pj harvey etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
pj harvey etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi, Haziran 18, 2011

"These are the words, the words are these"


Unutmuşum.

Dün güzeldi. Uzun süredir aklımda ve cebimde olan bir şey vardı. Sayesinde olabildiğince verimli bir geceyi keyifle tükettik Rü ile.

Diyeceğim şu aslında, çoğu zaman yaşadığım şehri daha 10 ay önce değiştirdiğimi ve hep yaşayayım dediğim şehre yerleştiğimi unutmu halde yaşıyorum. İş her zamanki gibi saçmalıklarla dolu. Birilerine bir şeyler anlatmak ve onlara öğretiyor olmak fikir olarak çok keyif verici ve fakat icra esnasında pek bir anlam ifade etmeyen bir şeye dönüşüyor. Kafamın içindeki gerginliklerin ardı arkası kesilmiyor.

Her sabah evden kalkıp karşıya geçiyorum. Karşıdaki hayatımı hayattan saymıyorum. Ne zamanki gün içinde ikinci kez boğazdan geçiyorum, o zaman gün benim için başlıyor. Gerçi başlıyor da denemez herhalde. Yorgun argın eve gelip, gücüm varsa spora gidip, azıcık hareket yapıp yüzüp, geri gelmek pek de yaşamdan sayılamaz belki ama günümü yaşanmış kılan bir şeyler var ise o da evde beni bekleyen kedim Paul ve sevgilim Y.

Ama bunlar dışında da arada bir gözüm açılıyor, burnum koku alıyor, kulakların gerçekten duyuyor. Kulaklarımın duyduğu şeyler genelde iPod'umda listeye alınıyor ama artık kulak ve boğaz arasında bir boşluk oluştu bende sanırım. Çünkü artık kulağımdan giren ağzımdan çıkmıyor. Ağzımdan çıksa da ellerimden yazıya dökülmüyor. Bu genel bağlantısızlık hayatımın başka alanlarına da yansıyor ama buraya, ilk göz ağrım bu bloga yaşattığım bu terk edilmiş hissi... En çok da bu koyuyor. Kulaklarımın artık nadiren duyduğu, duyulanları da yazıya dökmeye mecali kalmayan ellerimin üşengeçliği/yorgunluğundan çok çektiğim bir dönemden geçtim. Geçtiğimi düşünüyorum en azından çünkü bugünkü ev temizleme çılgınlığımdan sonra bilgisayarın başına geçip ilk yapmak istediğim şuraya iki satır bir şeyler yazabilmekti.

Ha peki yazma isteğimi kabartan şey neydi diye soracak olursanız, yazı başında unutmuşum dediğim şey işte o. PJ Harvey denen, kendinden çıkan her şeyin tarafımdan sonsuza dek zevkle tüketilmeye mahkum olduğu kadının geç dinleyip sistemime aldığım için bayağı üzüldüğüm son albümü Let England Shake'in muhteşemliği.

Bu kadının artık daha fazla kadın/çocuk/cadı/insan olamaz dediğim zamanların hemen ardından beni şaşırtması hakkında saatlerce konuşurum ama yazmam kusura bakmayın. Karşımda bu aralar müzik konuşabileceğim insanlar olsun istiyorum tam bu yüzden. Oturalım konuşalım. İçelim daha çok konuşalım ama hep konuşalım zira bu albüm, bu şarkılar başka türlü hafifletilmiyor. İçte bıraktığı yoğun hissi seyreltek için tiner gibi sesleri ve sözleri kullanmak gerekiyor.

Daha fazla yazmayayım ki daha çok yazmak isteyeyim diyorum. Yazdığım yazılardan artık tatmin olmazsam belki gerisi gelir diye hep yarım bırakma niyetinde olduğum şu günlerin başlangıcında şu albümü hala dinlemediyseniz veya dinlediyseniz de bir kez daha dinleseniz hiç de fena olmazdı diye düşünüyorum. 3/4/5/7 numaralılara benim için daha özen gösterin, başka da bir şey istemem.

