Cumartesi, Temmuz 25, 2009

Thom Yorke @Latitude

Adamımız bu sefer de Bon Iver'la Twilight 2 adlı filmin soundtrack'ine şarkı yetiştiriyormuş. En son buna benzer bir film olan Romeo & Juliet'te vardı Exit Music. Çok sonra anlamıştım kasedin içindeki booklette neden o şarkının yanında "(for a film)" yazdığını. Neyse bakalım bu sefer nasıl bir şey olacak, merakla bekliyoruz. Şimdilik şunlarla yetinelim. Yetinelim? :)

Thom Yorke - Follow Me Around


Thom Yorke - The Present Tense

"Because friends don't waste wine"

The Fresh and Onlys San Francisco'lu garage rock grubuymuş. Garip vokalleri, ethereal bir havaları ara ara olmuyor değil. Son albümlerinden daha farklı ve dikkat çekici oluğunu düşündüğüm Invisible Forces isimli şarkının da yer alacağı bir LP ile Eylül'de kendilerini daha da çok dinletecekler gibi geliyor bana yoksa şüphen mi var?

The Fresh and Onlys
- Invisible Force

White Rabbits ise New York civarlarında birçok insanın ilgisini çekmeyi başarmış bir grup. Hatta öyle ki Asobi Seksu ve Les Savy Fav gbi grupların da prodüktörü olan Chris Zane'i de etkilemişler çift vokalli coşkulu şarkılarıyla.

White Rabbits
- Percussion Gun

Stereogum sağolsun, bu sıcak Cumartesi gününde beni müziğe boğdu. O Reader'da biriktirdiğimi söylediğim yazıların sonucu bu post zaten. Hakkında bir şeyler bulmaya üşendiğim ama az önce ilk dinlediğim andan itibaren epeyce zevk aldığım multi enstrümantalist Washed Out, aka Ernest Greene denen insanın Feel It All Around adlı şarkısına sadece bugünüme çok uyduğu ve huzurlu bir rahatlık hissine büründürdüğü için hasta olabilirim.

Washed Out - Feel It All Around

Tv On The Radio sever bir insan kesinlikle değilim ama grubun gitaristi ve backvokali Kyp Malone'nin yan projesi Rain Machine'in 22 Eylül'de Anti-'den çıkacak olan 10 şarkılık LP'inden çıkan bu kulak ziyafetini görmezden gelemezdim. Şaşırtıcı şekilde oradan buradan çıkan seslerin insanın tüylerini diken diken eden bir hale gelmesi durumu sözkonusu.

Rain Machine - Give Blood

Washed Out - Feel It All Around





Yo La Tengo - Here To Fall


Etiket düşmanı Yo La Tengo (♥) adlı apayrı grubun yeni albümü Popular Songs'un giriş kapısı:

Yo La Tengo - Here To Fall

Kayısı marmelatlı Berliner


Moderat ile konser öncesi röportaj için onay almış bulunmaktayım. Bugün biletleri almış olmanın verdiği mutluluk ile bu haberi alınca, gecenin bu saatinde üç şişe Nada shot'tan sonra dünyanın en mutlu insanı olmuş olabilirim.

"Ich bin ein Berliner." Hem de kayısı marmelatlı.

Perşembe, Temmuz 23, 2009

"Dear Lord"


Bunlardan sırasıyla Schemer, Perfectionist ve Emancipated Woman'ım. Nasıl yalan.

Bence büyük aşk hikayelerinin hepsi yalan dolan. Bize değer vermeyen, bizi beğenmeyen insanların sevgilerinin aktığı yerlerde olamadığımız için kendi kendimizi yeyip duruyoruz ve bunu yaparken içten içe kendimize o insana verdiğimiz kadar değer vermediğimiz için aptal olduğumuzu biliyoruz. O aptallığı başkalarına belli etmemek için en şahane ve en erdemli yol olarak "çok sevmek" gibi etiketlere başvuruyoruz. Aptallığı görünmez kılmanın en iyi yolu olarak "kimseninkine benzemeyen o çok sevmeler"den medet ummamız çok acaip.

