sinir stres etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sinir stres etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çarşamba, Mayıs 20, 2009

"so i locked the door"

"Saçlarımı tel tel öperdi. Uykuya dalardım. Klimt'in elinden çıkmış tablolara dönüşürdük. Benim saçlarımdan dökülen çiçekler onun vücudunda saf renge dönüşürdü. İçimde barınan ve benden beslenen tüm o ayrıntıları sadeleştiren tek şey oydu."

İnsanların sinirleri gerim gerim geriliyken sessiz kalmaları o gerilimi daha da can sıkıcı yaparken, durumun daha kötüye veya daha iyiye çevrilmemesi için tam da bu sessizliğin gerekli olması epeyce ilginç geliyor bana.

Aslında geceye daha güzel devam edesim vardı ama Husbands and Wives izleyeyim diye bilgisayara taktığım dvd bir anda kendini görünmez kılıp, olduğu yerden çıkarılmayan hale geldi. Tabii ki çıldırıp yaklaşık bir buçuk saatimi onu slottan çıkarmaya harcadım. Durumu hallettiğimde ise anlık bir rahatlama ile bir adet sigara içtim. Sonra tüm gün üzerimde olan o gerginliği yeniden hissetmeye başladım. O sırada benimle iletişimde olan bazı insanlara arada ekrana bakarak bağırdım ama hiç belli etmedim. Sustum genelde. Yatayım artık falan dedim hatta birkaçına. Eğer buraları okuyorlarsa, uyumadım ben, burdayım ve hala içimdeki sıkıntıyı bir yere boşaltamadığım için kafamın içinde voltalar atıyorum.

Arada ufak ufak söylendikleri anları daha da eğlenceli kılması planlanmış sözlerin birikip birikip böyle zamanlarda insanın içinde patlaması, geleceğin zaten neolacakbilinmezliğini daha da belirsizleştirmesi üzerine söylenecek elbette bir şeyler bulunuyordur ama söylersem daha da saçmalarım diyerek susayım en iyisi bu konuda.

Yarına yine bir öğledensonrasıparkseansı beni bekliyor olacak. Biraz kitap okumak ve ağaçların gölgesinin altında çimenlerin üzerinde kitap okumak ve müzik dinlemek iyi gelecektir diye ummaktayım. Eğer o etki oluşmazsa da şu önümüzdeki birkaç günü bu halimle geçirebilir miyim bilemiyorum.

Geçen sene bunun bilmemkaç katı kötü hissettiğim vakitlerde sürekli LCD Soundsystem dinlerdim. Bir nevi o sıralarda içimde birbiri ardına patlayan kötü hislere karşı ayna vazifesi görüyordu o hiçbir şeyi kaale almayan şarkılar. Şimdi yine aynı şarkılara dönüş yapmamak için bazı virajları dikkatli almak gerekiyor ve bunun farkındalığıyla kendimi sabahtan beri bir Justice'in bir de Bach'ın ellerine bırakmış haldeydim. Şimdiyse kürkçü dükkanına geri dönüp biraz Mogwai'den sonra yatağıma gidip uyumayı ve bu sefer güzel rüyalar görmeyi planlıyorum.

Cuma, Şubat 27, 2009

sinirstres




Çooooooooooooooook sinirliyim.

Pazar, Ekim 19, 2008

"All I ask is just one thing..."

Ben bu aralar çok sinirliyim. Parlıyorum aniden. Ona buna sinirimi akıtıyorum maalesef ama bazen de hakediliyor bazı laflar sözler, hakediyor olduğunu kabul etmese de insanlar. Pek umurumda olduğunu düşünmüyorum, tıpkı her zaman da umurumda olmadığı gibi.

Yoğun zamanlarımın tamamen bitmesine iki hafta kala kendimi rahatlatmanın yollarını arıyorum bazen. Şimdi de havuza mı gitsem diyorum, bir yandan yeni bir şeyler dinleyeyim diyorum ama müzik dinleme fikri beni tatmin edebilecek kadar yeni bir fikir değil. Film izleyemiyorum. Kimseyle konuşasım yok pek. Zaten dün yeteri kadar huysuzluk ettim tüm gece. En son birileri yüzümün orta yerine bir tokat indirseydi belki düzelmiş olurdum şimdiye.

