arvo pärt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
arvo pärt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi, Ekim 06, 2012

Arvo Pärt - Spiegel im Spiegel

Az şey var Spiegel im Spiegel gibi güzelliğini sadelikten alan. Keşke ben de öyle olsaydım deyip, bu şarkıyı (şarkı demek hakaret aslında) kıskanıyorum yine bu gece.

Perşembe, Mayıs 08, 2008

Arvo Pärt üzerine...

İnsanın içinde arada hayatın gidişatına kapılıp hissetmediği boşlukları vardır ya hani...

Arvo Pärt onları o hengamenin içinde öyle bir hissettiriyor ki, bazen ondan başkası kesmiyor. Açıyorum Cantus in Memoriam Benjamin Britten'ı. Sessizce başlıyor her şey. Farkında bile olmadan. Sonra yavaş yavaş ilerliyor. Sigur Rós'un bu adamdan etkilendiğini duyduğumda hiç şaşırmamıştım zaten. Gülümseyerek, "biliyordum" demiştim çok iyi anımsıyorum. Yaylılar giriyor devreye sonra, çan sesleri arada yankılanıyor içinizde o boşlukların her zerresini hissettirecek kadar yayılıyorlar... Birer birer hiç de yaşanmayan, yaşansa gerçek olmayacağını bildiğiniz ama illa ki olsun istediğiniz o uç noktaları arıyorsunuz... Ama hayır... Vermiyor size istediğinizi. Gittikçe yükselen sesten başka bir şey yok onun müziğinde. Sadelik ve ortalarda gezinmenin tepe noktasındaki güzellik var. Aralarda heyecanlanıp "Evet, o an bu" diyorsunuz ama hayır... Tabii uçlarda yaşarsak acımızı daha çabuk tüketiriz ya. 9 şiddetinde depremler olursa içimizde mesela 10 saniyelik, o 10 saniyede tüm gerginliğin gideceğini bilerek o depremi bekler dururuz. O ana kadar içimizde ufacık sarsıntılara yer bile vermeyiz. Yok işte Arvo'nun müziğinde bu. Her şarkı orta şiddetli bir deprem. Bazıları koskoca altı dakika on bir saniye sürüyor, bazıları sekiz dakika on altı saniye... Onlar sonlanana dek o depremlere katlanmak gerekiyor. İnsanın bacağını tatlı tatlı kaşırken artık acısa bile kaşımaktan aldığı hazzı sürdürmek için acıya katlanması gibi... Sarsıntılar sonlanınca sanıyorsunuz ki hiçbir şey tam olarak yıkılmayacak ve yıkım olmadıkça da yerine yenileri inşa edilmeyecek. Sallanırken sizle beraber her şey, sıkıntısını yaşıyorsunuz bu tatminsizliğin. Halbuki öyle değil... Tam da böyle uzun süren orta dereceli bir depremle yıkılır yıkılması gerekenler. Hangimizin kırık dökük ilişkileri çok büyük nedenlere ihtiyaç duydu ki sonlanmak için... Bir anlık bir kırılma, ufacık bir söz, saçma sapan bir bakış ama hepsinin ardında zamana yayılmış ayrı ayrı detaylar silsilesi... Bu kadar ortalama şeyler yetiyor gereken yıkımın gerçekleşmesine...

Biri altı dakika on bir saniye, diğeri sekiz dakika on altı. Biri Benjamin anısına, birisi ayna içindeki aynaya... İkincisi için şöyle demişim sözlükte, özlemenin ne demek olduğunu anımsadığım ama yine de güzel olarak hatırlanan bir günün geceyarısında:

"düşünce ve hislerin kenarına köşesine değmeden sizi tam olmanız gerektiği hale getirebilen arvo pärt şaheseridir. sade ve yalın tınıları ve dengeli iniş çıkışlarıyla kendi kendinize sağlayamadığınız iç dengenizi sağlamanıza en büyük yardımcıdır. tarafımdan birpazaröğledensonrasıhuzursuzluğuvaktinde, yanyanayken yalnızlığını özlemeyen iki kişi olarak, karşılıklı bakışarak dinlenmek istenendir."