Geçen hafta bir arkadaşımın sınıfında çok akıllı devlet insanlarından bir tanesi, kendisine ev sahibine bir yazı yazma görevi verildiğinde, ev sahibi kelimesinin İngilizce karşılığının "landlord" olduğunu öğrenip, yazısına "Dear Lord" diye başlamış. Tüm gün eğlencemiz oldu. Kabul ediyorum, biz İngilizce öğretmenleri böyle korkunç derecede basit ve herkesin yapabileceği kadar normal olduğu iddia edilebilecek hataları görünce, yabancı dil öğretmeni olmanın verdiği kocaman özgüvenlerimiz ve egolarımızla baya eğleniyoruz. Herkes annesinin karnından İngilizce biliyor halde doğmalı tabii. Ama, hakkaten komikti ya.

Migren o pek güzel kafamın içinde duydu zilin sesini ve soldan soldan kendini belli etmeye başladı sanıyorum. Ama doktora falan gidesim yok. Kendi haline bırakıyorum. Eğer inatçılık yaparsa eşek sudan gelinceye kadar döveceğim onu. Eşek sudan neden gelemez ki? Yüzemiyor ve boğuluyor mu yoksa? Yazık yiea.

Profesör adında bir pony ile tanıştım geçende. Küt kesilmiş sarı saçları var. Kendiyse kahverengi. Alnından gözlerine doğru inen o küt kaküllerini sevmek, sonra aynı şeyin bana yapıldığını düşünüp, hem masaja gitmeye hem de Profesör'ün büyükleriyle kaynaşmaya karar verdim.

Acaip kadınlar var. Büyük sosyolojik çıkarımlar yaptığını düşünüp, abartmıyorum, "Kadınlar Türkiye'de eziliyor. Ezenleri Taksim'de sallandıracaksın bak bir daha yapıyorlar mı" temalı yazılar yazıyorlar. İki dakika sonra da romantik olduğunu düşündükleri ama had safhada cheesy olan sözler, cümleler. Ne ki bu şimdi?

Dinlediğim yeni bir müzik yok. Var ama başkalarına yok. İzlediğim yeni bir film de yok. Bu hakkaten yok ama. Takip ettiğim siteler ve bloglar dışında okuduğum başka bir şey de yok. Ha az sonra bir sınav okuyacağım ama isteyen gelip elimden alıp bana bir iyilik yapabilir. Reader'da da bakılacak müzik blogu listem epeyce kabarık. Sadece onlar için bile bir asistana ihtiyacım var. İsteyen olursa iyi bir maaş veriyorum aklınızda olsun.

"Vesvese" ne de güzel bir kelime olduğunu fark ettim. Kızkardeş G the first hazretlerinin süper telafuz ettiği bir kelime bu. Bu hafta G. bu kelimeyi söylediği ses kaydını dinledim tüm gün. Müziğe vakit kalmamasının sebebidr bu "vesvese".

Herkesin bildiği gibi olması dileğimle, bai.

Pazar, Temmuz 19, 2009

Thom Yorke - The Present Tense

Thom'u bu yeni şarkısıyla kendisini sınıflarımda Present Tense anlatırken fon müziği yapacağım da haberi yok. Kötü ses ve görüntü kalitesi ama şükretmek lazım. Açın elleri, hadi bakalım bir ki başlıyoruz.

Cumartesi, Temmuz 18, 2009

Reset! Magazine Müzik Blog'u


Biz Reset!çiler bazen Reset! Blog'da ona buna şuna herkese haberler dağıtıyoruz. Arada sırada bakmanız herkesin yararına olur sanırım.

Grizzly Bear - "Ready, Able" on Letterman

Bu şarkıyı yapan bu adamlara buralarda daha çok rastlarsınız gibi geliyor bana. Her dinleyişte nasıl bir şarkıdır diye sormaktan bıkmadım.

"They go we go, I want you to know, what I did I did."

Kings of Convenience - Mrs. Cold

Yeni Kings of Convenience. Tam da mevsimi gelmişken...

