gone away etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gone away etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Nisan 10, 2012

My Brightest Diamond @saloniksv


Zamanında dinleyip dinleyip ağladığım, üzüntüden sesimi çıkaramadığım, kendi içime en kapandığım, buralarda en çok yazıp, aslında hiç konuşmadığım döneme ait Shara Worden ve müziği.

Meğerse benim o dönemki halim gibi sesi güçlü ama kendisi kırılgan. O dönem onun şarkılarını özellikle de Gone Away / The Good & the Bad Guy / We Were Sparkling üçlüsünü, şarkıların içinde kaybolup, hiçbir şey için açmak istemediğim ağzımı sonuna kadar açıp, bağıra çağıra, bazen evde tek başıma bazen de insanların ortasında onları da garip anlarıma dahil ederek söyledim durdum.


Hiç aklıma gelmezdi bir gün ona bu anlardan bahsedeceğim; ifadesiz kaldığım bu gibi anlarda sesim olduğunu anlatacağım; ben ona bunları anlatırken gözleri dolup ellerimi tutacağı; ellerimle yüzünü tutup kocaman gülümseyeceğim.

Ama oldu. Birkaç gün önce.

Ve bir de o an, o şarkı.

Salı, Mayıs 26, 2009

"birileri de kapilari kapatmaya calisiyordu sanki"


Her şey oldukça yolunda ilerlerken ayağa takılan bir taş, ve fakat hatta ayağa takılan demenin onu küçümsemek olacağını düşündüğüm için önünüze çıkan kocaman bir kaya parçası olarak Gone Away adlı şarkının içine girip, şarkıyı darmadağın etmek istiyorum. Çünkü ben bunu yapmadığımda , ki yapamıyorum, o benim içimde bir şeyleri paramparça yapıyor her seferinde.

Şu hayata bir şeylerin yasaklanmasını ve hatta yok olmasını isteseydim eğer, kocaman bir "aşağılık şarkılar listesi" hazırlar, ilk üçe de bu şarkıyı eklerdim ve yok ediciye verirdim bu listeyi. Bir gün beni de bulsa Francisco, ben kayalıkların orda başka birisini görmeyi umarken. Tabii daha mantıklı çözümler de var ama bu şarkıların kime hayrı olmuş da bana da iyiliği dokunsun. Tüm kağıtlarını, not kartlarını, alışveriş listelerini, ne varsa alıp gitsin Shara kadını hayatımdan.

Daha yeni fark ettim bir mailın sonunda ismini yazarken, o ismi hastalık sarısı fonun üzerine açık gri bir renkle yazmış birisi. O anki ruh halini belki de o ismi o hade yazarak ifade etmeye çalışmış ama ben konuya odaklanmaktan görmemişim. Kaybolmak, buharlaşmak istemenin farklı bir dışavurumu. Ne garipmiş.

Eğer uyumazsam iyikötüadama geçiş yapmaktan ve yolumu iyice kaybetmekten korkuyorum.

Çarşamba, Mart 18, 2009

Sus bi!

Bugün, yani aslında az önce, can sıkıntısından kendi kendime bir şeyler kaydettim. Nadiren yapıyorum bunu. Şarkılar söyleyip en dandik şekilde kaydediyorum. Hatta ve hatta arkadan şarkıyı söyleyenin sesi bile duyuluyor, o kadar profesyonelim anlayacağınız. Bu seferkini buraya da eklemek istedim ki aman eksik kalmayın. Çok çılgın bir şey değil. Hatta dinlenmeye pek değmez ama olsun yine de gazinocular kralı beni bir gün bulacak inanıyorum. Kendisinin blog blog gezdiğine dair duyumlar aldığımdan beri pek heyecanlıyım açıkçası.

Neyse susuyorum artık ve böyle bir saçmalığı kapatabilecek bir Beach House cover'ı ekliyorum. Queen'in şarkısıymış Play The Game ama ben orijinalini hiç dinlemedim. Beach House halini dinledikten sonra merak edip de dinleyeceğimi sanıyorum da. Tamam ya, sustum.

divina - Gone Away (My Brightest Diamond'un dayanılmaz cover'ı bu, evet)

Beach House - Play The Game (Cover diye buna denir, ne o öyle)

Çarşamba, Nisan 30, 2008

"May, June, July, I count the time"

Bugün küçük afacan çocuklar gibi komik giyindim. Kendimi sokakta savaş oyunları falan oynayacak olan bir erkek çocuğuna benzettim. Kulağımda da Liars'ın Mr. You're On Fire Mr.'ı vardı. Hoplayıp zıplamak istedim delice. Sonraysa derslerle ilgili bir şeylere canım sıkıldı. Çok huysuzluk yaptım; hırladım her gördüğüme. Diş gösterdim bol bol. Sonraysa tüm sinirimi A. ile feminizm ve pozitif ayrımcılık konularındaki görüşlerimi paylaşarak üzerimden attım. Kadınların kendilerine verilmiş olan ve erkeklerde bulunmayan doğurganlık özelliklerinin farkına varmasının gerekliliği ve bunu bir türlü kapanmayan ve sevilmeyen bir yara veya kötü bir hastalık sonrası oluşan bir maraz gibi görmelerinden nefret ettiğimi farkettim yine. Erkek dünyası dedikleri şeyi eleştirirken sahip olmaya çalıştıkları ve yücelttikleri şeylerin o erkek dünyasının yücelttiği değerler olduğunu farkedip kendi doğalarındaki güzelliklerin bir farkına varabilseler ne şahane olacak her şey sanki ama zor sanırım. Neyse, bir ara yazayım bununla ilgili bir şeyler kafamı toparladığımda diyor ve günlük yaşam anlatma moduma geri dönüyorum.

