magic doors etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
magic doors etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çarşamba, Kasım 26, 2008

"I guess it's just the person that I am"



10 sene geçsin ve Portishead bana o yaşımın müziğini yapsın istiyorum. Başlığı o zaman doğru atmış olurum belki.

Perşembe, Mart 27, 2008

"again, again i'm wrong, and i confess..."

Bazen düşünüyorum eskiden bana çok normal gelen şeyleri. Nasıl bir delilik halindeymişim de bunları normal bir şeymiş gibi görebilmişim o zamanlarda diye şaşırıp kalıyorum. Koskoca zaman farklarıyla nasıl başetmişim diyorum.

İstiyorum ki bir de şu şarkıyı dinleyin. Pek sevdiğim bir müzik blogunda övülmüş kendileri. Ben de pek başarılı buldum vokalle müziğin uyumunu. Ayrıca bu da myspace sayfaları; bir gözatın.

Zamanında birisi bana "Sen sevilmek için yaratılmışsın" demişti. Ben de karşılık olarak "Sen de öylesin" demiştim. Sonra birbirimizi sevmeyi öğrenmiştik sanırım beraber eş zamanlı bir halde. Ben ise hep tam tersi, sevmek istemişimdir sevilmekten ziyade. Tamam, kabul ediyorum, her ikisi aynı anda oluca şahane bir şey oluyor. Hayatımda bir kez o dengeyi yakalamıştım. Bir daha da yakalamayı ummuyorum zaten çok uzun süredir ama gerçekten de sevmeye daha istekliyim ben. Sonra kendim gibi insanları bulunca sorun yaşıyorum sanırım. Birileri de zamanında kadınlar sevilmeye önem verir gibilerinden bir şeyler söylemişti. Zaten ben de kadın olduğumu hiçbir zaman iddia etmedim bilinen manada. Bilinen manadan kastın nedir diye soracak olursanız, standart bir kadın imgesi vardır ya hani, erkeği peşinden koşturmak için türlü numaralar yapar. Çünkü ancak peşinden koşulacak bir şeye sahip olduğu yanılsamasını kaçarak yaratabileceğini düşünür. Değer verilmesi gerekilen özelliklerinin kendinde olan özündeki özellikleri olduğunu bir türlü idrak edemez veya belki de kendine güvenemez. Bu yüzden kaçmaya eğilimlidir. Kendini saklayıp durur bir yerlere. Aslında ilişki onun için stratejik bir şeydir. Hiçbir zaman attığı adımı tam atmaz. Hep yarımdır veya atar ama iki adım geri çekilir hemen ardından ki daha değerli olsun hani erkeğin gözünde. Ben de sanırım böyle stratejilerle parmağımın ucunda oynatabileceğimi bildiğim erkeklere karşı bir saygı duyamadığımdan, onlara karşı aşk yaratamıyorum içimde. Yaratmak diyorum çünkü cidden de aşk yaratılan bir şey; en azından benim için böyle. Ancak saygı duyduğum, benimkilerle bir şekilde çarpık da olsa eşleşebilen özelliklere sahip insanlar ilgimi çekiyor. Sonra bu insanları tanıdıkça onlara aşık olabilme olasılığım yükseliyor. Bazen tanıdıkça daha da uzaklaşıyorum. Zaten şunun şurasında hayatımda cidden sonuna kadar aşık olduğum kaç kişi oldu ki. Birinin yeri apayrı, diğerinin yeri ise kazı çalışmalarında harabeye dönmüş halde. Hiçbir iz kalmayacak şekilde kazıyordum delik deşik ediyordum bir süredir orayı. Şimdi durdum. Yeni bir şeyler inşa edeceğim oraya yakında, hissediyorum. Hissediyorsam doğrudur diyorum ve retroya bir ara veriyorum, konu her neyse ona dönüyorum.

Neyse işte, diyordum ki saygı gösteremediğim birine aşık olamıyorum. Peşimden koşan birine de saygı duyamadığım için öyle kaçmıyorum etmiyorum. Her şey açık olsun istiyorum. Peşinden koşulacak bir şeyim yok ve beni bu halimle sevsin, bu halimle bana aşık olsun istiyorum. Çünkü eğer o peşinden koşulacak bir şeylerimin olduğunu düşünüyorsa bunun bir yanılsama olduğunu ve bu yanılsamanın ikimizi de içinde bulunmak istemeyeceğimiz sulara çekeceğini biliyorum. Sırf o durumu yıkmak için elimden geldiğince kendimi gösteriyorum ona. İyi de yapıyorum bence. Ama evet sevmek istiyorum, aşık olmak istiyorum. Birinin bana olan sevgisinden ziyade benim o kişiye hissettiklerim daha önemli sanırım benim için. Yoksa kendimi aldatıyor gibi hissediyorum; yaşadım oradan biliyorum.

Bazen de hayatım boyunca tek yaşayabilir miyim diye düşünüyorum. Sanırım bu da mümkün. Gerçekten de hiçbir zaman aslında hiç kimseye ihtiyaç duymadığımı biliyorum. Tabii aşk meşk öyle ihtiyaçtan olmuyor. Gerçi daha geçenlerde tam tersini iddia ediyordum hararetle ve etrafımdaki herkesi buna inandırabilmiştim de verdikleri ilk ciddi karşı tepkilerine rağmen. Böyle de yanar döner bir insanım. O yüzden inanmayın bana.

