glissando etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
glissando etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cuma, Aralık 04, 2009

Videotape Remixes

Trespassers William ve arkada Glissando insanlarının vokali ile Videotape. Hanımefendiyi çok kıskanıyorum.


Bu da sağolsun, drwarp'ın bana önerdiği bir cover idi: Darkstar'ın Videotape'i.



Hangisi daha güzel bilemiyorum.

Pazar, Kasım 02, 2008

"I've been told that this will heal given time"

Hala üşüyorum. Titriyorum hatta üşümekten. Broken Heart denen Spiritualized'ın aşağılık şarkısını bir senedir dinliyorum. Koca bir bir sene! Hiçbir şey değişmedi. Hala üşüyorum.

Delice Glissando dinlemekteyim bir de. Canım sıkıldıkça çerez gibi Grekken tüketiyorum. Az önce şarkıyı değiştireyim dedim. Demeseymişim keşke... Broken Heart'ı açtım işte. Sonunda bu hale geldim. Bazen çok anlamsız işler yapabiliyorum ben.

Ha bir de, başlıktaki cümle yalan. Sakın inanmayın. Hiçbir şey değişmiyor. Değişir tabii belki; o da ömür yeterse veya hafıza silinirse.

Nefret hissini hayatıma sokan şeylerin hepsi için kocaman belalar okumaktayım. Umut ediyorum ki hepsi birer birer tutar.

Amin.

Perşembe, Ekim 30, 2008

"You were on fire as they ran to hold the flames...

... We did not see, so the water never came" diye bitiriyor Floods'ı Glissando. Bu grubu gittikçe daha çok seviyorum.

Amasra'ya gittim, gittik.

Neler gördüğümü anlatıp hatta birkaç fotoğraf da buraya eklemeden önce aklıma bir şeyler geldi yolda uyku-uyanıklık arasında; onlardan bahsedeyim diyorum. "Halfawake" halde olduğumdan tam hatırlayamıyorum ama kendi kendime bir şeylerle ilgili genellemeler yapmaya çalışırken kulağımda Deerhunter ile, bir süredir öznesi "Bazı insanlar" olan cümleler kurmak yerine, "Bazen, insanlar" diyorum. Böylece değişkenliği "insan"ın sırtına bir yük olarak bindirmeyip, suçu veya sevabı tamamen zamana atıyorum. Herkesin her şeyi yapabildiği ve bu her şeyi yapabilme halinin sadece zamana bağlı olduğunu kabul etmiş olmalıyım. Bu iyi bir şey.

Geçende bir hikaye duydum. Bir kızla ilgiliydi. Kızın delice sevdiği, beraberlikleri boyunca kendisi de dahil olmak üzere türlü hediyeler verdiği sevgilisi kızı terkettiğinde, geride ona o ana dek onun için aldığı tek şey olan prezervatif kutusunu bırakmış. Kız bir süre bu durumun böyle olduğunu farketmemiş. Yani aslında farketse bunu, her şey bu kadar süre boyunca canını böylesi sıkmayacakmış. Biraz canı acıyacak ama sonra geçecekmiş. Hem zaten daha fazla ne kadar acıyabilirmiş canı o kötü ayrılıktan sonra. Sonra hikaye boyunca (eski) sevgilisinin hayaleti onu bırakmıyor, evin içinde orada burada sürekli takip ederken, evin içindeki böceği takip edip yuvasını bulmaya çalışmak gibi bir şey denemeye karar veriyor kız. Sonra hayaleti takip edip anılar içinde gezinirken, bu detay kendini yola attığı ufak ufak yemlerle bulduruyor. Hayalet o prezervatif kutusunun atılmasıyla yok oluyor. Her şey daha olduğu gibi görünüyor.

Bu aklıma geldi işte Amasra'ya giderken kulağımda yine güzel müzikler varken. Bir kutunun atılması ne işlere yarayabiliyor aslında dedim. Dönüşte de benim de atacak bir şeylerim olmalı diye düşünüp, eve geldiğimde odama girdim ama blog yazmaktan başka bir şey yapmıyorum. Belki atarım.

Bir sonraki yazımı Amasra'ya ve fotoğraflara ayırmak istiyorum zira çok keyif aldığım güzel bir günü geride bıraktım. Özellikle U.'a ve başımı koyarak uyuduğum omzuna teşekkürlerimi iletmek istiyorum.

İyi geceler.

Pazar, Ekim 19, 2008

"All I ask is just one thing..."

Ben bu aralar çok sinirliyim. Parlıyorum aniden. Ona buna sinirimi akıtıyorum maalesef ama bazen de hakediliyor bazı laflar sözler, hakediyor olduğunu kabul etmese de insanlar. Pek umurumda olduğunu düşünmüyorum, tıpkı her zaman da umurumda olmadığı gibi.

Yoğun zamanlarımın tamamen bitmesine iki hafta kala kendimi rahatlatmanın yollarını arıyorum bazen. Şimdi de havuza mı gitsem diyorum, bir yandan yeni bir şeyler dinleyeyim diyorum ama müzik dinleme fikri beni tatmin edebilecek kadar yeni bir fikir değil. Film izleyemiyorum. Kimseyle konuşasım yok pek. Zaten dün yeteri kadar huysuzluk ettim tüm gece. En son birileri yüzümün orta yerine bir tokat indirseydi belki düzelmiş olurdum şimdiye.

Bugün fazla duygusalım belli sebeplerden de. Telefonda babamla konuşurken aniden ağladım, adam ne diyeceğini şaşırdı. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi dalga geçtim kendimle, o daha da şaşırdı bu sefer. Babam ama o; anlar.

Kızkardeşlerimden birine, daha dark side olanına kızgınım dün geceden beri. Dün gece eve geldiğimizde, yüzüne bakarak avazım çıktığı kadar bağırmamak için zor tuttum ve kendimi odama kapattım içeride D. ve K.'ı bırakarak. Bugün de hiçbir şey yapmamış gibi yanıma gelip gayet güzel sözlerle bana bir şeyler sordu. Yüzüne öylece baktım.

Bugün Ş.'i de ara ara boğmak istedim. Daha saf görünmek gibi bir gaye ile -ki halen anlayabilmiş değilim neden öyle görünmek ister 27 yaşındaki bir kadın- nasıl olur da bebek veya çocuk gibi bir ses tonuyla veya tarzla konuşur insanlar? Manyak mısınız? Absürd seslerle konuşunca iğrenç oluyorsunuz. Ne kadar yakın olsak da size en olmadık adi şeyleri söyletmek için sizinle hiç olmadığım kadar uğraşasım geliyor.

Gecenin tavsiyesi:

Glissando'nun Grekken'ini dinleyin, "You made me kill myself" cümlesinden sonra insan olun.

Pazar, Temmuz 06, 2008

Floods

Yine odamda oturduğum zamanlara hızlı bir dönüş yaşadım birkaç gündür. İyi mi oldu bilememekteyim tabii. Son postların iç karartıcılığını düşündükçe, pek iyi gibi gelmiyor bana ama içimdeki kazı çalışmaları açısından oldukça başarılı.

Bugün birisi geldi ve bana fısıldadığı güzel albümler yüzünden kendini biraz suçlu hissettiğini söyledi son postları okumuş olmanın onda yarattığı hüzünle. Halbuki durum hiç de öyle değil. Yaşadığımı mutluluk anlarında değil, canım yanarken hissediyorum belli dönemlerde. Bu dönemlerde bana fon müziği tedarik etmesi açısından limbo-pillow sahibine ne kadar teşekkür etsem az diye düşünmekteyim.

Dün akşam yine Tribeca ve Nada arasında mekik dokuduk U. ve benimle aynı gün doğduğunu öğrendiğim arkadaşıyla. Arkadaşı benimle ilgili ilginç sıfatlar kullandı ki ruh halimle olabilecek en zıt sıfatlardı bunlar. O dakika anladım ki gerçekten bazen Oscarlık performans sergileyebiliyorum yaşarken. En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ı verilseydi gerçek hayattaki performanslara dayanarak, bu ödülü benim almam kaçınılmaz olabilirmiş.