Bense şu anda Spiegel im Spiegel dinlerken, yalnızlığımı özlüyorum tek başıma oturduğum yerde. Artık o son cümlenin gerçekleşeceği zaman, öyle bir kişi diye bir şey varsa, her "mucize" dediğimde aklıma geliyor o an. Eskiden yalnızken bile yanımda olan melek diye bilinenler hayalete dönüşüyor bazen. Etrafımda dolanıp duruyorlar. Dolanırken elim ayağım buz kesiyor. Bir Mayıs gününde battaniyeme sarınıyorum. Kulağımda on altı dakika yirmi iki saniyelik Silentium, sallanarak uykuya dalmak için odama doğru ilerliyorum...

Perşembe, Mart 06, 2008

Tintinnabulation

Bugün eve dönerken kulağımda Mogwai vardı. Post-rock denen şeyin sınırsızlığı bir yana, şarkılarda sözleri kullanarak insanın içindeki düşünce ve hisleri eğip bükme devrinde sözler olmadan müzik yapabilmek her grubun harcı değil. Bunu adamakıllı yapabilen gruplardan biri de Mogwai. Evet, kabul ediyorum, artık önümüzde onlarca ve hatta belki yüzlerce aynı işi yapan grup var. Ama onların yeri her şeyden önce tarifsiz Cody ile kodlanmış bende. Seneler önce -sanırım 2000- Rüzgar sayesinde tanıdığım bu grup hala dinlediğimde beni güzel yerlere sürüklüyor. Güzel kavramımın Edgar Allan Poe'nunkini andırdığı göz önünde bulundurulursa, nasıl yerlere götürdüğü de tahmin edilebilir belki. Her neyse, işte Mogwai, bu genelde sözsüz olan müzikleriyle 1900lü yılların başlarında abstrakt resimleri, heykelleri yapanlara benziyor. O zamanlarda Brancusi'nin Bird in Space'i anlaşılamamıştı belki veya şekli ve figüratif olan her şeyi sanat objesinden uzaklaştıran, artık objeyi değil de onu yerleştirecek alanı sorgulayan hiçbir şey sanattan sayılmamıştı ama sağolsun o zamanın sanatçıları, bizi bu konuda öyle güzel etkilemişler, bu zamanların "sanat" kavramını öyle doğru bir yerden yakalamışlar ki, grubu genelde 21. yüzyılın başında (böyle diyince tarihi bir şeyden bahsediyoruz hissi oluyor gibi geldi ama işte sene 2000 falan) dinlemeye başlamış olan insanlar olarak, hiç de yadırgamadan, uzun süredir unutulmuş olan bir kapının anahtarını bulmuşçasına merak içinde dinledik bu grubu. Yapılan şeyin soyutluğu yüzünden çoğu insanın algı eşiklerindeki eleklerine takılı kalmıştır tabii tam bu yüzden ama yerinde olan her şey çoğunluk tarafından görmezden gelinmiştir en iyi ihtimalle. Aynı şey bazen Sigur Rós için de geçerli ama daha çok Mogwai.

Böyle düşünceler geçerken aklımdan, inmem gereken yeri kaçıracaktım neredeyse... Hemen kendime geldim. İndim. Evime geldim. O zamandan bu zamana kadar aklımda kalanlar bunlardı. Alnımı ve burnumu yüzümden çıkarabilseydim dediğim bir günün sonunda, ancak bu kadar yazabildim. Sonradan daha iyisini yazana kadar bu burada dursun. Gözüme kötü veya eksik gelene kadar -ki farkındayım öyle olduğunun, yazıyı düzenlemeyeceğimi biliyorum. Evet en iyisi burada durması.

Onun dışında tüm gün Zuma oynadım. Bu oyunu delice oynadığım eski zamanlara geri dönüş yaşadım. Hatırlıyorum da bir gün içinde 2 defa bitirmiştim bu oyunu. Bütün dünyayı ağzımdan fırlayan toplarla yok edebileceğimi bile hissetmiştim. Meğerse Zuma'dan aldığım zevk tükenmemiş de, ben farkında olmadan "save" etmişim o zevki. Bugün yükledim o halimi yine. Canavar oldum.

Arabella diye bir ismi küçük bir kız çocuğuna isim yapabilen insanı merak etmekteyim son olarak.

Uyuyayım ben en iyisi.