Çarşamba, Nisan 29, 2009

"How did we ever?"

"Let's talk..."

Son bir saattir bir dinginlik var üzerimde. Ankara'nın gerim gerim gerildiği bugün, havanın bozmasıyla üzerimdeki stresi attım denebilir belki de. Şu an en sevdiğim halinde hava. Gri ve kahverenginin nadiren uyumlu olabildiği, her rengin olabileceği en güzel tonuna büründüğü bir 05:22 öğledensonrasıakşamadoğrusundayken, eve geldiğimde yaptığım ilk şeylerden biri, açık camdan içeri giren hafif serinlik ve yağmur sesiyle uyumlu bir müzik bulmaktı. Zor olmadı ve yine imdadıma Pj'ciğim yetişti. Bu aralar baya baya kapladı hayatımı sağolsun. Passionless, Pointless gözümü açamadığım sabahki dört saatte kafamın içinde çalıp duruyordu zaten. Şu anki dinginliğim de heyecanını kaybetmiş bir ilişkiye sakin sakin ithaf edilmiş bu şarkıdan epeyce uzakta. Tam tersi, içimde kolaylıkla dizginlenebilen ama hafif hafif kendini belli eden bir heyecan taşımaktayım. Bu heyecanı olabildiğince verimli kullanma niyetindeyim.

Bugün eve gelirken kulağımda klasik olarak fon müziğimle bir an aklıma geldi. Dün gece bir kuyruklu yıldız resmine rastladım bir sitede. Aklıma bir anda yerleştiğini hissettim. Bu resmin yerleşirken çıkardığı ani klik sesiyle uzunca bir süre unutmamam gereken bir şey olduğu anladım.

Meğerse aklımdaki çekmecelerden birine atmışım ben onu. Dali'yi takdir etmek lazım dedim çünkü aklıma hemen The Burning Giraffe gelmişti. Tam olarak öyle çekmeceler işte benimkiler de. Neyse, o kuyruklu yıldızın resmedildiği eserin bendeki yansımaları bugün tam da eve gelişim esnasında kendini gösterdi.

Çok küçüktüm, sanırım 14'tü. Yazlıktaydık. Pek sevmezdim yazlığı ve ordaki arkadaşlarımı. Ama işte vakit geçiriyorduk. Havuz, deniz, akşamları da oturup laflamak dışında başka bir şeyin varolmadığı yazvakti dünyamda bir gece çok ilginç bir şey oldu. O gece sürekli yürüme isteği içindeydim. Velhasıl artık benimle dolanacak kimse kalmayınca, tek başıma yürüyeyim dedim. Tabii olacakların farkında değildim. Sonra düşünceli düşünceli yürürken -ki acaba ne düşünüyordum o halimde, Pink Floyd'lar geçiş yapıyor olabilirdi aklımda- bir anda gördüğüm şey başımın üzerine ellerimi koydurup beni yere eğiltti. O karanlığın içinde, kimsenin gezinmediği o noktada üzerimden bir yıldız kaydı. Yani yıldız kaydı demek çok eksik kalıyor gördüğüm şeyi betimlerken, Hayatımda havada olup da bana o kadar yaklaşmış olabilecek başka bir cisim olmamıştı, kuşları ve sinek, böcekleri bir tarafa atıyorum tabii.

O kadar yakınımdan geçmesi bir yana, geçerken çıkardığı hışırtılı ses, geceyi bir anda gündüze çeviren ışığı ve devasa ateş topu görüntüsü bir araya gelince Lost adasında Black Smoke görmüşe döndüğümü söyleyebilirim. Bir yandan korkmuştum bir yandan da gözümü ondan alamıyordum. Küçükken yatmadan önce en az yarım saat yatağımdan gökyüzünü izleme sebebim bir anda pencereden içeri girecek bir vampir veya uzaylı hayaliydi. Bu o hayalin olabilecek en gerçek haliydi sanırım.