Epeyce içtikten sonra eve geldiğimde ilk işim Rock Werchter'de beni fiziksel olarak temsil eden Muzo'yu aramak oldu. Sigur Ròs'un konserine başladığı haberini vermişti bana mesajla. Ben de aradım ve son albümlerinden bir şarkıyı dinledim ki son albümlerini başarısız bulmuş olmama rağmen (farkındaysanız bu kadar seviyor olmama rağmen grubu, hala bir yazı yazmadım albüm hakkında) yine de bir garip hissettim. Tek şarkılık telefonda Sigur Ròs dinleme faslından sonra biraz Glissando, biraz da Marchè La Void dinledim. Hatta dinlerken her nasıl olduysa Radiohead konserini o sıralarda izliyor olan Muzo'yu aramayı bile unuttum. İki grubun albümleri de ifade edilmeyecek düzeyde güzel ve epik. Şiddetle dinleyiniz diyorum ve sizi az önce bana bu güzel müzikleri tanıştıran insanın üstte verdiğim linkine davet ediyorum ki siz de dinleyin...

Dün geceki bu ikili benim için pek hayırlı olmadı tabii. Ayça ile konuştuk, konuştuk... Geldiğinde ilginç seanslar yapmak üzere sözleştik. Bugün sabahsa fiziksel ve ruhsal tüm oryantasyonumu yitirmiş bir şekilde dışarı çıktığımda, iPod'umun güzel müziklerle beni güne başlatması biraz olsun beni hayata döndürdü. Kendisine müteşekkirim. Sonrası ise eve dönüşle beraber bir aydır K. ile sürdürdüğümüz sessizliğe ara vermek ve kocaman tartışmakla özetlenebilir belki. Hayatımda önem verdiğim insanların buharlaşmasına öyle alışmışım ki artık buharlaşmadan atıyor bedenim ve ruhum bu insanları. Aynı şey gerçekleşti. Uzlaşma noktası aramaya bile girişmeden birini daha kolayca hayatımdan saldım. O da aynını yaptı sanırım. K. artık yok.

Sonra şimdi bir elimde kola bir elimde sigara (hangi elimle yazıyorum bunları acaba?) oturuyorum Glissando dinleyerek. Her şeyin ne kadar çabuk geçip gittiğine ama geçip giderken de insana ne çok çektirdiğine şaşırıyorum. Bir sene önce şu anki ruh halimin 983247893748923748927 km uzağında, yaşadıklarıma bakıyorum. Şu anda yaşadığım hayat daha anlamlı geliyor ve düşüncelerimin, hislerimin önüne kocaman bariyerlerden ekliyorum yine. Daha fazla ne kadar ekleyebilirim diye düşündükçe aklıma bir cevap gelmiyor. Sanırım sonsuza kadar bile yapabilirim bunu. Sonrası ne olur düşünmek de istemiyorum tabii. Zamanında, çok eskiden, 2 hafta boyunca hiçbir şey yemediğim, masif şekilde sigara tükettiğim -ki o zamanlar içmezdim sigara, o dönemin hiçbir zaman tekrarlanmayacağına inanıyorum. Ama bu sefer de ne kadar hissizleştiğimi görünce hayretler içinde kalakalıyorum. Yine öyle bir dönem geçirsem de beni acıtan her yolun ve her şeyin bana dokunan ucunda sigara söndürsem, tüm bağlantıları koparsam ne kadar harika olur diyorum ve bu iç karartıcı yazıya son veriyorum.

Cuma, Temmuz 04, 2008

“put your hand close to her face so she can feel the warmth.”

Ölmüş olan bir şeyin doğumgünü kutlanır mı acaba? Yaklaşıyor da ondan soruyorum.

Geçen hafta Glissando diye bir grup tavsiye edildi bana limbo pillow sahibi tarafından. Onu dinlemekteyim ara ara geçen haftadan beri. Nasıl oluyorsa destansı bir hüzne sahip olan bu grubu şu yaz günlerinde bu ruh halindeyken daha fazla dinlersem nasıl bir insan olurum çok merak ediyorum.