Bazen de böyle ciddi, kesin ve hatta zaman zaman cheesy tanımlar yapıyorum ya kendimce hayatla ve türlü zırvalıklarla ilgili, en çok da o zaman hastası oluyorum kendimin. Bir gidip çay koyuyorum, geçiyor.

"I don't know who i'm meant to be"

Şimdiii... Kimseyle görüşmek istemediğim, kendi halimde evimde oturup çayımı, kahvemi yudumlamayı amaçladığım bir günün ortalarındayım. Tv açık her zamanki gibi. Sunshine adlı bilim-kurgu olduğu söylenen bir film varmış. İzleyeceğimden değil ama dursun istediğimden arada bir gözucuyla bakmak üzere açtım bu filmi. Açıklamasında ayrıca "Yakışıklı oyuncu Cillian Murphy'nin oynadığı" şeklinde bir kısım var. Hatta açıklama aynen böyle başlıyor. Yönetmen Danny Boyle'dan hiç bahsetmeyeceklermiş hatta ama utanmışlar ve sonuna eklemişler gibi bir izlenim de edindim tabii. Bir filmi tanımlarken filme yapılacak en büyük şanssızlık bu olsa gerek. Bilim-kurgu filmindeki karakterlerin yakışıklılığıyla ilgilenen birileri varsa izlemesin zaten filmi; açsın Google'ı, aratsın adamı ve resimlerine doya doya baksın demek istiyorum.

Neyse işte... Dün yaşadığım sinir bozucu saçmalıklardan sonra bugün evimde sakin bir gün geçirmeye çalışıyorum. Bir yandan da yeni bir blog açtım. Arada bu zamana kadar yazıp da biriktirdiğim ve yazmayı planladığım sanat sepet hakkındaki yazılarımı burada yayınlamayı düşünüyorum. Bazılarınız bu projeden haberdar. Bazılarınız ise değil. Şimdilik bomboş olan Modern Art-icles adını uygun gördüğüm bu blog'a buradan ulaşabilirsiniz. Hatta bir de başka bir üyesi de olacak bu blogun büyük ihtimalle. Entel kuntel saçmalıklarımızla burayı dolduralım diyorum ve bu blogun laklak çene yaparak harcadığımız bu yöndeki enerjimizi akıttığımız, hiçbir işe yaramayacak olsa bile fikir çöplüğü haline getireceğimiz bir arşiv olmasını istiyorum.

Onun dışında bugün D.'ya ve D.'e ve hatta A.'e dert yandığım konularla ilgili yeni bir gelişme yok. Ayrıca açık olan o filmi de kapadım az önce. Yakışıklılık veya güzellik bir yere kadar izletiyormuş filmi. Hoş izleme gereksinimi bile duymadım ama. Neyse.

Laura diye bir grup var. Post-rock yine. Pek hoşlar. Listelerimize Avustralya'nın Melbourne yöresinden katılmaktalar. Özellikle bir şarkıları var ki ismi pek manidar kendisi pek güzel: "It's kind of like the innocent smiles you get at the start of a relationship before you fuck everything up". Dinlemeniz için tıklamanız yeterli.

Budur.

Perşembe, Mart 13, 2008

Headcleaner

Az önce Muzo'yla konuşurken In Rainbows'u kafa temizleyicisi, zihin resetleyicisi olarak kullandığımı söyledim. O da öyleymiş. Eminim bizim gibi bir çok insan vardır.

Mesela bir süre bir albümü dinliyorum. O albümden sıkılıyorum, ki evet ne dinlesem bir süre sonra sıkıyor. Ne dinlesem diye bakınırken kendimi In Rainbows'u açmış, çoktan Nude'a gelmiş buluyorum. Bir tek onlar sıkmıyor belki de beni (bu sıralamada onlardan hemen sonra LCD'm geliyor tabii). O yüzden In Rainbows'un kişisel sözlüğümdeki yeri Headcleaner sözcüğünün yanıbaşı oluyor haliyle.

Geçende Sigur Rós'un Heima'sının yutub semalarında tam zamanlı videosunu görünce mutluluktan zıplamıştık ya, geç de olsa ben aynı şeyin Scotch Mist kayıtları için de geçerli olduğunu gördüm. Artık canımız sıkıldığında bir Heima, bir Radiohead izleyip aspirin almış gibi her derdimize çare bulacağız. Portishead'in yeni albümü Third'ü dinlerken böyle sözler yazmam onlara ayıp mı bilmiyorum ama kendilerinin Third'ünü de sevdim sanırım. İlk beş şarkı, özellikle de The Rip ve Silence pek hoşuma gitti. İkinci beşte ise Magic Doors eski Portishead ruhuma geri döndürdü beni. Albüm çok Akrep ve çok Oğlak. O yüzden yine ölümcül etkileri ara ara hissediliyor. Ama yine tabii kanım dondukça, içim sıkıldıkça In Rainbows'a dönüş gibi bir rutin benimsediğimden şu videoları izlemekteyim şu anda. Siz de izleyin diye buraya ekleyeyim istedim. Hizmette sınır yok!