karanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
karanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Aralık 11, 2007

And one day I'm going to grow wings...

Burayı bugün bir Radiohead blogu yapmaya niyetlendim; evet...

Dinlediğim her Radiohead şarkısında, her seferinde ayrı ayrı bir şeyler yazmak istiyorum. Şimdiki ise zamanında bir tespitte bulunmuştum bu grupla ve kendimle ilgili. Şimdi nasılsa her şey başımıza yıkıldı, artık iki kişilik şeyleri başkalarıyla paylaşabilme rahatlığında yazacağım bunu da... Nasılsa artık iki kişilik bir şey kalmadı hani.

Neyse, efendim ben, Ok. Computer albümünü öyle çok seven biriyim ki, çok seviyorum ve bu grupla ve özellikle de bu albümleriyle ilgili sonsuza kadar saçmalama hakkını kendimde görebiliyorum bir süredir.

Ne zaman bu albümü dinlemeye başlasam Exit Music'in başlamasıyla beraber içimi bir mutluluk ve hüzün karışımı bir his sarıyor. Neden mi? Şöyle: Exit Music'in karanlık (Karanlık yazarken aklıma seni almak için havaalanına gidişim aklıma geldi, ne ilginç?! Gözlerimi kapadım bir an için ve geçti.) havasını hüzünle içime çekemiyorum ben hiçbir zaman tam olarak. Nedeni de bu şarkıdan hemen sonraki şarkının muhteşemliğidir. Ve hatta öyle bir şey var ki, taa albümü ilk dinlediğim zamanlardan beri bu şarkıyı dinleyişimin sebebi Let Down ile arasındaki geçiştir. Bu şarkıyı dinlerken hemen ardından gelen o geçiş ve Let Down'ın (bak ben de eki yanlış yazıyorum, ne var ki)akıcı güzelliği aklıma geliveriyor. Sonra şarkının hakkını veremiyorum, üzülüyorum. Ha bir de ne zaman Let Down dinlemek istesem önce Exit Music'i açıyorum. Bekliyorum... Pleasure delayer'ım ya hani...

Neyse, kısaca diyeceğim odur ki, Ok. Computer'ın en güzel yeri Exit Music ve Let Down arasındaki o kısacık köprüdür. Let Down ise albümün sanırım (hala karar veremiyorum ama olsun) en iyi şarkısıdır. Bu da böyle bilinsin.

Cuma, Temmuz 20, 2007

Eveet... Yine bir Efterklang gecesiyle karşı karşıyayız...

Antitech ile başladığım yolculuğa, Kloy Gyn ile devam etmekteyim. Sabahtan başladığım Cardinal Melon'uma akşam da Peppermill'de bir adet daha ekledim. (alt anlam: yazarın anlatmaya çalıştığı şey sanırım kafam güzel ondan böyleyim bakmayın siz benim bu hallerime)

Siz yine de alt anlamları falan bırakıp bakın benim bu hallerime... Sigara tüketimimin had safhada ilerlediği şu günlerde, tek aklıma gelen şey eskilerden bir takım görüntüler oluyor. Karanlık noktalara çekildiğimin gayet farkında olan ben, elinde olmadan bazı yerlere kaydı, bazı şeyler yaptı, mutlu oldu, mutluluğun tadına doyamadı, daha fazla olmak istedi, daha fazla mutlu oldu, yine doyamadı, daha fazla istedi ama Cardinal Melon misali, mutluluk da ufak bir şişedeki uçucu bir sıvıdan ibaretti. Dur dedi birileri. Durdum. Duruyorum. Durmak iyi bir şey olmalı. Sonradan farkedeceğim bunu da umarım...

Ondan, bundan, kitaplardan, yaz gecesinin güzel bir anlama geldiğini farkettiğim o andan, Zero 7'dan, saçlardan, ellerden, Exorcist'ten, göz açıp kapayıncaya kadar geçen Múm'lu 3 saatten, büyüden, sihirden, külden, "paylaşılan bir tabak tavuklu makarna"dan, yemek yaparken farkına varılan bir çift gözden, ayrıntı delisi bir insan olduğumun 1263623863876 defa kendi kendime kanıtladığım o zamanlardan, sabah kahvesinden, pancakelerden, "Tribeca"nın okunuşlarından, Sigur Rós ile dalınan uykulardan, turuncu yeşil perdelerden yansıyan ışığın birilerinin yüzüne ne çok yakıştığından;

tüm bunlardan mutlu mutlu bahsetmeyi isterdim.