Zamanında yatağıma giderken, hayatımda güzel olan şeylerin hayalini kurmamak için kendimi çabucak uyumaya veya hayatımdaki kötü giden şeyleri düşünmeye zorlardım. Çünkü inanıyordum ki (hala inanıyorum) iyi şeyleri düşlediğimde, gerçekleşmesi kesin olanlar bile gerçekleşmiyorlar. Uzunca bir süredir de öyle bir derdim kalmamıştı. O yüzden birkaç ay boyunca, yatağıma uzanacağım zamanlar gün içinde aklıma geldiğinde mutlu oluyor ve yastıkların arasında yatağıma gömülüp (yastıksız uyuyorum halbuki) mezarından yaşayamadıklarını artık kaybedecek bir şey kalmayan biri gibi kuruyordum kafamda. O kurgunun içinde uykuya dalıyordum. Uzunca bir süredir de günde 7-8 saat uyumaya başladım ki bu benim için ciddi bir süre. Normalde 4-5 saat gayet yeterli olurken ve 3-4 saat arası ideal uyku süremken, daha fazla yatakta kalayım, daha çok rüya göreyim veya uyandığımda yatakta daha fazla oraya buraya dönüp, gözlerim kapalı halde düşlerin arasında kaybolayım diye gidilecek yerlere gitmem gerektiğini düşündüğüm zamanlardan çalıyordum. Nasılsa düşlerim arasında gerçekleşecek bir tek şey bile yok diye keyfini sürüyordum.

Ama durumlar değişti. Şimdi, yaklaşık bir aydır, bomboş bir kafayla yatağıma yatıyorum. Kötü veya iyi hiçbir şeyi düşünmüyorum ve düşlemiyorum. Açık olan penceremden dışarıyı izlemeye başlıyorum. Her seferinde The Shins'in "A Comet Appears"ının yine öyle bir anda harika bir zamanlamayla kulağıma çalındığı an aklıma geliyor ama o an o kadar hızlı geçiyor ki üzerine tek bir nanosaniye düşünmüyorum bile. Hissi sadece benim içimden geçiyor ve belki sonra başkalarına uğruyor. Sonraysa uyuyorum. Garip rüyalar görüyorum her zamanki gibi.

Sonra uyanıyorum ve gözlerimi açtığım anda ilk yaptığım şey anlam veremediğim bir şekilde ellerimi açıp izlemek oluyor. The Chemical Brothers'ın Hey Boy hey Girl klibinde vardı böyle bir sahne. Kız bir gece kulübünde danseden insanların ortasında ellerini inceliyordu. O kemiklerini görüyordu ve o kafada olsam herhalde ben de iskeletimi görürdüm. Bense ellerimi izliyorum öyle havada açıp sonuna kadar. Neden yaptığımı kesinlikle anlamıyorum ama uyanır uyanmaz ilk gördüğüm şeyin ellerim olması nasıl oluyorsa hoşuma gidiyor. Ellerin izlenmesinin ardından apar topar kalkıyorum yataktan sanki bir yerlere yetişmem gerekiyormuş gibi. Sonunda gitmem gereken yere hep daha erken, hatta çok daha erken varıyorum. Bekliyorum ve beklemekten hiç hoşlanmıyorum. Ama yatakta kalmak için iki neden vardır bana göre: biri sevgiliyle beraber, diğeriyse düşlerle keyif yapmak. Her ikisinden de elimizde kalmadığından, geceleri geç saatte eve gelip evini pansiyon olarak kullandıklarından ailelerinden azar işiten çocuklar gibi yatağımı epeyce işlevsel kullanıyorum bir süredir. Diyorum ki düş kurabileceğim tek bir şey bile kalmamış hayatımda; tebrikediyorum kendimi.

Şimdi de uyumak dışında hiçbir işlevi kalmamış yatağıma gitmek için kalkayım diyorum.
Kalkıyorum.