15 step etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
15 step etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Mayıs 19, 2009

Dave Brubeck & Radiohead - Five Step

En sevdiğim sayı 5.

Görmeyenlerimiz varmış bu videoyu. Dayanamayıp tekrardan ekliyorum buraya. Görülsün dinlensin, sevilsin, mutlu olunsun diye. Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde isteyene mp3 halini bile sağlayabilirim. Bugün gönlüm bir bol bir bol ki içine bir ben daha sığar.

Salı, Şubat 10, 2009

Başlanan işi bitirmek ve başkasına bırakmamak falan filan...

Uzunca süredir adam gibi bakamıyordum buraya. Blogun rengi değişmiş, üzerindeki tozdan bir şey görünmüyor gibi geliyor bana. İşte ara ara işte gelip birkaç kelime edip gidiyorum. Otel gibi kullanıyorum bir nevi; yatmadan yatmaya.

Hava bu aralar tam da istediğim gibi burada. Sürekli yağmur yağıyor, ben evimde veya işte boş vaktimi dışarıyı izleyip, last.fm'in playlistimden benim için seçtiği şarkıları dinleyerek geçiriyorum. Bazen sürekli dolu olan bir odada tek başıma otururken, güzel bir şarkıyla güzel ve bazen de hüzünlü zaman yolculukları yapıyorum. Her şeyin kendiliğindenliğini izliyorum bu aralar. Gördüğüm her şeyi güzel olarak algılayabiliyorum çünkü aklım artık sürekli bir düzen getirme çabası içinde olmaktan bıkmış da sanki, gördüğüm eğri çerçevelere dokunup onları düzeltmek bile içimden gelmiyor. Onun öyle oluşundaki nedenleri düşünüyorum. Aklıma gelen tüm nedenleri bir çırpıda düşünüyoum ve sonunda hep anlamsız bir gülümseme kalıyor yüzümde. Mesela şu anda bir pano üzerinde asılı duran bir kağıdın bir köşesinin sarkmış olduğunu görüp onun üzerine saçma bir şeyler düşündüm ve yine aptalca gülümseyen halimi farkedişimle her şey sonlandı.

Sonra rüzgarın hiçbir engele takılmadan esebildiği bir yerde olmayı düşlüyorum. Hiç olmadığım kadar buna ihtiyacım var. Sırtıma aldığım rüzgarla sonu olmayan bir alanda koşmak istiyorum. Veya tam tersi, ona karşı yürümek, zorlukla adımlar atmak.

Rüyalarımdan biri daha çıktı. Tanıdığım birinin bebeği olacakmış; tam da daha birkaç gün önce onu rüyamda gördüğümü söylediğim şekilde.

Bu seneki Grammy ödül töreninde Radiohead'in çıkıp 15 Step söylemiş olduğunu duyduğum anki anlamsız şaşkınlık ara ara beni yokluyor. İkisi sanki birbirinden alakasız iki şey ve bir arada görünce bir at ile kalemi yanyana görmüş gibi algılayamıyorum neden beraber olduklarını.

Where I End And You Begin adlı garip şarkıyı dinlerken aklıma hep aynı görüntüler ve düşünceler üşüşüyor. Biri eşzamanlılık problemi yaşayan iki kişinin hikayesi olarak bu şarkı, diğeri de biri tükendiğinde onun tükendiği yerden başlayan ve bu şekilde ilerleyen birbirini tamamlayan iki kişinin hikayesi olarak bu şarkı. İlkinde umut yok ama ikincisinde Frou Frou'nun bir şarkısında (bilene ödül mödül yok googlelatmayın bence) dediği türden bir "güzellik" var. Gözümün önünde bu ikinci tür çift için bir imge dahi oluşuyor. Hızla ilerleyen bir çizgi (Nokia'daki Snake oyunu) durduğu yerde toplanıp nokta haline gelmiş diğerine dokunduğu anda mutlu oluyor ama o sırada o ana kadar topladığı tüm enerjiyi o nokta olan diğerini harekete geçirip açmak için kullanıyor. Dolayısıyla birbirlerini tetikledikleri bu dairesel hareket içinde temas edebildikleri zamanlar sadece dokunanın tükendiği dokunulanınsa kendine verilen enerjiyle diğerini harekete geçirmek üzere yola çıktığı anlar. O halde tam buada durup, bu şarkıyı söyleyen ve yazan o nokta olarak eylemsizce durandır diyorum ve kendisine buradan "arkana bak" demek istiyorum.

Şimdilik bu kadar saçmalamayı yeterli görüyor ve işime döneyim diyorum. Sanırım hekes için en hayırlısı bu sanırım.

Pazartesi, Temmuz 21, 2008

"When there's nothing left to burn, you have to set yourself on fire."

Son yazdığımdan beri neler yaptım neler! (!)