Salı, Temmuz 14, 2009

Moderat

Basatap ilk çıktığında, müzik dergilerinden hevesimi almış, kendi imkanlarımla, orada burada bulduklarımla yeni müzikler dinliyordum. Sonra bir gün dergi raflarında bu dergiyi gördüğümde elime almadan duramamıştım. Gerek tasarımı gerekse içeriğiyle birçok dergiden kolaylıkla sıyrılan o haliyle favori müzik dergim haline gelmişti. Geçen gün Y. aracılığıyla, haftalık online bir dergi haline gelmiş olan Basatap'ın bu yeni halinde yazmaya gönüllü oldum. Bu hafta uzun süredir yazmak isteyip bir türlü başına oturamadığım Moderat albümünü yazdım, rahatladım. Buyrunuz:

Modeselektor + Apparat = Moderat @Basatap

Pazar, Temmuz 12, 2009

Ebony Bones!


Ebony Bones! kafasının içindeki cümbüşü üzerindeki kıyafetlere ve yaptığı müziğe aslına uygun, birebir aktarabilme konusunda çok başarılı bir İngiliz kızın başının altından çıkıyor. Eğer yaptığı müziği belli bir giyim tarzına benzetecek olsaydım, tüm albümü dinledikten sonra aynen böyle bir şey tarif edebilirdim. Kolay dinlenebilir, dinlerken mutlaka dans etme isteği içine sokan eğlenceli sözlere ve adlara sahip (mesela ""Don't Fart on My Heart") şarkılardan oluşan Bone of My Bones adında bir albümü var Ebony Bones!'un. Prodüksiyondan, şarkı sözü yazarlığına kadar her işini kendi yapan multi enstrümentalist bu kızın acilen ve büyük bir hevesle dinlenmesi talebinde bulunuyorum. Sonra hepimiz diş macunu tüplerinden rengarenk şeritlere sahip halde çıkacağız. Söz bak.




Ebony Bones! - W.A.R.R.I.O.R.

Local Natives

Birkaç gün önce Reader'da birikenleri temizleme girişiminde bulundum. Başarılıydım da ama saatlerimi aldı 999'u görmek. Arada bir grup gözme çarptı Local Natives adında. Dinlemeye başladığım andan itibaren Sex and The City'de Charlotte'un dediği "One woman's trash is another's treasure" dediği o an geldi. Dedim ki kendi kendime, bunu çöplükten çıkarıp bloga koymalı dinletmeli ve birilerinin sevdiği bir şey haline getirmeli.

Velhasıl grubumuz Grizzly Bear'ı anımsatıyor orkestrasyon bağlamında. Hatta onları bana tanıtan sitede şöyle de bir tanım mevcuttu gruba yönelik "If Arcade Fire were more interested in visiting the beach than reaching for heaven they’d probably sound a lot like Local Natives." Bu tanımdan grubu sonra ıskalamamak elde değildi tabii. Pırıltılı piyanolar, hep bir ağızdan yapılan back vokaller, coşkulu şarkılar derken tüm şarkılar bir biri ardına akıyor ve tekrar tekrar dinletiyorlar kendilerini. Kaliforniya'lı gruba ait favori şarkım Airplanes. Bu onun ve Camera Talk'un videosu:




Bu da indirilable uçaklarınız:

Local Natives - Airplanes


Björk - Voltaic

Björk - Voltaic Trailer from Trumiko Argh on Vimeo.

Cumartesi, Temmuz 11, 2009

Bowerbirds - Bright Future

"Shake me, Shake me, Skyscraper"


Dağ çilekleri yemiştim. O herkesin öle bayıla yediği sevimli şeyleri sevmemiştim. Birkaç denemeden sonra sevemeyeceğimi anlayıp bırakmıştım. Sonra sevmediğim başka şeyleri de bıraktım. Bu soldaki ise bu aralar sarılıp mıncıklayabildiğim tek şey.

Geçen gün B. ile otururken, artık etrafımdaki insanlara bakıp sanki onlarla yaşanabilecek deneyimlerin özünü birkaç saniye içinde algılıyormuşum hissine kapıldığımı anlattım. Mesela dün metroda bir anda yanıma oturan birine bakıp, o insanla beraber olmanın tüm inceliklerini fark ettim tıpkı az önce dediğim gibi. Kendimi Grenouille gibi hissediyorum. O da kokuların özünü yakalıyordu. Sonra sevdiklerinin peşine düşmüştü. Sonunda ise en azından istediğine kavuşmuştu. Tek bir mendil sallayışta, etrafındakilere secdeye getirebilecek o hedefe ulaşmıştı. Ve fakat ben neyin peşinde olduğumu bile bilmiyorum. Bir şeyin peşinde miyim ki acaba diye soruyorum kendi kendime. Sanırım iyiden iyiye kabuk değiştirdiğim bir dönemin içindeyim. Halbuki kabuk değiştirmenin zamanı mı şimdi?!