Bugün fazla duygusalım belli sebeplerden de. Telefonda babamla konuşurken aniden ağladım, adam ne diyeceğini şaşırdı. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi dalga geçtim kendimle, o daha da şaşırdı bu sefer. Babam ama o; anlar.

Kızkardeşlerimden birine, daha dark side olanına kızgınım dün geceden beri. Dün gece eve geldiğimizde, yüzüne bakarak avazım çıktığı kadar bağırmamak için zor tuttum ve kendimi odama kapattım içeride D. ve K.'ı bırakarak. Bugün de hiçbir şey yapmamış gibi yanıma gelip gayet güzel sözlerle bana bir şeyler sordu. Yüzüne öylece baktım.

Bugün Ş.'i de ara ara boğmak istedim. Daha saf görünmek gibi bir gaye ile -ki halen anlayabilmiş değilim neden öyle görünmek ister 27 yaşındaki bir kadın- nasıl olur da bebek veya çocuk gibi bir ses tonuyla veya tarzla konuşur insanlar? Manyak mısınız? Absürd seslerle konuşunca iğrenç oluyorsunuz. Ne kadar yakın olsak da size en olmadık adi şeyleri söyletmek için sizinle hiç olmadığım kadar uğraşasım geliyor.

Gecenin tavsiyesi:

Glissando'nun Grekken'ini dinleyin, "You made me kill myself" cümlesinden sonra insan olun.

Salı, Ekim 23, 2007

İçeride bir şey unuttum...

Evet, sanki bir süreliğine alıp başımı terkettiğim mekana geri dönmüş ve unuttuğu şeyi aldıktan sonra tekrar gidecekmiş gibi hissettim.

Yazıyorum çünkü anlamadığım bir şeyler var Türk insanıyla ilgili... Aylardır bir yürüyüş trendidir gidiyor. İktidara karşı başlayan bu yürüyüşler sonunda sandık ki adam gibi bir seçim yapılacak ve o seçimle daha düzgün ve şeffaf bir yönetime kavuşacağız. O kadar insan galeyana gelip de Anıtkabir'e yüründüyse tabii bir şeyler değişir dedik. Ama tabii yürümekle bitmiyordu iş, kimse bu gerçekle yüzleşmek istemedi.

Yokmuş öyle bir şey; acı bir şekilde deneyimledik Temmuz ayının üçüncü haftasında. Türkiye'nin diğer bir yüzüyle istemeye istemeye tanıştık yine yeniden. Bunların hemen akabinde cumhurbaşkanı seçimi oldu. Orada da AKP durumu 3-0 yaptı (2003 seçimleri 1-0 bitmişti, 2007 ile 2-0 oldu, bu da 3-0 işte) kendi evimizde deplasmandan beter yenilgiye uğradık ama Ortaçgil'in "bu su hiç durmaz"ı gibi "bu maç hiç bitmez" diyoruz şimdilik aptal bir optimizmle.

Bu kadar şeyden sonra şimdi dışarıda yine bir kalabalık var. Hatta bakın sokağınıza pencerenizden başınızı çıkarıp. Tüm Türkiye'de insanlar yine sokaklara döküldüler. Ellerinde bayrakları orada burada sloganlar atıp duruyorlar... Bağırıyorlar öfkeyle terörizm karşıtı sözler söyleyerek. Dün de böyle bir konvoy vardı Ankara'nın güzide mekanı 7. cadde'de. Öyle kalabalık bir konvoydu ki sanırsınız Ankara'nın yarısı gelmiş arabalarına atlayıp. Hepsi kornalarına asılmış, pencerelerden, sun-roof'lardan dışarılara sarkıp olanca güçleriyle lanetler okuyorlardı. Korhan vardı karşımda. Sesten ve gürültüden ötürü birbirimize 1 metreden sesimizi iletemediğimiz o 15-20 dakika içinde Starbucks'ta oturan onlarca insan bu sloganlara karşılık verdi destekler şekilde. Biz ise oturduğumuz yerde olayları anlamaya çalışıyor, nasıl bir yere düştüğümüzü düşünüyor olmalıyız ki her fırsatta olayla ilgili yorumlar yaptık birbirimize. Bu yorumlardan bazıları işte beni buraya yazmaya itti de denebilir. Niye derseniz şöyle:

O konvoyda genel olarak genç insanlar vardı. Bir anda hain aklım savaşa ve kana susamış insanların yüzde kaçının askerden kaçmak için planlar yapmış veya yapıyor ve hatta yapacak olduğunu sorgulamaya başladı. Bu beyin gıdıklayıcı düşünceyi oyun hamuruyla oynarmışçasına oraya buraya çekiştirirken, bir bu kadar insanın Anıtkabir'e yürüyüşlerde yer aldığını ve fakat bu yürüyüşlerin amaçlarının tersine sonuç verdiğini de düşünmeye başladım bir anda. İçimdeki bıkmayan sorgulama merkezi bu sefer de Türk insanının tüm enerjisini böyle provokasyonlardan aldığını konu seçti kendine. Tam o sırada vicdanım devreye girdi ve bana"Ben herkesin içindeki en sinir bozucu şeyim. Beni unutma" dedi. "Hah evet!" dedim. "Bu olmalı cevap!" Kendi kendisini yönetemeyen, günlük çıkarımlar ve hesaplarla hayatını sürdürmeye çalışan, sabahtan akşama dizi izlemekten beyni sulanmış, dünyanın hiçbir derdini aklına takmayan, üç kuruş para için iktidara muhalefet olmaya cesaret edememiş insanlarla dolu bu içinde bulunduğumuz ülkenin insanlarının içindeki vicdan olamlı bu gürültü patırtının sebebi. Kanalturk'un "Kaç Kişiyiz" konulu anlamsızlıklarının verdiği fütursuz heyecanla oraya buraya "ben de varım" demek için ve fakat sorulsa ne için olduğuyla ilgili tek kelime edemeyecekleri mesajları atan, "Laiklik" kavramı altında yapılmış ve yapılacak her türlü sömürünün kurbanı olan Türk insanı ne zaman düşünmeyi öğrenecek diye düşündüm kendi kendime. Acaba ne zaman gazetelerimizde "Asalım, keselim" diyen yazarlar azınlıkta olacak, ne zaman vicdanımızı rahatlatmak, kendini sistemi değiştirebilecek bir güçmüşçesine hissedebilmek için değil de, gerçekten bir şeyleri değiştirmeye gönüllü olarak hareket etmeye ve yürüyüşler düzenlemeye başlayacağız. Ne zaman içimizdeki o değişim enerjisini aptal yürüyüşler ve sloganlarla tüketmek yerine, Türk, Kürt, Ermeni, Yahudi ayırmadan bir araya gelmeye, insanları mantık yoluna itmeye çalışıp akılcı çözümler bulmaya çalışacağız. Ne zaman terörist dediklerimizin beyni yıkanan bir avuç insan olduğunu, onların kanını dökmenin "kan davası" kadar saçma bir töreye benzediğini, birilerini öldürmek için ülkemizde o çok tabu olan "Tanrı"dan bile daha büyük olmamız gerektiğini farkedeceğiz. Artık bu yürüyüşlerin, bağırış çağırışların sonucunun hüsran olabileceği gerçeğiyle bu sefer yüzleşmeliyiz çünkü... Ve son olarak, ne zaman, zamanında şu anda hatırlayamadığım bir adamın dediği gibi günümüzün en büyük ahlaksızlığının milliyetçilik olduğunu düşünmeye başlayacağız...

Hala kapalıyız. Bugün git yarın gel.