slavoj zizek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
slavoj zizek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazartesi, Ocak 05, 2009

"... and so on, and so on..."

Artık bir mekana gidildiğinde, insanların ellerinde giderek daha da fazla fotoğraf makinesi görmemin nedenini Facebook'a bağlar oldum. Her an itinayla belgelenip, insanlara nasıl yaşandığı an an ifşa edilecek diye Japon turistlere döndü herkes; bok var tabii, çekin.

Velhasıl otomatik pilota bağlıyorum müziğimi bir kaç gündür. Gidilen rotadan pek hoşnutum. Rotayı belirleyen ben değilim Yo La Tengo ama şu an kendim için çizebileceğim en iyi rotaya o kadar paralel ki kendileri, albümleriyle ben kitap okurken, turuncu ve yeşil perdeli odamda bir şeyler karıştırırken, yazı yazarken, birilerine bir şeyler anlatırken hep fondalar. Onlar dışında başka bir şey dinlemek istemiyor oluşum mutlu ediyor çünkü öyle ilginç ve kendiliğinden oluşmuş müzikleri var ki, insan kendisini bu müzikle doğal olarak uyumlanmış görünce "Aaa ben iyiyim galiba" diyor. Bir nevi "turnusol kağıdı" (Aman tanrım! Bu lafı da kullandım sonunda haha).

Bir de az önce, Facebook demişken, çok feci stalkerlık yaptım bu sitede. 15 yaşında olup da kendilerini pop idollerini bulmaya adamış genç kızların yaptığı gibi bir şey denedim. Eğer tutarsa söylerim. Komik miyim neyim?!

Neyse, Zizek izleyelim, daha da çok eğlenelim :)

Çarşamba, Aralık 26, 2007

Gerçek

Paul Auster'la ilgili bir yazı gördüm az önce sözlükte. Mustefid nickli bir yazar yazmış. "Gerçek onu nasıl algıladığınıza bağlı bir şeydir" demiş kedimin isim babalarından biri olan Auster. Auster bunu böyle anlatıyor güzel. Ama hayatın kendisiyle karşılaşan Daniel Quinn, onlarca karaktere sahipken iki adamı aynı anda takip edemeyeceğini anladığı anda farkediyor bir şeyleri. Evet yüzlerce karakterin olabilir. "Gerçek" skalan her rengi barındırıyor olabilir ama hayatın gerçeği öyle bir şey değil. Tek bedene sahipsin. Bir şeyleri seçerek onu yönlendirmen gerekiyor. Seçtiğin öznel gerçekliğini hayatın gerçeği ile uyumlu hale getirmezsen, bir yerde duraksıyorsun. Duraksama, tıkanıp kalmışlık, hareket edememe hali olarak anlamlandırılan "inertia" kelimesini hem fonetik hem de anlamıyla olan uyumu açısından çok sevmişimdir hep. İşte o "inertia" yakalıyor insanı ummadık anda. Neden bu kadar panik atak vakası var sorusuna bir cevap da bu olabilir. Öznel gerçekliğinin hayatın gerçeğiyle uyumsuzluğunu farkettiği anda insanın içini kaplayan huzursuzluk, "inertia", tıpkı bir Massive Attack şarkısı gibi (bkz: Inertia Creeps) insanı süründürüyor. Sonra gelsin kalp krizi paranoyaları, gelsin nefes tıkanmaları, dışarı adım bile atamamalar...

"Gerçek" öyle kolay kolay algılanabilir bir şey değil yani. Yazının başında sözlükte okuduğumu söylediğim o cümle her ne kadar şık da olsa, o kadar dümdüz ve o kadar ayrıntısız ki, eksikliğinden ötürü insanın reddedesi geliyor.

"Yirtilmis, islevini (islatmamak) kaybetmis semsiyeye niye semsiye, hadi en fazla bozuk semsiye deriz ki?" diye bir kısmı da hemen yazıvermiş bir sözlükçü (nikiforov) Cam Kent başlığına. Her şeyi birincillerden alarak kurduğumuz yaşamda alternatiflere verdiğimiz adlar ve isimler ilklere refere ederek verilmiştir ya ondandır herhalde. Bu noktada hemen "Şekersiz şeker" "kafeinsiz kahve", "kakaosuz çikolata" gibi kavramlardan, süregiden her şeyin içindeki boşalmaya değinen Zizek'e bir selam yollamak isterim ki kendisi şu odada yazıyor olsa, önceki yazdıklarımdan nasıl bir aptal olduğumun analizini yapsaydı diye de içimden geçirmiyor da değilim. Neyse kendisi farklı bir yazının konusu olsun, nasılsa yazmaktan daha iyi gelen başka bir şey yok şu anda hayatımda.

Zizek beyefendi de eğer rastgelirse bu yazıya ona da şu cümleyi yazıp gönlünü alayım: "Mr. Zizek, come and save us!"