Cumartesi, Ağustos 30, 2008

"Words are very unnecessary, they can only do harm"

İki gündür yalnızım evin içinde. Kardeşlerim ve anne-babam İstanbul civarlarında gezinmekteler. Bir yandan da kızkardeşim için Exeter'den biriyle görüşme yaptılar. İyi şeyler olacak kardeşim için bu sene sonunda diye bekliyoruz bakalım.

Dün yorucu bir günün sonunda, U. ile birlikte dışarı çıkalım dedik. O karara varana kadar yüzbin tane farklı plan program yapıp bozduk ama yine ilk baştaki kararımız olan dışarı çıkma ve içme fikrine döndük tam beklediğimiz gibi. Sonrasında da tam buluşmak üzereyken Tribeca önünde, İ. aradı. O sırada oralardaymış. Hatta oralarda olmak bir yana karşı kaldırımdaymış. O ve T. ile birlikte dört kişi olarak şu anda adını unuttuum ve muhtemelen de br daha gitmeyeceğim bir yere oturduk. Bir şeyler içip sohbet ettikten sonra, onlar kalktılar ve biz de Minna's civarlarına geçtik. Ben yarım saat içinde üç şarkı ile geceyi bitirdim. Son şarkı olarak My Funny Valentine vardı tabii ki. Başka bir şarkı olması beklenemezdi zaten. Şarkıyı söylerken neler neler geçti gözümün önünden. Böyle benim için anlamı olan şarkılar söylerken sanki ölmeden önce insanın gözünün önünden geçen film şeritlerine benzer bir şeyler görüyorum. Bir yandan şarkıyı söyleyip veya dinleyip bir yandan da izliyorum... Ma şarkılara çok anlam yüklediğimi söylüyor. Bilmiyorum, belki de öyledir ama bazı şarkılar var ki o şarkılar ölüm kadar güçlü etkileri var demek ki. Yoksa o film şeritleri kolay kolay geçmez insanın gözünün önünden.

Velhasıl, dün gece bu gece de geleceğimi söyleyerek ayrıldık oradan ve fakat görüldüğü üzere buradayım ve bu satırları evimden, minik odamdan yazmaktayım. Oradan Nada'ya gidip biraz zıplayalım istedik. Zıpladık ve eve döndük. Bugün sabah yapılacak kahvaltı herkes tarafından yorgunluk sebebiyle satıldı. Bu herkese ben de dahilim tabii.

Bu sabahsa kahvaltıyla ilgili telefon trafiğine yakalanıp sabah 9'da uyandım ve Reader'ımda birikmiş olan 23847238947 item'ı 2 saat içinde yarıladım. O sırada U. Starbucks teklifinde bulundu. Olur dedim zira uyanmam gerekiyordu. Güzel sohbetli bir kahve seansından sonra Ben X adlı filmi de alıp eve vardık. Filmi zaten M. birkaç hafta önce tavsiye etmişti. Merakımdan hemen indireyim istemiş ve fakat bir türlü becerememiştim. Tavsiye ettiği kadar varmış. Filmin ana karakteri Ben üzerinden 90 küsür dakikalık bri felç iniyor üzerinize. Onun tepki verememesi, engelleri izleyicinin elini kolunu bağlıyor. İnsanların acımasızlığından nefret edip küfrü basıyorsunuz içinizden ama sözler bir türlü ifade edilemiyor ve ağızdan ıkamıyor tıpkı Ben gibi. Mutlaka ve mutlaka izlenmesi gerekiyor bu filmin. Sadece sonundaki Svefn g Englar ile yapılan göndermeler için bile izlenir diyorum ben.

Bugünü bu şekilde tükettikten sonra insanların acımasızlığından başlayıp, şu anlarda insanların cheaterları anlama modülüne kadar gelen bir konuşmanın ortasına gelmiş bulunmaktayım. Bu noktada bugün izlediğim filmdeki ifade engeline takılıp içten içe delice sinir olmuş olmama rağmen, M. ile yaptığımız konuşmanın bu noktasında başlıktaki Enjoy the Silence alıntısı öyle doğru geliyor ki. Hatta konuşmanın şöyle bir kaç yerini buraya yazmak istedim. Bir sonraki yazıya o halde.

0 saçmalayan daha çıktı: