sabahattin ali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sabahattin ali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Mayıs 19, 2009

"Fakat beklemek lazım... Uzun zaman!"

Geçti o uzun zaman deyip Macide'ye nanik yapıyorum burdan. Uyuz şey seni.

Bugün gün içindeki müzik dinleyişimdeki kişiliksiz tavırla ilgili konuşmak isterdim ama sanırım makro ölçekte o kişiliksizlik hep var. Riceboy Sleeps üzerine Crystal Stilts ve onun üzerine A Place to Bury Strangers... Sonra bir de heyecanla Justice'in remixlerinden oluşan bir albüm... Şimdi ise Bell Orchestre ve UNKLE belki de. Eğer Justice'den vazgeçebilirsem tabii. Ama olsun en güzel müziği ben dinliyorum deyip arsızca geçmek istiyorum bu konuyu.

Üzerimdeki tüm sıkıntıyı atmış ve rahatlamış hissediyorum demek de isterdim bugünkü toprakla ve yerdeki çayır çimenle bütünleşmiş olarak geçirdiğim birkaç saatten sonra ama maalesef. Aynı huysuzluğum devam etmekte. Annemle telefonda konuşurkenki sabırsızlığım neydi mesela. Veya heyecanla açılmış bir telefon sonrasındaki uyuz ses tonumu neye borçluyum bir de. En azından kendimle konuşmuyorum zira o ses tonuyla kendimle konuşsam bir dakikadan fazla dayanamazdım. Konuşmakta ısrar etsem suratımın ortasına bir tokat atabilirdim. Burayı daha fazla Fight Club haline getirmeden başka bir konuya atlamak istiyorum.

Temizlenmemiş karmalardan söz açılmışken bugün, hakkaten hiç temizlenmeyecek bir tanesini bulduk: Boğazda denize girmek. Sanırım E. ile gün boyu üzerimize çökmüş olan rahatlık hissi kendini o anda sinir strese bıraktı. Sonraki ilk konumuz ise Synecdoche NY idi mesela. Sadece bu filme verilmiş bu referanstan anlaşılabilir üzerimize çöken kasvetin büyüklüğü sanırım.

Günün anlam ve önemine uygun olarak bir adet dişi görünümlü erkek köpek ve bir tane de erkek görünümlü dişi köpek gördüğümüzde artık etrafımızda olan biteni çok daha iyi kavramıştık sanki. Haydut ve Angel adındaki iki köpek belki de bu aralar bize herkesten çok şey anlattı. Ama tabii ortadaki olayın ve anlaşılan şeyin büyüklüğü değil olay. Bu aralar kimse bir şey anlatma derdinde değil. Herkes ciddi şeylerden elini eteğini çekmiş, parklarda, kıyılarda köşelerde, serin bulduğu bir gölgede, evinde bilgisayarı başında sürekli bir şeylerden kaçıyor gibi. Kimsenin hiçbir şeyi başka birine söylemek için ne hevesi ne de cesareti var. Herkes ketum ketum ortalarda dolanıyor aslında. Veya öyle olmayanlar da akıllarındaki boşluğu bir şeylerle kapatmaya çalışıyor. Bu maalesef sıcak günlerde bir adet dondurma, soğuk bir kola veya bira oluyor. İnsanın içindeki boşluğu o boşluğun sahibini bulana kadar absürd şeylerle doldurmaya çalışması ne kadar acı verici bir görüntü. Nice insanlar kaybettik obeziteden, alkol komasından. Sene 1500.

Sene 1500 demişken, son zamanlarda sene 1500 vakitlerinin müziklerini dinleyesim geliyor ama kendimi hiç kişisel ortaçağımın bataklıklarına gömesim yok. Bu oldukça isabetli ve yerinde bir karar tabii. O yüzden ne varsa yenilerde var deyip, çeşitli huysuz ifadelerle hayatıma devam ediyorum. Arada dondurma yeyip, soğuk bir şeyler içiyorum. Birileriyle konuşuyorum ve sürekli sigara içiyorum. Ciğerleri biraz dinlendirdikten sonra içilen sigaranın anlamsızlığını başka hiçbir şeyde bulamıyorum.

Öyle.

Pazartesi, Mayıs 18, 2009

Mıymıy

Son birkaç gündür Lockett Pundt manyaklığım tuttu. Kendisiyle olur olmadık yerlerden bağlantılar kurdum. Bu sabah da aklımın içinde Red Oak Way çınlıyordu. Mırıldana mırıldana uyandım. Kendisinin fotoğraflarını buraya koymak isterdim ama izin mizin almak lazım. Başka bir ara artık.

İçimizdeki Şeytan bitti. Şimdi başka kitaplar bitirme uğraşındayım. yalnız Ayn Rand ile Sabahattin Ali'yi beraber okumak oldukça ilginç bir deneyim oldu. Bu da ayrı bir yazı konusu. Daha gözümü tam açamıyorum.

Bugün E. ile Seğmenler'e gidilip güneşlenilecek, güzel şarkılar dinlenilecek ve hatta paşa gönlümüz isterse içilecek. Bu aralarki huzursuz ruh hallerimi neye bağlayayım bilmiyorum bir de. En iyisinin beklemek ve olabildiğince keyifli vakit geçirmeye bakmak olduğunu düşünüyorum. Ama o keyifli vakitleri geçirirken de yüzümdeki ekşilik hemen belli oluyor. Bir şeylerin yanlış gitme olasılığı beni çıldırtıyor sanki ama define "bir şeyler".. Çaktırmadan kontrol deliliği mi yapıyorum diye kendimi deniyorum ara ara. Ama yok öyle bir şey de. Sanırım kendi kendimi huzursuz etmeye programlamışım kendimi hayatımın bir anında.

Aklımın benim dışımda hiçbir şeyle ilgili 2 dakikadan fazla bir yere odaklı halde kalamamasının sonucuna böylesi bir yazıyı sonlandırmak istiyorum. Akşama daha huzurlu bir halde tüm sinirimi toprağa akıtmış şekilde gelip buraya bir iki saçmalarım yine.

Şimdilik TED'den eğlenceli bir video gelsin o zaman.

Keith Barry does brain magic

Cuma, Mayıs 01, 2009

Lyrics for Gong

Başka hiçbir şey sevgilinin hayatınızdan çıkması kadar sizi etkilemeyecek sanıyorsunuz değil mi? O sevgiliyi oraya oturtan, hayatınızda onun kapladığı yeri, onun taşıdığı anlamları veren siz değil misiniz? Evet ta kendisisiniz.

O sevgili oradan ayrılırken sizin onun üzerinden kendinize yansıttığınız tüm ışıkları da beraberinde götürür çünkü. Doğru evet.

Ama sanırım bunun kadar insanın canını acıtan bir şey daha var ki, o da sevilen birini artık sevmiyor olduğunuzu anlamak. Hayatınızdan kayıp gidişine tanıklık etmek. Madem onu değerli kılan sizsiniz, insanın kendisinden yansıtılan o değerin yok oluşuna tanıklık etmeniz demek oluyor bu da. Bir daha onunla ilgili olan hiçbir şeyin canınızı yakmayacak olduğunu bilmek, en az eskiden türlü paranoyalarla canınızın sıkılması kadar yakıcı bir his bence.

Işığını yitirmek böyle bir şey olabilir. Gerçi yitirmek demeyelim. Artık çöpe bir zamanlar en çok değer verdiğiniz şeyi yenisi çıktı diye atmak anlamına geliyor bu çoğu zaman. Artık masumiyeti yitiriş, aynı şeyleri başkasına da hissedebiliyor olduğunuzu fark edince çılgınca şaşırmalar. Neyse ki en fil hafızalımız bile işine gelince her şeye ket vurabiliyor. Ne güzel varlıklarız.

Velhasıl bu yukarıdakini son bir saati korkunç geçmiş bir geceden sonra açılmış Sigur Rós eşliğinde yazdım. Hala onları dinlemekteyim ama daha bir mutlulukla. Yarına Sabahattin Ali okuyacak olmanın mutluluğuyla da denebilir. Veya takside açıp okuduğum ufak sarı bir kağıdın beni gülümsetebilmesinin mucizeliğinde saklı bazı şeyler. Mucize diyorum çünkü öyle. Öğleden sonra 4 civarlarında bana ulaşmış bu kağıt ve bu kitabın bendeki ilk etkisi kahkaha atmak oldu. Etrafımdakiler bana baktılar. Kendi kendine bir şeyler okuyan ve absürd şekilde mutlu olan bir insanı görmeye alışık değil kimse bugünklerde sanırım.

Ben de. Teşekkür ederim :)

"Sevgiler."

Ö.