geldi, eskilerden konuşmaya başladı. Sonra bir an Leb-i Derya'da oturulan ve eskilerin bitişine şükredilen bir an geldi gözümün önüne. Bunu unutmak istiyor muyum bilmiyorum işte. Yeniden başlamayacak olduğunu bildiğim için sanırım.

Bu anlamsız gece çağrışımından sonra, uyuyayım ben en iyisi. İyi geceler.

Pazar, Şubat 17, 2008

"That's how it starts..."

Şimdii... Nereden nasıl başlasam bilemiyorum.

Cuma günü Cloverfield'a gittik. Karakterleriyle ilgili sorunlara ve oyunculuktaki eksikliklere rağmen yine de sevdim. Aksiyon ve birkaç fobimle ilgili birkaç sahne bekliyor olmamdan dolayı, beni gayet tatmin etti. Bugün bir kez de D. ile gittik. Yine sevdim. Ama o sorunlar gözüme daha çok batmaya başladı. Bir daha izlemeyeceğim. Ama arada bir kendimce dertlerimle boğuşurken açıp izlemek üzere indiriyorum filmi şu dakikalarda ki açıp "aman ya ben de derdim var sanıyorum" diyebileyim ve dünyada daha büyük şeylerin olma olasılığıyla yüzleşeyim. Bazen insan odaklandığı şeyler yüzünden büyük resmi kaçırıyor. Geyik oldu evet ama öyle.

Onun dışında hayatım kendiliğinden devam ediyor. Otomatik pilottayım bir süredir. Arada delice eğleniyorum. Ama gerçekten eğleniyorum. En son dj olduğum o partide de öyleydi. Koşturmacalar arasında ara ara aklıma güzel düşünceler geliyor. Hoşuma gidiyor odağımın yönünü değiştirmiş olduğumu farketmek sanırım.

Bugün metrodan çıkarken aklıma bir ara yaptığım bir tespit geldi. Eternal Sunshine ve Vanilla Sky arasındaki bağ. Eternal Sunshine unutmayı yüceltirken, karakterler ağır bir aşk acısı sonunda hafızalarını sildirmek ve hayatlarına öylece devam etmek için uğraşırken (bir yandan da silinme esnasında unutmamak için çırpınsalar da hedef belli), Vanilla Sky'da aynı aşk acısı yaşananları unutamayan birinin intiharını takiben, önceden yaptığı bir anlaşmayla Lucid Dreaming denen, içindekileri kendinizin yönlendirebildiği bir tür rüyada devam etmekte. Yani unutmak değil de, rüyada da olsa o unutulamayan aşkı yaşamak için onsuz yaşama son vermek tercih edilmekte Eternal'daki restart uykusuna karşın. Sonrasında ise rüyasında bile gerçekleri görmeye lanetlenmiş birinin tekrardan yaşama dönüşü var. Ama yine umutla dönüyor... Başka bir yaşamda her ikisinin de kedi olduğu bir zamanda görüşmek ve bu sefer sonunda gerçekten ölmek üzere...

Hangi filmi daha çok sevdiğime gelince, hemen Vanilla Sky derim. Müziklerinin beni çok etkilemiş olması bir yana, unutmayı sevmeyen biri olarak Eternal Sunshine of the Spotless Mind'ı bir çırpıda gözden çıkarıyor olmam gayet öngörülebilir bir şey zaten böyle düşününce.

Onun dışında geçende I Know dinlerken kendi sesim ve İpek'in gitarıyla, şarkının sözlerini daha bir sevdim. Kaçtıkça daha hızlı kovalar geçmiş seni diyor şarkı. O yüzden iyi ki de kaçmamışım bir yerlerden diyorum; içimin artık acımıyor olmasını buna bağlıyorum.

Dışarıda kar yağıyor delice ve en az kar sevdiğim kadar seviyorum şu halimi.

"I'm not coming undone,
I'm just waiting for the day"

Cumartesi, Aralık 08, 2007

They'll Only Miss You When You Leave

Sürekli yazmak istiyorum; kendimi durduramıyorum. Dün How I Met Your Mother izlemeye çalışırken sabah, bir bölümde iki eski sevgilinin zamanında yaptığı aptal ve kimse tarafından sevilmeyen esprilerinin arkadaşlıklarında nasıl devam edemediğini izledim. Sonra ama bir anda söyleyiveriyorlardı eskiden olduğu gibi aynı anda aynı şeyi... İlk cümlemden sonra "Adeta bir devrim" yazmak istedim ama yazamadım. Az önce yazdım işte evet ama zamanı değildi. İçim buruk, bir yarım alıp başımı gitmiş gibi hissediyorum. İçimde birbirleriyle kavga edip duran, ayrılan başka bir çift daha var sanki. Adam aldı başını gitti işte...

Dün gece girdiğimiz ilk yerde Love Song çalmaya başladı bir girer girmez. Buna ne diyeceksin sevgili Imagine Room? Daha ne kadar bu algıda seçicilik zırvasına tahammül edebilirim bilmiyorum ama bulunduğum her mekanda çalınmaması için fetvalar veresim var bu şarkıyla ilgili... Daha da uzun bri liste var ama şimdi burada, şu anda bunu yapmak istemiyorum.

Carissa's Wierd diye bir grup var. Var evet. O yüzden Haavi'ye sonsuz teşekkürler tekrardan.

O grubun bir şarkısı var, "September Come Take This Heart Away" diye... Daha ne diyeyim bilmem ki. Onunla Eluvium'un "Perfect Neglect in a Field of Statues"unu karıştırınca çok vurucu bir kokteyl hazırlanabiliyormuş. Şimdi farkettim. Halbuki ikinci şarkının ne güzel anıları vardı bende... Bolu'daki bir molanın ardından Red Sea'den hemen sonra dinlenen şarkıydı hep. Veya Bebek'te bir sabah kahvaltısında paylaşılan bir kulaklığın her iki tarafında çalan bir şarkıydı... Hem de senin tarafından açılmıştı hatırlar mısın bilmiyorum; ben çok iyi hatırlıyorum.

Bunu söyleyebileceğim aklımın ucundan bile geçmezdi ama keşke diyorum Eternal Sunshine of the Spotless Mind'daki hayal gerçek olsaydı. Hiç düşünmezdim bu sefer. Artık kötü şekilde amacından saparak kullanılmış bir hafızanın üzerine yeni anılar ekleyemiyorum, kaydedemiyorum. Bellek read olamıyor herhalde.

Keşke mouse'umu çaktırmadan saklayan biri olsaydı burada. Elimi attığımda mouse'u bulamadığımda şaşırıp, yüzüne bakıp gülümseseydim ama artık telefondan gelen mesajlar bile gülümsetmiyor. Diyorum ya, lazım öyle bir şey; evet.