Her neredeysem orada değilim bir de. Bu da kayıtlara geçsin.

Ankara bu aralar fazla sıcak. 60 koruma faktörlü güneş kremleriyle dışarı çıkma vakti geldi de geçiyor bile. Pazar günü Seğmenler planımız var. Bu hafta sonu ise kendimi kitap okumaya ve dinlenmeye adayacağım gibi görünmekte.

Canı sıkılan proje yapıyor son birkaç senedir. Ben bu durumla ilgili karışık hisler içindeyim. Yaptığın müzikten canın mı sıkıldı, artık kendini duymaktan utanıyor musun? Hemen kendini feshet, hep yapmak istediğin şeyi yap. Eğer bir de ilk çıkardığın albümlerle biraz popüler olduysan, en saçma şeyi bile yapsan kabul görecektir çoğu kez. O yüzden sinire strese de gerek yok. Sanırım bu sebeptendir, farklı isimlerle ve farklı müziklerle çok kez garantici bir şekilde rahatlamak için random bir nickle orada burada küfredip, hiçbir sorumluluk almadan istediği zaman bu kimliği yok edip hala kendi "ben"ini koruyabileceği projeler yaratma isteğindeki artış.

Ben de işte Julian Plenti'ciğimin albümünü dinlemeye başladım az önce. Onu dinliyorum ama pek de sevemedim. Oldukça yavan, yeni bir şeyler yapmaya çalışmış hissiyatına kapılıyor insan fakat alakası yok. Sanki fazla Akdeniz havası solumuş bu ara Paul ama maalesef New York içine öyle bir işlemiş ki kendini istediği kadar o İtalyan erkeği havalarına soksun, gömleğinin yakasını açsın, altın kolyeler taksın, yine de içinde sürekli huzursuz bir adam var. Henüz çok dinlemedim ve haliyle hazmedemedim ama, ilk izlenim olarak diyebilirim ki kendini olur olmadık tehlikelere atan, oraya buraya savrulan, estet erkek sözlerini yine görebiliriz albümde. İstediği kadar Madrid Song yazsın, o CocoRosie'msi dış dünya seslerini aralara serpiştirsin, o gitarları istediği kadar tıngırdatsın, Paul yine bizim Paul ama bu sefer kendisinden epey sıkılmış olmalı. Paul özüne dön hayatım, bu Julian halin beni pek açmadı haberin olsun. Skyscraper'ını sevmiş olmam tüm albümdeki o yaz hissini görmezden gelmemi sağlayamadı henüz maalesef. "Shake me, Shake me, Skyscraper" dediğin o kısacık şarkı istisna ama bilesin. Hemen aşağıda o da. Ulaşınız, dinleyip seviniz rica ederim. Yoksa çok bozulur adamcağız.

Julian Plenti - Skyscraper



Yarın güzel birkaç müzisyenden bahsedeceğim sanırım. Ama şimdi ıslak saçları kurutmak ve yatağa girip başka hiçbir şey düşünmeden uykuya dalmak gerekiyor.

Domo. Sana da.

Cuma, Temmuz 10, 2009

The Clientele - I Wonder Who We Are

Sabah uyandığında görürsün belki bunu. Ne de olsa günü güzelleştiren bir şey yeni bir The Clientele dinlemek.

Perşembe, Temmuz 09, 2009

"February 10th. Sunday. Noise. Peace."

Bazen kendi sesime yabancılaşıyorum soluksuz konuşmaların ardından. Beynim sürekli "Bu kimin sesi" sorusuyla meşgul halde bu aralar sanırım. O şaşırınca ben de şaşırmış sayılıyorum.

Paralize olmuş gibiyim. Yeni şarkılar dinlemek isteyip, dinlemiyorum, dinleyemiyorum. Aramaya halim yok. Temmuz ortası geldikçe üzerime yine gölgeler düşüyor.

"Bir gün bir fotoğraf çektireceğim kocaman gülümseyerek" diye kendi kendime başladığım cümlelerin arka planını düşündükçe için sıkılıyor. Bir omuz bulup başımı üzerine koyup uyusam diyorum uzunca bir süre. Bulunca da arkama bakmadan kaçıyorum. Tam bana uygun bir tutum.

Az önce Last.fm'de müzik kütüphanemden rastgele şarkılar dinlerken, Max Richter'in o en çok sevdiğim Old Song'u çalmaya başladı. Üstüne bir de hislenmişken sözlükte bu başlık altına ne yazılmış diye merak edip baktığımda bir tek kendi yazdıklarımı gördüm. Altındaki tarihte ise iki sene önce bugünün tarihi vardı. İçimde bunun hiç de iyi hallere işaret etmediğini söyleyen his yumakları uçuşuyor.

Şubat 2013'te Şubat'ın 10'u Pazar'a denk geliyor. O Pazar'ı bekliyorum tıpkı iki sene önce de beklediğim gibi.

Günlük iç sıkıntısı seansımızın sonuna gelmiş bulunmaktayız. Bizi seçtiğiniz için teşekkür eder, bir sonraki seyahatinizde tekrar buluşmak dileğiyle, sıkıntı dolu günler dileriz. Öperim.

Salı, Temmuz 07, 2009

Cuma, Temmuz 03, 2009

"I'm too busy to be ..."


Oradan buradan haberler vs şeklinde başlamak istiyorum. Akabinde bakılan bir kahve falından sonra her şeyin 180 derece dönebilmesi ihtimalinin tam da ön görüldüğü gibi karşıma çıkması. Ne yapmam gerektiğini her karar veriş arefesinde olduğu gibi bilmiyorum.

Eluvium'u ne çok dinlerdim. Hala dinliyorum. Yalnız dinlemeyi daha çok tercih ediyorum. Etrafımda kimse olmasın. Aklımda kimse olmasın... Ancak öyle zamanlarda kafam kaldırıyor.

Yarın annem ve kızkardeşim buraya teşrif edecekler. Kardeşim bölüm birincisi olarak mezun olmuşmuş. Hiç de gitmek istemiyordu yarınki kep törenine ve fakat anne tribi sebepli fikir değiştirdi. Yarın G.'nin suratsızlığı ve annemin yüzündeki mutlu ama gücenmiş ifadeyle dolu bir akşam ve en az bir hafta sonu geçireceğim demektir bu da. Yarın ayrıca gerek sabahtan 3'e kadar dersim olmasıyla, gerekse 3:30'daki toplantıyla ve hatta ve hatta pasaport için bankaya para yatırmaya çalışmak zorunda oluşumla gönlümde apayrı bir yere de sahip şimdiden. Yarına karşı içimde çılgın bir sempati besliyorum. "Sempati beslemek" hem de "evde" demişti birisi. Taa 15 Eylül'lerden 2007'lerden reader'ımda kalmış. Anıyoruz kendisini burada eğer hatırlarsa.

Saçlarımı kestirdim. Kleopatra denilen türden, küt müt oldu. Sonra küt derken, pat küt oldu ve birileri bana kafa göz dalma girişiminde bulundu. Sonraysa yemeye karar verdi. Ne hoş.

Garip bir adamla tanışmıştım birkaç hafta önce. Bana kitaplar da verdi. Onları kafamı toparlayabilirsem okumayı düşünüyorum bu hafta sonu. Bir de yeni şeyler dinleyip buraları hep müzik yapasım var. Şimdilik sizi Fifths of Seven'a çokça benzettiğim pek bir şahane Clorinde'gilleri dinlemek için Bozuk Kaset'e alalım. Yazısı için de Reset'e.

Çarşamba, Temmuz 01, 2009

"I'll find you that French boy, You'll find me that French girl"

Zaten sıcak, bir şeyler yazamıyorum istediğim gibi bu aralar. Blogu şen dul haline getirmenin vakti gelmişti zaten. Friendly Fires'ın Paris'ini bir güzel yapmışlar, ne sen sor ne ben söyleyeyim. Ama sen dinleyebilirsin bak.



Friendly Fires - Paris ft. Au Revoir Simone (Aeroplane Remix)