apple etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
apple etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çarşamba, Eylül 10, 2008

"Sometimes I Don't Get You"

Cern'de insanlar son hazırlıklarını yaparken, ben burada Muzo'nun iTunes haberiyle mutlu ettim kendimi. iTunes onun dediği gibi güncel versiyonuyla Genius denen bir fasilite eklemiş kendine. Önce kendinize bir adet yurtdışı hesabı açmanız lazım. Bunun yolları var ve mesela benim Muzo'nun da yardımıyla birkaç dakikamı almıştı yapmak. iTunes bu Genius özelliğiyle bu hesaptan Apple'a yolluyor playlist'inizi. Sonra bir şarkı seçiyorsunuz. Bu şarkıya uygun şarkılardan akıllı bir playlist yaratıyor size. Benim denemem Asobi Seksu - Red Sea ile oldu ve sonuç şaşırtıcı derecede akıllıcaydı. Güzel olmuş. Listeye bakınca siz de güzel diyeceksiniz hissediyorum.

Perşembe, Ağustos 21, 2008

"Her neyse, demek istediğim dudaklarının şeklini ezbere çizebilirim..."

Bir ayda üst scroll'u bozulan bir mighty mouse'um vardı. Geçen hafta Panora'daki Karakayalar'a bıraktım kendisini. Bu aralar nasılsa bana ait olan veya benimle yakından ilişkili her şey bir tarafını bozuyor, kırıyor vs. Mouse'um da nasibini aldı tabii ve ben buna hiç şaşırmadım.

Gçen gün mouse'un onarılmış olduğunu haber verdiler ancak bugün gidebildim almak için. O sırada kızkardeşimin arkadaşı C. iPod'unun üç defa bozulmuş olduğunu ve artık daha ne yapması gerektiğini sorarken, daha lafı bitmeden gayet sevimli ve işi için gayet ideal bir sevimlilikte olan satış görevlisi atladı ve gülümseyeek gayet de naif bir şekilde şunu söyleyiverdi:

"Kadınlar çok sabırsızlar, eject etmeden aleti çıkarıveriyorlar. Sonra da bozuluyor tabii."

Sonra hiçbir şey olmamış gibi devam ettik alışverişe, eve geldik. Ben bugünkü işlerimi hallettim. Tam o sırada iPod'umu eject edecekken bu cümle aklıma geldi ve bu seferki yansıması epey ilginç geldi kulağıma. Kocaman bir genellemeyle iPod'u neden sürekli bozulduğuna kendinden emin bir tavırla saniyesinde cevabı bulabilmesine mi şaşırdım yoksa kadınların bu tavrının hakkaten varolduğuna mı yoksa yoksa bu adamın seksist bir satış görevlisi olduğuna mı anlam veremedim.

Bunun dışında haftasonu H. geliyor büyük ihtimalle. Onu Cuma gecesi gidip alacağım. Bir günümüzü beraber geçireceğiz. Orada burada sohbet ederek, bir şeyler içerek keyifli bir Cumartesi olsun istiyorum.

"Breaking and Entering" diye bir film var bir de. Jude Law ve Juliette Binoche oynuyorlar. Orada bir sahne var. Her bu filmi gördüğümde o sahneyi bekliyorum. O sırada ne iş yapıyorsam bırakıp içine giriyorum filmin bir anda. Kırılmış ve bozulmus bir evliliğin son zamanlarından birinde Jude Law karısına dönüp eski zamanlardaki hallerine geri dönmeleri için, beraberlikleri esnasında onları ne bu bozuk ilişki noktasına getirdiyse onu yoketmek istediğini söylüyor. Üstüne bir de kendisini en mutlu eden zamanlardan birinin de geçmişte bir gün karısının onun elini, hatırlamadığı bir nedenden ısırdığı andan bahsediyor, kadın ise ona bakıp nedenini hatırlamadığını ama o anı anımsadığını söylüyor. Üstüne kocasının elini tutuyor ve tüm o beraber eskitilmiş yılların yılgınlığıyla son bir defa güzel bir an yaratabilmenin cılız umuduyla ısırıyor. Gülümsüyorlar. "O zaman farklıydı ama" gibi bi şeyler söylüyorlar. Ama yine de gülümseyip yataklarına yöneliyorlar.

Az önce işte tam bu sahnede yakaladım bu filmi. Tam da paragrafa başlamamışken... Hüzün oldum buraya yazarken de. Her neyse... Öyle bir anda bulunmak istemiyorum ben sadece.

İyi geceler.

Çarşamba, Mart 05, 2008

Waiting for my very own Radiohead...

Bugün güzel bir gündü.

Saçmasalak bir bilgisayar oyununa başladım öğleden sonra 1 gibi. Sonra saat 3:30 gibi Muzo Gtalk'tan dürtmeseydi daha da başında otururdum. Dışarı çıktık, yemek yedik, kahve içtik. Klasik bir Muzo-Divina buluşmasından tek farkı, Muzo bana geldi. Karşılıklı açtık laptopları, hala öyle oturmaktayız. Ayrıca Werchter'e gitme fikrini ortaya attı Muzo. O dönemlerde bir Brüksel gezisi düzenleme sevdalısıydık zaten K. ile. Radiohead'i ve Sigur Rós'u bir arada görmek neden olmasın ki dedirtti bana? Kendileri bir aradayken en güzel ikisi bir arada zaten. Bir gün ben çok Sigur Rós'ken Radiohead'imi bulsam, hayattan başka bir şey istemeyeceğim; söz veriyorum.

Klasik Starbucks müşterisi triplerini sıraladım ben bugün her nereden geldiyse konu oraya... Hemen buraya yazayım istedim:

1- Apple laptop'ı, iPhone'u veya iPod Touch'ıyla wireless sömüren, elindeki aleti kullanırken Apple ailesine mensup olmanın acaip ve saçma gururunu taşıyan insanlar.
2- Elinde kalın bir kitapla oturan ve kitap okuyanlar.
3- Moleskine'ini açmış yazı yazan insanlar (buna ben de dahil olabilirim).

Bu tripleri, kendini Starbucks müdavimi olarak niteleyen insanlarda sıkça görebiliyoruz. Paket program gibi bu da hatta. Apple seven, Starbucks'ı da sevdi. Bu ikisini seven Moleskine'i ve Starbucks'ta kitap okumayı da sevdi vb.

O kahveyi içerken ne çeşit bir hissiyat içine giriyoruz ki böyle stereotiplere dönüşüyoruz bilemiyorum. Yani aslında sadece bir saniye düşünsem, konuyla ilgili insanları ve kurumları ve hatta hissiyatları yerin dibine sokabilecek şeyler söylerim ama düşünmek istemediğim, sinüzitimin azdığı bir gün bugün. Başım ağırlıktan öne düşmekte bazen. Muzo yüzüme her baktığında "Evet, şimdi son nefesini verecek" gibi bir ifade beliriyor yüzünde. Bazen verdiği tepkilerle beni korkutuyor. Oysa ki alakası yok. Sadece burnum akıyor ve alnımdan burnuma doğru çılgın bir akıntı var. Daha iğrençleşmek istemiyorum. Budur işte.

Bugün last.fm'deki sevimli grubum Winter Songs'un radyosunu dinledik. Ne iyi bir şey yapmışım dedim kendi kendime. Bu grubu açarken ne amaçlıyordum, hatta amaçladığım bir şey var mıydı bilmiyorum bile. 1,5 seneye yakındır 190 küsür kişinin üyesi olduğu bir gruba sahip olmak, binlerce kilometrelik uzaklıklarla insanları birbirine bağlamak (koca bir buket çiçeğin saplarından birbirine bağlandığı o yerde bu grup duruyor sanki) sonra da onların dinledikleriyle bir geceyi geçirmek çok hoş bir şeymiş. Siz de dinleyebilirsiniz pek tabii. Tavsiye ediyorum.

Neyse daha fazla uzatmayayım. Bu stereotip mevzuuyla ilgili daha farklı bir şeyler yazacağım. Arada sırada o maddelerden bir tanesi haline gelebildiğim için midir bilinmez, çok battı bana bu tespit. El atacağım. Belki yarın, belki yarından da yakın diyeyim de alnımdan burnuma doğru seyreden akıntının aksine ne kadar kalitesiz bir düşünce akışım olduğu anlaşılsın.

İyi geceler.

Pazartesi, Mart 03, 2008

Dear iTunes, please restore my iPod

Gün geçmiyor ki iTunes yeni bir hata çıkarmasın. Nedir bu programdan çektiğim diyeceğim ama bu vakit oradan bir Apple kafa olan Muzo çıkacak, "Mac al o zaman" diyecek ama ufukta öyle bir şey görünmüyor yakın zamanda. iPod'umu restore etmeye çalıştı az önce adi program. Nefret etmekteyim kendisinden. Öyle işte. (Son olarak bu yazıyı bitirmeye yakın artık daha fazla troubleshootingle uğraşacak halim kalmadığından, aldığımdan beri hiç yapmadığım o restore işlemini yaptım sonunda; hayırlı olsun bakalım)

Onun dışında her gün daha daha iyileşiyorum ben. Bugün sınıfta bir an sorulan bir sorudan hemen sonra ilginç bir aydınlanma anı yaşadım. Metafizik kafalar "revelation der sanırım buna. Ama benim kafama düşen şey ise daha ziyade şöyle bir şey olabilir:



Aklım tıkır tıkır işlerken, bana iyi hissettiren yerlerde dolaşıyorsa benden daha keyiflisi olmuyor. Herkese kafasına bu kitaptan bir adet diliyorum. Arada bir düşsün, bizi kendimize getirsin.

Yeni olan her şeyi hayatıma doldurma isteğim tekrar içimdeki yerini aldı. Heyecanla önündeki sahnedeki oyunu ve oyuncuları bekliyor kendisi. Onun dışında eskilerle de barışık haldeyim. Eskiden kaçtığım bazı anılar, görüntüler, kişiler, müzikler, kokular etkilemiyorlar beni. Geçip gidiyor her şey kendi olağanlığında. Bu çok güzel bir şey. Geçtiğimiz aylarda birisi beni arayıp "Şu hale geleceksin" deseydi, "İnanmam" diyip kapatırdım Vodafone reklamındakiler gibi. Maksat karşı tarafa fazla yazmasın.

Pazartesi, Şubat 11, 2008

"Ghosts in the photograph never lied to me..."

Bugün içimde birini daha Apple ailesine katacak olmanın mutluluğu vardı. Kızkardeşim Apple'a attığı tüm o boklardan sonra bir gün elinde 16lık (yaş gibi oldu değil mi) iPod Touch ile geldiğinden beri hayatta herkesin bir gün bir Apple oyuncağı olacak diyordum ki D. dün bana bir iPod'da kendisinin istediğini söyledi. Ben de onu yalnız bırakmadım tam da onun istediği gibi. Cepa'ya gidildi. Apple Premium Reseller'dan 80 gblık bir iPod almayı umarken, 160'lıkla çıkıverildi. Çocuklar gibi şendik. Bana neyse artık.

Sonra... Birkaç gündür Lost'un 4x02'sini izlemeye çalışıyorum. Evet, bu kişisel Lost tarihimde bir ilk. Tam izleyeceğim diye oturuyorum başına, takriben yirmi dakika sonra uyuklamaya başlıyorum. Yorgunum çok. Ne kadar uyusam yetmiyor. Geçen on aylık sürede çılgınca ayık geçirdiğim gün ve gecelerin ("What was that for?") acısı çıkıyor sanırım.

Esenboğa'ya beş dakikalık mesafede bir yerlere gidiyorum son bir aydır. Her gidişimde o camisiz minarelere gözüm takılıyor. Arada kulağımda "Ben otelde kalacağım" diyen bir ses yankılanıyor. O yolda, üzerindeki tüm anıları tüketene kadar gitmek istiyorum ve sanırım başarılı olacağım.

Biri var Koç burcu. Bir yerde tek sevdiğim adam kendisi. Verdiği ayarlarla, söylediği sözlerle beni çok eğlendiriyor. Pazartesi ve Perşembe günlerini tek eğlenceli kılan kişi o. "The Fountain" diyince ben, o Duchamp diyor. Daha ne olsun! İyi ki var işte.

Geçende Medea rüyalarımla ilgili ilginç bir çıkarım yaptı. Onunla ilgili daha net noktalara vardığımda yazmak üzere kendime bir hatırlatma bırakıyorum bu yazıya ve artık yatayım diyorum.

Uyku hiç bu kadar güzel gelmemişti.