İsterdim ama...

Madem yazım bunlarla ilgili olmayacak başka bir şey yazayım dediğimde aklıma başka bir şeyin gelmiyor oluşu da yine o hiç sevmediğim içimdeki o odanın açılıp, hep orada yaşaması gereken içimdeki bir 8 yaşındakinin yanına oyun arkadaşı bulduğu ve onu yanına, o odaya aldığı anlamına geliyor. Ne zaman öğrenecek tek kalması gerektiği gerçeğini; daha ne kadar şey başına gelmesi gerekiyor onun bilmiyorum. Şimdi bana düşen o oyun arkadaşını oradan çıkarması için ona kapıdan yalvarmak. Biliyorum çok zor olacak o kapıyı açması ama "Kinder sürpriz yumurta var elimde, senin için; hadi aç kapıyı" şeklindeki kandırmacalarım hala sürmekte... Bakalım. Merakla bekliyorum. Açınca da içinde envai çeşit düğmelerin olduğu eski bir kutu ve kinder'imle yanındaki çocuğu değiş tokuş etmeye çalışacağım inatla. Bu sefer kazasız belasız atlatacağımıza inanıyorum bu pazarlığı...

Ayça bana zamanında küçük bir adet biblo vermişti, Japonya'dan beni hatırlattığı için bana hediye aldığı... Ona benzetiyorum bazen kendisini. elleri falan yok onun da. Sıkıca sarmalanmış bir kumaş ile. Gözleri minicik görünmüyor. Ağzı ve burnu ise yok neredeyse. Prematüre henüz... Eskiden, çok eskiden böyle değildi. 12 yaşına falan gelmişti sanırım. İlkokulu bitirmiş olmanın haklı gururunu taşıyan bir çocuk gibiydi. Ama şanssız bir sene sonunda bir anda elleri kolları, tüm bedeni ve ruhu yara bere içinde kalmıştı. Bir yerlerden tepetaklak düşmüştü yaramazlık edip, sözümü dinlemeyip. Ama naapsındı... İlk kez hayal arkadaşları dışında harika bir arkadaş edinmiş olmanın verdiği heyecanla dağ tepe demeden dolanıyordu o ufacık boyuna aklına bakmadan... Sonra onun yaralarını sarmaya çalıştığımda farkettim ki yara almamış tek bir yeri yok. Ben de hemen mumyaladım kendisini. Beyaz değildi ama üstündeki bez. Pembeydi. O pembe kumaş onu hareket etmekten alıkoysa da bir gün bir şekilde yaralarını geçirecekti ne de olsa. Sonra şimdilerde uzun süredir dinlenmiş ve büyümüş olmanın verdiği cesaretle, hiç ummadık bir zamanda kollarını oynatıp kapıyı tıklatan ilk çocuğu yanına aldı. Oynadılar ama çok yoruldu. Elinde o çocuğun mavi oyuncağıyla köşesine çekildi. Nefes nefese oturuyor olduğunu biliyorum; gözlerimin önünde çünkü her an. Diğer çocuk ise sıkılmış bir ifade ile kapının önünde her an gitmek için o kızın gözlerinin içine bakıyor hatta. En iyisi çıkıp gitmesi belki de ama kapı açılmıyor. Kızın ikna olması lazım sanırım.

Bir gün ikna edebilmeyi başarabilirsem mutlaka yazacağım son durumu. Bilirim pek "Meraklı Melahat"larsınız hepiniz!

Vehasıl, ufak çocuk konuşmalarını bir tarafa atarsak, yeni müzikler dinleyesim, aklımı onlara verip, dağıtasım var çok feci... Yeni filmler izleyip, yeni anlamlar yükleyesim, hatta anlamsız bırakasım var... Zira anlam konsunda fazla yüklenme yaşıyorum son günlerde. Nereye ne anlam atayacağımı şaşırmış haldeyim. İmdat!

Artık yazıyı bitirmek istiyorum izninizle, daha fazla saçmalamadan.
Son olarak demek istediğim şey, odamdaki rengarenk lambaları tekrardan açmamı gerektirecek bir sebep arıyorum hayatımda. Bulanlar haber versin, bana yönlendirsin.

İyi geceler.

Çarşamba, Temmuz 18, 2007

Çok Şey

Hayatımın hiçbir döneminde senkronizasyon yüzünden bu kadar canımın sıkılacağını düşünmemiştim herhalde. Çünkü ne yaparsam, bana ne gelirse, benden ne giderse hep senkronize olmuştu. Hmmm bir şey dışında sanırım. Her neyse, bu şey de o şey'in bilmemkaç kat etkisini yapmış olsa da, bekleyip eşzamanlı hale gelmeyi umudediyorum olabilecek en doğru zamanda.

Onun dışında hayat güzel vapurlar falan. Havaalanlarından birilerini yolcu etmek dışında tabii... Odamda oturup sakin sakin yazılar yazmak, derslere girip sakin kafayla öğrencilerime ders anlatmak dışında pek bir şey yapasım yok. Haftasonu ise bir seçim yapmak zorundayım herkes gibi. Seçim yapmakta sorunlarım var o yüzden aceleciyim belki de. Seçilecekler listesini zaman geçirip daha da kabartmayayım diye olsa gerek.

Sonra paranoyalarımla ilgili kaygılarım, başkalarının endişesi, onun derdi, bizim zamanla olan uyumsuzluğumuz derken yaz geçse. Yazıp geçsek.

Ve kış gelse. Eve kapanıp, gömülüp güzel bir Sigur Rós konseri olduğu haberini almak istiyorum. Çılgınca heyecanlandırsın bu beni istiyorum.

Her taraf karlarla kaplı olsa ve ben hiç uyanmasam istiyorum tabii bir de. Ayaklarımı insanla temas etmemiş kara batırsam, sesini dinlesem rüyalarımda. O sesle mutlu olsam, hissetsem içimdekileri zira bir süre daha "Comfortably Numb" bir halde yaşayacağım sanırım. Hislerimle barışık olmadığım bir dönem mi bekliyor beni yine acaba diye içimden geçirmeye başladım bu sabahtan beri. Bakalım...

Merak bitti. Yerine kalıntıları kaldı. Karanlık noktaları, tam bu yazıdan önce buraya eklediğim o yazıyla ilgili kaygılarımı, onların bir anda nasıl bu denli arttığı, nasıl da her aklıma gelenin önüne geçilemez bir şekilde tek tek hayatta yerini bulduğu gibi konulara girmek istemiyorum. Girersem beni kim çıkarır oralardan bilmiyorum.

Önizlemesi olsaymış keşke bazı şeylerin de seçip beğenip bir kolaj yapsaymışız hayatımızı, geleceğimizi. Neleri yaşar, kaydeder, neleri silerdik oralardan acaba?

Uzun lafın kısası, umuyorum ki son zamanlarda yaşadıklarımdan dolayı önüme çıkacak olan şeylerin önizlemesi olsaydı, yaşamayı tercih etmeyeceğim şeyler yaşamamış olayım.

Perşembe, Temmuz 12, 2007

Karanlık

İçimdeki başka bir şeylerin yarattığı karanlık bir tarafı daha keşfetmek istemiyorum. O keşfettiğim şeyler bana ait değiller çünkü. Bir şeylerin içime sinsi sinsi yerleştirdiği kötücül şeylerden olabildiğince uzak bir yaşam ne kadar renkli geçer bilmiyorum ama en azından kendi renklerimin ardımdaki gölgelerin karanlığına aşinayım. Bunların gölgelerine de aşinayım ama o aşinalık had safhada olumsuz noktalara refere ediyor. O yerlere bulaşmak istemiyorum. İçimde oluşan o hastalıklı bölgeye ne zamandır giriş yapmamışken, beni yine o tarafa çeken bir ağırlık istemiyorum hayatımda.

İnsanların en büyük mutluluklarının ardından en büyük üzüntülerini yaşamaları, o mutluluğun hemen akabinde gelen muz kabuğuna basıp ayağın kaymasıyla başlayan o -kıçüstü yere oturuş demek isterdim ama o kadar hafif de değil- yerin bilmem kaç kat dibine giriş, tepetaklak oluş, tarot kartlarında "asılan" ve "kule" kartlarının üstüste denk düştüğü bir durumu yaşamaları ne acı...

Bunun farkındayken, çok büyük mutluluklara tekrardan gönüllü olmaya hala cesaret edebilmek, o cesaret ediş'e hayret edebilmek, bir yandan da kendini durdurmaya çalışmak ne kadar doğrudur bilmiyorum. Neden sular bulanır, neden hayat hep olmadık yerden insanı vurmaya çalışır onu da anlayabilmiş değilim.

Halbuki derslerime iyi çalıştım ben.