woke up new etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
woke up new etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çarşamba, Aralık 26, 2007

"I felt free and I felt lonely..."

Akşama bir partiye çağrıldım. Altuğ da dans edecekmiş; onu da izleyeceğim bu partide. Murphy's diye bir bar vardı hep duyardım ama genelde dansşinas insanların gittiği bir bar olduğundan mıdır nedir, bir kez bile gidip göreyim istemedim. Bugüne kısmetmiş.

Dans edebilen insanların hepsinin içlerinde bomboş bir oda olduğunu, o odanın içine hiçbir şeyi dahil etmediklerini ve dans ederken kendilerini binlerce insanın arasında olsalar bile o odanın içine attıklarını hayal etmişimdir hep. Dans edemeyenlerin içlerindeki her odanın ise, tıkabasa ayrıntılarla doldurulmuş olduğunu, duvarlarının o insanların benliklerini oluşturan tüm parçaların çılgın bir karışımından oluşan alacalı bulacalı renklerle boyandığını düşünürüm. O yüzdendir sanki onların hareketlerindeki tutukluk, utangaçlık. Yaptıkları her hareket kontrolsüz gelecek o odadaki her şeye. "Bu sen değilsin, ne yapıyorsun?" diye soracak o duvarlar korkusuyla adım atamazlar. İnsanın dans etmesi için boş bir odaya sahip olması, insanların arasında kontrolsüzce elini kolunu, ayağını bacağını oraya buraya salması ne büyük şans diye düşünür dururum ben.

Aynı şeyi insanın kendini ifade ettiği her yola uyguluyorum çokça. Birisi harika yazı yazıyorsa, o insanın tüm kimliğinden sıyrıldığı ve içinde utanmadan sıkılmadan istediği gibi yazabildiği bir odaya sahip olduğunu düşünürüm mesela. Seviyorum bu metaforu sanırım.

Benim içinde utanmadan bir şeyler yaptığım odalarım yok mu peki? Var tabii her insanda olduğu gibi. Bu oda mesela benim çocukça zırlamalarımı, mızıldanmalarımı, üzüntümü, sıkıntımı ve hatta son zamanlarda hiç olmasa da mutluluklarımı -bir zamanlar mutluydum ben, okuyan insanlar olduğunu bildiğim halde yazdığım bir oda. Burası aynı dans eden insanın odasında yaşadığı meditasyonumsu deneyimlere benzer şeyler yaşatıyor bana. I Heart Imagine Room demek istiyorum o halde.

Yaz boyunca dinlediğim ve absurd etiketlerle şimdilerde kendime cehennem ettiğim bazı şarkıları geri dönüşümden çıkarıp yeniden canlandırma çalışmalarım başladı. The American Analog Set ilk adım. "A" ile başlamak lazım tabii.

Yeniden yapılanma için, yapı bozumuna gitmek, tam da İpek'in dün benimle ilgili yaptığı bir tespite uygun olarak, benden başka bir tek Woody Allen'a yakışıyor. (hatırlayınız: Deconstructing Harry) Bir şeyler bozulduğunda, sıfır noktasına inmeden, o deneyimin üzerine bir kat daha çıkamıyorum. Önce sıfır, sonra kat. Önce fiş, sonra alışveriş. Orijinali "önce alışveriş sonra fiş"; biliyorum bunu pek uyanık veya yeni uyanmış okuyucu ama ters bir insanım ya hani. Onu vurguladım. Dikkatinizi çekerim: Yazar burada okuyucuya sesleniyor.

Öyle işte.

Salı, Aralık 25, 2007

C.S.S.

Tam da gökyüzündeki patlamalar diye bir şeyi arıyordum ki, gördüğüm bir şey beni alıkoydu.

Sonra devam ettim Carissa's Wierd ile. Haavi bunu öyle bir zamanlamayla bana aşıladı ki, bu kadar olur.

Sonunda takıldım kaldım. Şimdi Woke Up New zamanıymış. Onu dinlemeden uyumak yokmuş. Kendisi öyle dedi. Hala birileriyle müzikleşiyor olmak insanı rahatlatıyor.

Bu arada başlık da CSS oldu ama Cansei de Ser Sexy değil kesinlikle. Arada noktalar var. Bilen bilir benim encryption hastalığımı. Öyle bir şey işte.

Cardinal Melon buldum dün. Hem de bizim cadde üzerindeki bir markette. Kıvanç inanabiliyor musun?! Burada dibimde buldum kendisini. Üç şişenin birini aldım. Diğerlerini de başkalarına derhal satmalarını sıkı sıkıya tembihledim market sahibine. Adam kulağımdaki müziği duyduğundan mıdır nedir, hiçbir şey sormadı bu cümlemle ilgili. Gülümsedi geçti. İçinden acıdı mı nedir? Garip hissettim. Neyse Melon günlerine devam diyoruz bu durumda.

Bugün beraber yaratıp oynadığımız eski bir hikayedeki başrol oyuncusundan, tam da sabah sabah Ayça'yla buluşmamızda ondan uzun süre bahsetmişken, bir telefon aldım. Çok seviyorum seni dedi. Ben de onu çok seviyorum. Söyledim de. Artık içimden gelerek rahatça, başka hiçbir anının peşine takılmadan bu sözü ona söyleyebiliyor olmak bana verilmiş en büyük hediyelerden biri bu sene. 1 Ocak 2007'yi sadece bu yüzden iyi bir yıl olarak hatırlayabilirim. Ayça, seni de çok seviyorum. İsmini telefonumda değiştirdim; seninkiyle uyumlandı artık :)

Kendimi zamanında birinin anlattığı bir hikayenin yer aldığı ufak köyde gibi hissediyorum son zamanlarda. Hikaye çukur bir ovada geçiyor. Bu ovada, küçük bir yerleşim alanında herkes o kadar dumanaltı vaziyette ki arkadaşım, biraz da işin içine mübalağa katarak, nefes almak için bir tepeye çıkıp, başını sis tabakasından çıkarmak zorunda kaldığını söylemişti. Gülüp geçmiştik. Hindistan işte daha ne bekliyorsun demiştik bir de, evet. Mekan olarak öyle olmasa da, zaman olarak öyle bir yerdeyim hayatımda sanırım bu son bir aydır. Artık bir tepe bulsam da, başımı o tepeden yukarılara uzatıp, nefes alsam diyorum.

Gecenin kapanış sözü şu olsun istedim. Muzaffer'den geliyor:
"Peh. Sıkıcı yaşlı. :)"