O anda içimde beliren heyecan, nefes nefese kalışım, büyülenişim sanırım o kadar büyüktü ki, yine bikaç sene sonra üniversitede bir derste işlenen "sublime" temasının bendeki yansımasında tam olarak o anı görüp heyecanlanacaktım o zamanki kadar olmasa da, onu aratmayacak kadar. Bugün farkına vardım ki heyecanlanma eşiğimi yükselten şey bu olmuş. Onun dışında başka hiçbir an o kadar büyülenmemiş, o kadar nefes nefese kalmamışım. Ama ona yakınsayabilecek zamanlarım olmuş evet. Ve yine fakat ve maalesef o kadar heyecanlı anlatmamışım hiçbir anımı bunu zaman zaman birilerine anlattığım kadar.

Şimdi hayatımda elle tutulur bir heyecan olmadan bu dinginliğimi koruma isteğindeyim. İçimdeki heyecanı biriktirip biriktirip sonunda gun bir anda ufacık bir göz kırpma anında kimseler bilmeden patlatmak son zamanlarda edindiğim en büyük amaç olabilir. Ciddiyim. Bunu neden yaptığıma gelince, o kocaman ateş topu her ne ise artık, onun kadar beni kendiliğinden aynı anda hem korkutabilecek, hem şaşırtabilecek ve hatta büyüleyip delice heyecanalndıracak başka hiçbir şeyin olmadığına uyanmış olmalıyım; ondan sanırım. Böyle değildim ben. Her beni çok heyecanlandıran olayda veya durumda bütün heyecanımı o andan ve durumdan ödünç alırdım. Şimdi ise bu aynı anda vuku bulan dingin ve heyecanlı hislerin birbirini dengelemesinin ne kadar mucizevi bir şey olduğunu farkediyorum yavaştan. Tüm yaşam enerjisini kendinden alabilmek ve bunu kullanabilmek, her hissi kendi kendine zaten yaratabiliyor olduğunu farketmek... Waking Life adlı filmi daha ortalıkta yokken ismiyle beraber rüyamda görmem kadar mucizevi bir geçiş bu bence.

Takdir edilesi, ellerimden öpülesi. Sırayla ama.

Perşembe, Nisan 16, 2009

"April, What if I Drown"



Ben bu aralar pek bir havai oldum. Şu üstteki kadar dağınık her yer aklımda. Uzun süredir adam gibi bir şeyler yazmamamın sebebi de bu sanırım. Hiçbir şeyi o kadar da kafama takmıyorum. Eskisi gibi detay detay incelemiyorum. Bu bir yerde iyi bir şey tabii zira sonra hastalıklı bir zihin ve yorulmuş bir beden olarak geri dönüyor insana her düşünüp kafasına taktığı şey. Uzun süredir hiç olmadığım kadar kafam rahat dolanırken, yine bir şekilde kendimi rahatsız edecek bir şeyler buldum tabii ama. Eski alışkanlıkları bırakmak o kadar da kolay değildir ya zaten. Şimdi de aklımdaki şeyleri bir sıraya dizip bir şeylere düzen getirmeye çalışırken buldum kendimi. Bu düzen sırasında o düzeni yerle bir edecek şeyler de yok değil tabii. Aklımdakileri kimseyle paylaşmama ama şahane paylaşıyormuş gibi yapma konusunda üzerime tanımadığımdan, yine pek kimse durumun farkında değildir. Şimdi buraları okuması muhtemel sevgili S. ve B.'ya tavsiyem beni görünce bir şey sormayın, imalı imalı da bakmayın nedir nedir diye sorgulayan gözlerle.

Günlük hayatımın içine bu gizli saklılarımı öyle komik yereştiriyorum ki, bazen verdiğim bir cevabın içinde her şey apaçık görünürken, kimsenin durumu anlamaması için farkında olmadan nasıl oluyorsa seçtiğim kelimelerle oluşturduğum cümleler beni gülümsetiyor. Az önce post'u yazmaya başlarken başladığım Glissando ise şu anda üzerimdeki etkisini devreye sokmuş olmasına rağmen yine de aklım orada burada.