Değişiklik yapıp(!) Nada'ya gittik Cuma gecesi D. ile. Sonra Muzo ve arkadaşı D. de katıldı bize. Mystery Boy edindik kendimize bir tane. Bol bol stalkerlık yaptık. Devendra Banhart'ı seven Natalie Portman'la empati kurduğuma sevindim. Nihayet anlayabiliyorum kadının adamda neyi sevdiğini. Dansettik mansettik. Muzo'ya sinir oldum "You used to be alright what happened?" yazılı t-shirt'ü yüzünden. Ben de alacağım! Ha tabii bir de hala çıkarmadığı Rock Werchter bilekliği var. Her bakışımda Radiohead ve Sigur Ròs gözümün önüne geldi, gece gece asabım bozuldu.

Sonrası ise Cumartesi günü, bol pizza ve trailerlı bir öğleden sonrayı Mamma Mia ile bitirmek ve sonra Cepa'da alışveriş turuna çıkmakla devam etti. Mamma Mia müzikal olduğunu bilmeden gittiğim bir filmdi. D. gidelim deyince, yapacak daha iyi bir alternatif planı olmayan ben, hemen "oluuur" dedim. Müzikallerden nefret ederim. Öyle ki Moulin Rouge'a gitmiştim en son, yarısında çıkmıştım salondan beni fırlatmışlar gibi. Ama bu seferki çok tadındaydı Meryl Streep'ten midir, yoksa içimi açacak görüntüleri ne zamandır göremeyişimden midir bilmiyorum ama filmi epeyce beğendim. Özellikle bir sahnede bir grup Yunan insanı dönüp birilerine gülüyordu ve tam o anda içimden geçen "Türk işte ya" tepkisinin yansımasını önümde oturanlardan "Türk style" olarak duyunca keyiflendim. Sonra filmdeki karakterlerden biri, bu insanlara dönüp "It's very Greek!" dediğinde de katlandı tabii bu keyif. Epeyce güldük. Arada gözlerim bile doldu bazı sahnelerde. Coşkulu bir film; yazın iç açıcı bir şeyler izlemek ve keyiflenmek için birebirmiş. Tavsiye ediyorum.

Pazar günüm ise, U. ile oradan oraya savrulmakla geçti denebilir. Ama keyifliydi. Alışveriş yapmak için binbir zorlukla gidilmiş alışveriş merkezinden sadece pembe bir allık alarak çıktım. Mutlu ve gururluyum zira artık birilerinin alışveriş hususunda beni durdurması lazım.

Sonra dün harika bir haber aldım. Eğer olursa ve dahil edilirsem, buradan mutlu mutlu ilan edeceğim bu güzel şeyin ne olduğunu. Bu sene hiçbir şeyi bu akdar çok istemmeiştim ama; şimdilik böyle diyeyim...

Yarına hayatımda farklılık yaratacak bir şeyle ilgili yaşanacaklar ve konuşulacaklar var. O bile Björk'le ilgili beklentiyi geçemiyor.

Buraya yazacak o kadar çok şey biriktirmiştim ama ve fakat ve lakin hepsi birer birer uçtu gitti aklımdan. Şimdilik bu post dursun burada; geri döneceğim zaten.

Çarşamba, Haziran 04, 2008

"etcetera etcetera..."

Gereğinden fazla kas yapmış insanların akıllarının gereğinden az çalıştığını daha doğrusu akıllarını gereğinden az kullandığını düşünürdüm hep. Gittiğim spor salonunda da bu tip insanlardan gördükçe bu düşünce daha da fazla aklıma gelmeye başladı. Eh tabii haftada 5 defa spora giden bir insan olarak epey de sık geliyor düşünce aklıma takdir edersiniz ki.

Velhasıl bugün yine yürürken ama yerimde dururken, yine bu düşünceyle karşılaştım aynadan bu insanlardan birini görünce. Her aklıma geldiğinde bir şeyler eklemek ve hatta bu salak genellemeyi aşmak için bir şeyler yapmaya çalışıyorum fakat sonuç hep hüsran oluyor. Bugünse bu genellemeyi çürütmek bir kenara güçlendirecek bir şeyin farkına vardım. Farkına vardığım şeyse spora gittiğimden beri düşünme eyleminden epeyce uzaklaştığımdı. Eskiden olsa bu kadar sık aklıma gelen bir şeyi mutlaka modifiye ederdim. Genellemeye tabii tutulan insanların arasından öyle olmayanları bulmaya çalışıp, bulup genellemeyi delik deşik edecek argümanlar yaratmaya çalışırdım. Ama son bir haftadır aklımdaki hiçbir konuyla ilgili hiçbir gelişme olmuş değil. Zaten düşünmüyorum da. Aslında geldiğim şu nokta da yaptığım bu genellemeyi desteklese de bir düşünce ürünü. O halde bir önceki cümlenin öznesini "-di"li geçmiş zamanda mı kullanmalıydım. Hmm...

Kendinden ödün vermeyen insanlara geçiş yapmak istedim şimdi de kendimi yazarken durduramadığım bu post'ta. Kendinden ödün vermeyen insanların her zaman yalnız kaldığı gibi bir izlenimim de var. Bu genellemede bana yardımcı olmuş şeyler tabii ki benim dünyamdan argümanlar. Benim dnyam dediğim şey toplasan 200 kişiyi geçmez ama her nasılsa o 200 kişiden yalnız olmayanlar hep verdikleri tavizlerden yakınıyorlar. Yalnız olanların bir kısmı geçmiş (farkındaysanız geçmiş dedim) ilişkileri sırasında kendilerinden ödün vermedikleri için epeyce mutlu ama yalnız görünürken; diğer kısmı "ulan keşke vişneli dondurma yemem deyip o güzel ortamı bozmasaydım şimdi bu halde olmayacaktık" tadına cümlelerle karşıma çıkıyorlar. Neyin daha iyi olduğunu da bilmiyorum ama sanırım ben ödün vermeyenlerle ödün verenlerin arasındayım. Yani aslında durum daha çok şöyle olsa gerek; ilişki içinde karşı tarafı sevdiğim kadar ödün veriyorum ama ödün verirken de mızıldamıyorum şu anda yalnız olmayanların yaptığı gibi. Bir yandan da geçmişe bakıp ödün vermediğim için mutlu olduğum durumlar varken, "keşke o taksiden inseymişim o öyle dediğinde" diyip içimi yiyip bitirmiş tavizlerim de olmuş. Peki bu durumda ben neden yalnızım diye düşünüyorum. Sanırım iki insanı bir arada tutan şey, verilen tavizleri birbirlerinin gözünün içine sokmaları. Bunu yaptıkça ilişkiyi lanet okuyarak da olsa devam ettirme ve "bana bunu yaptı ben de şöyle yapayım bari" gibi bir mantıkla ilerletme gibi bir olasılığı oluyor insanların. Benim gibilerin yalnız kalmalarının nedeni ise bu noktada verdikleri ödünleri sarıp sarmalayıp kendilerinin bile görmeyeceği bir yere gömmeleridir diye düşünüyorum olsa olsa. Saçmalıyor da olabilirim ki kuvvetle ihtimal öyle. Neyse... "Yalnız birey güçlü birey", "Başkaları cehennemdir" gibi sözlerle bu paragrafı sonlandırayım hiç de tasvip etmediğim bir şekilde.

Bir de çok yakınımda gözlemlediğim bir şey var, sık sık canımı sıkan. O da tatmin olmayan ve/veya şükretmeyi bilmeyen insanlar. İşlerini görünceye kadar sana iyi davranan, işleri bitince de "aa zaten ben o yaptığın şeyi bir çok kere gözden geçirip türlü türlü yeni şeyler ekledim. Çok harika oldu" diyen ve teşekkür bile etmeden başka bir taleple kapınızı çalan insanlar bunlar. Hepsinin canı cehenneme diyorum buradan. Bu insanların başarılarına rağmen bir türlü mutlu olamamalarını da, deli gibi para kazanıp o parayı harcama zevkinden mahrum kalan ve sürekli biriktirmeye kasanlara ve/veya rahatsız bir sandalyeye, karşıdaki daha rahat olana doğru ilerlerken şu anda oturdukları rahatsız sandalyeyi kaybetme riskini göze alamayıp yapışıp kalan insanların yaşadığı sinir bozucu tutukluğa benzetiyorum. Mutlu oluyorum sonra öyle biri olmadığım için. Oh be.

Bu uzun ve bir o kadar da gereksiz post'u burada noktalarken, tüm yazı boyunca dinlediğim Elbow'a teşekkür ediyor ve "The Seldom Seen Kid" isimli 2008 albümlerini dinlemenizi tavsiye ediyorum. Sakin sakin akıyor tüm şarkılar. Her zamankinden biraz daha parlak bir albümmüş bu ve fekat çok da hastası değilim kendilerinin o yüzden ne desem bu noktadan sonra abartmak olacak. Dinleyin işte aman ne bileyim.

Not: Bir önceki yazıda videosu görülen şahane mashup'ı buradan bulup indirebilirsiniz. Sokakta yürürken, sevdiğiniz bir arkadaşınızın üstüne o karşıdan geliyorken koşup atlarken dinleyebilirsiniz. Take Five zaten "Aman ya bırak ne üzülüyorsun" unsuruyken hayatımda, 15 Step'le olan bu uyumuyla hiçbir yere gitmeyen ama pedallarını sürekli çevirdiğiniz o bisikletin üstünde dolunayın önünden uçarak geçen E.T. hissiyatına sokabiliyor beni.

Pazartesi, Haziran 02, 2008

Radiohead vs Dave Brubeck - Five Step

Ayça gelmiş güzel yapmış. Yakında buralarda olacak olması yaz güneşinden daha çok ısıtıyor içimi.

İçimin ısınması demişken takip ettiğim bir sitede (çok gizli :P) Radiohead'in 15 Step'ini ve Dave Brubeck'in Take Five'ını mashup yapan birine rastladım: Overdub.
İki şarkının da meftunu olarak feci halde bağlandım ilk dinleyişten. İstedim ki buraya uğrayan herkes dinlesin, birbirine dinletsin. Buyruun...


Five Step
Uploaded by overdub