Dönerken mısır aldım. Şu bardakta satılanlardan. Eve geldiğimde yine o afacan çocuk halime geri dönmüştüm. Dönmüşken Liars dinleyeyim daha çok istedim. Dinledim; daha çok sevdim. Şimdiyse Magik Markers adlı bir grubu tüketmekle meşgulüm. Boss albümündeki ilk şarkı ve ikinci şarkı arasında dağlar kadar fark var. Kendileri için Sonic Youth'un benzeri demişler muhtelif yerlerde. İlk şarkının Sonic Youth'la uzaktan yakından alakası yoktu; epeyce beğendim o şarkıyı. Ama albümdeki ikinci şarkıları bu benzetmenin hakkını veriyor. Sevmek zaman alıyor bu bulanık, gürültülü şarkıları. En azından benim için öyle oluyor. Kolay sindiremiyorum. Önce tadını alamadığımdan herhalde.

Sürrealizm ve Soyut Dışavurumculuk karşılaştırması konulu bir yazı yazmaktayım. Bitince modernart-icles'ın ilk yazısı yapabilirim kendisini. Bir kafamı toparlayıp şu bloga da bir şeyler koyamıyorum; üzülüyorum.

iPod'uma haftasonu Y. ile dolanırken bir skin beğendim nihayet. Aldım hiç düşünmeden. iPod'umun adı "iPod is Evil!"dı, şimdi bir de iDevil isimli bir skini var kırmızı. Şeytan yapmaya çalışmışlar ama bir de vampir dişi koymuşlar. Ne idüğü belirsiz bir varlık çıkmış ortaya ama kuyruğu eksik maalesef. Sütlü yüzük diye adlandırılan en sevdiğim takımı aldığım mağazada buldum kendisini bir de. Seviyorum orayı sanırım.

Uzun süredir yazı yazmadan yaşayabildiğim bir ruh halindeyim. Sevinsem mi, üzülsem mi bilemiyorum. Hiçbir şey yok aklımda. Hissettiğim hiçbir şey yok. Öyle havada süzülüyorum hiçbir şeye değmeden. Hiçbir şeye değmeden yaşarken, yaptığım bazı şeyleri düşününce geçmişte, çok şaşırıyorum nasıl yapabilmiş olduğuma. Sanırım en çok da çok kısa bir sürede yapmış olduklarım ve devamı gelmeyenler şaşırtıyor. Nasıl olabilir diye arada düşünüyorum ama uzun sürmüyor odağımın kayması. Oradan buradan gelen sesleri dinliyor bir yanım. Hemen karşılık veriyorum. Odağım kaybolmaya o kadar hazır ki.

Hala oraya buraya 2007 diye tarih atan ben, az önce de tarihin 1 Mayıs'ı gösterdiğini görünce büyük bir şaşkınlıkla gözlerimi açtım. Hangi ara geldik Mayıs'a dedim. İçim bir garip bile oldu. Bir ay sonra yaz mesela; bunu düşününce yaptığım iş her ne ise bırakıyorum. Beni şaşırtan şeylerin yokluğundan dolayı, bu işin "zaman"a kalması ne garip diye düşünüyorum sonra.

Bu kadar sesli düşündükten ve bomboş şeyler yazdıktan sonra bu yazıyı burada sonlandırayım en iyisi. Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos da hemen böyle kendilerini benim gibi geçiştiriverseler de çok sevdiğim o mevsimlere bir geçsek diyorum. Zira sözkonusu aylar pek bir yalan dolan şeylerle anılıyor geçen seneden beri.

Pazar, Aralık 23, 2007

"May, June, July, I count the time..."

"i don't wanna go on with these pieces of paper
that you left behind"

diyor şarkı. Doğru söylüyor sanırım... Kim sırtında koca bir anı yüküyle hayatına devam etmek ister ki? Birisi kendini çok iyi tanıyan diğerini, diğeri ise en çok sevdiği o birisini kaybetmenin üzüntüsü içinde yollarını ayırdılar. Artık içi boş konuşmaların olmadığı, birbirlerinden tek bir sözcük bile duyamayacaklarını bildikleri bir dünyaya adımlarını attılar. Artık fikrini değiştirip geri döner diye kağıt parçalarını saklamayacağını bilen diğeri ve bir şeyleri bilmemekte kararlı olan birisi belki de son birbirlerini gördükleri anın üzüntüsünü aylar sonra atacaklar.

Canım sıkkın. Birileri gidiyor, başkaları gelmesin deniliyor. 9 ay dedi... 9 ay ne çok zaman... Birikmiş ne çok kağıt parçası var kitaplığımın üzerinde. Birikmiş ne çok resim ve konuşma var bilgisayarımda. Hangi birinden başlayacağım, hangisini atmaya kıyacağım, hangisini silmeye cesaret edebileceğim bilmiyorum. Şarkı "so just in case you change your mind and come back, i've kept everything safe" diyor oysa ki...

Artık "Bilmiyorum" deme sırasının bana geçtiğini düşünüyorum. Bir süre her şeye "Bilmiyorum" diyip bu sözcüğü hayatımda bir daha kullanmak istemeyene kadar tüketmek istiyorum.

İçimdeki korkunç duygu çöplüğüne bir bomba lazım en etkilisinden. Birisi bütün hayatımı bu hale getiren kalbime kamikaze yapmalı artık.