"I am up in the clouds and I can't and I can't come down". Harfi harfine. Biraz daha devam edersem bu halime paralize oluş eylemsizlikten katılaşmış bir madde haline gelip şarkının sonraki satırlarına sızmaktan korkuyorum. Görünce önce ürktüğüm o at gibi beni ürküten şeyler oluyor. En azından bu aralar farkına varınca şapşallar gibi ağzımı açarak şaşırdığım "yaşıyor olduğum hissi"ni yakalayabiliyorum sayelerinde. Speşıl tenks to _________________________.

Sonra bazı şeylerin kemiklerimi ısıtmasına izin veresim bazı şarkıların sözlerini buraya kopyalıp yapıştırasım geliyor. O kadar zamanlık çalışmayı heba etme, ezberi bozma diyorum. Milli marşları ezberletip, ıkına ıkına söylettirilen çocukların o eğreti görüntüsü gözümün önüne geliyor. Daha ne kadar sevimsiz görünebilirdi bu halim gözüme bilmiyorum.

Neyse ki kendisi de öyle olduğundan beni anlayıp, bana Ms. Bakarız diyen biri var. Sevgili Mr. Bakarız'a gelsin o zaman Fifths of Seven'dan Bless Our Wandering Dreamers. Mır.

Pazar, Nisan 12, 2009

"to a place I know"


Ben geçende burayı bir ferahlattım ya, meğerse içimin rahatlığı yansımış buraya. Köşeye de "I'm super, thanks for asking" yazdım ya. Öyleymiş cidden. Her bir tarafa saçma sapan gülücükler saçasım var.

Bugün beraber maç izledik K. ve S. ile. Baya baya eğlendik. Bayadır böyle oturup ciddi ciddi maç izlememiştim. K.'in hareketleri ve arkalardan yapılan yorumlar daha da keyifli hale getirdi maç izleme sürecimizi.

Nihayet Polly Jean'ciğimin albümünü tam olarak bir dinledim. Passionless, Pointless neymiş öyle. Böyle ayarında hüzünlenebilsem keşke hüzünlendiğimde diye düşünüyorum her seferinde. Oturup bir süre boyunca elimde içkimle bir yere baksam, böyle melodiler geçse kafamdan, yüzümde minik ne idüğü belirsiz bir gülümseme ile ama. "I don't remember" kısmına şaşırsam, nasıl olur da hatırlanmaz desem kendi kendime. Sonra bir farketsem mesela ben de hatırlamıyormuşum. Ama sanırım öyle. "I wish this moment here forever!"

Soldier hiç olmamış ama aynı albümden. Mıymıymıy sesler PJ'e gitmiyor. O bağıra çağıra şarkı söylediği ve sonunda tam arkasında dükkanda "halal meat" (B.U. tırnağı ve detay insanı) yazan videosundaki gibi fütursuzca sade ve şık gece kıyafetleriyle saçlarını savurarak söylemeli bu kadın şarkılarını. Veya soğuk soğuk hüzünlenmeli. Albümün en güzel kısımları Black Hearted Love, Woman A Man Walked By/The Crow Knows Where All The Little Children Go ve Passionless Pointless'mış ama ilk dinlemelerden çıkardığım bu oldu. Tam da az önce dediğim ideal PJ şarkısı ve tarzına örnek teşkil ettiklerinden herhalde.

Son olarak bir grup keşfettim ki sormayın. Sormayın evet şimdilik Bir ara buralara koyacağım; belki yarın belki yarından da yakın. Şimdilik vaktiyle ilgili net bir bilgi elimizde bulunmamakta. Hem haz ertelemek iyi bir şey; valla bak.

Pazartesi, Mart 23, 2009

Pj Harvey - Black Hearted Love

Hello yall!

Bir ara yine başlarım yazmaya ama araya bunu sıkıştırayım istedim. Pj Harvey & John Parish yapmışlar bir şey. Eklememek olmazdı bu kadar güzel bir şeyi. Bağıra çağıra söyleyecek yeni bir Pj şarkısı duymuş olmanın mutluluğuyla buyrun efenim: