paul banks etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
paul banks etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi, Temmuz 11, 2009

"Shake me, Shake me, Skyscraper"


Dağ çilekleri yemiştim. O herkesin öle bayıla yediği sevimli şeyleri sevmemiştim. Birkaç denemeden sonra sevemeyeceğimi anlayıp bırakmıştım. Sonra sevmediğim başka şeyleri de bıraktım. Bu soldaki ise bu aralar sarılıp mıncıklayabildiğim tek şey.

Geçen gün B. ile otururken, artık etrafımdaki insanlara bakıp sanki onlarla yaşanabilecek deneyimlerin özünü birkaç saniye içinde algılıyormuşum hissine kapıldığımı anlattım. Mesela dün metroda bir anda yanıma oturan birine bakıp, o insanla beraber olmanın tüm inceliklerini fark ettim tıpkı az önce dediğim gibi. Kendimi Grenouille gibi hissediyorum. O da kokuların özünü yakalıyordu. Sonra sevdiklerinin peşine düşmüştü. Sonunda ise en azından istediğine kavuşmuştu. Tek bir mendil sallayışta, etrafındakilere secdeye getirebilecek o hedefe ulaşmıştı. Ve fakat ben neyin peşinde olduğumu bile bilmiyorum. Bir şeyin peşinde miyim ki acaba diye soruyorum kendi kendime. Sanırım iyiden iyiye kabuk değiştirdiğim bir dönemin içindeyim. Halbuki kabuk değiştirmenin zamanı mı şimdi?!

Her neredeysem orada değilim bir de. Bu da kayıtlara geçsin.

Ankara bu aralar fazla sıcak. 60 koruma faktörlü güneş kremleriyle dışarı çıkma vakti geldi de geçiyor bile. Pazar günü Seğmenler planımız var. Bu hafta sonu ise kendimi kitap okumaya ve dinlenmeye adayacağım gibi görünmekte.

Canı sıkılan proje yapıyor son birkaç senedir. Ben bu durumla ilgili karışık hisler içindeyim. Yaptığın müzikten canın mı sıkıldı, artık kendini duymaktan utanıyor musun? Hemen kendini feshet, hep yapmak istediğin şeyi yap. Eğer bir de ilk çıkardığın albümlerle biraz popüler olduysan, en saçma şeyi bile yapsan kabul görecektir çoğu kez. O yüzden sinire strese de gerek yok. Sanırım bu sebeptendir, farklı isimlerle ve farklı müziklerle çok kez garantici bir şekilde rahatlamak için random bir nickle orada burada küfredip, hiçbir sorumluluk almadan istediği zaman bu kimliği yok edip hala kendi "ben"ini koruyabileceği projeler yaratma isteğindeki artış.

Ben de işte Julian Plenti'ciğimin albümünü dinlemeye başladım az önce. Onu dinliyorum ama pek de sevemedim. Oldukça yavan, yeni bir şeyler yapmaya çalışmış hissiyatına kapılıyor insan fakat alakası yok. Sanki fazla Akdeniz havası solumuş bu ara Paul ama maalesef New York içine öyle bir işlemiş ki kendini istediği kadar o İtalyan erkeği havalarına soksun, gömleğinin yakasını açsın, altın kolyeler taksın, yine de içinde sürekli huzursuz bir adam var. Henüz çok dinlemedim ve haliyle hazmedemedim ama, ilk izlenim olarak diyebilirim ki kendini olur olmadık tehlikelere atan, oraya buraya savrulan, estet erkek sözlerini yine görebiliriz albümde. İstediği kadar Madrid Song yazsın, o CocoRosie'msi dış dünya seslerini aralara serpiştirsin, o gitarları istediği kadar tıngırdatsın, Paul yine bizim Paul ama bu sefer kendisinden epey sıkılmış olmalı. Paul özüne dön hayatım, bu Julian halin beni pek açmadı haberin olsun. Skyscraper'ını sevmiş olmam tüm albümdeki o yaz hissini görmezden gelmemi sağlayamadı henüz maalesef. "Shake me, Shake me, Skyscraper" dediğin o kısacık şarkı istisna ama bilesin. Hemen aşağıda o da. Ulaşınız, dinleyip seviniz rica ederim. Yoksa çok bozulur adamcağız.

Julian Plenti - Skyscraper



Yarın güzel birkaç müzisyenden bahsedeceğim sanırım. Ama şimdi ıslak saçları kurutmak ve yatağa girip başka hiçbir şey düşünmeden uykuya dalmak gerekiyor.

Domo. Sana da.

Cuma, Mayıs 15, 2009

Julian Plenti - Fun That We Have



Paul Banks son zamanlarda Helena Christensen'le olan beraberliğiyle buralarda uzun süredir dedikodu konusu. B. ile her fırsatta Helena'nın yüzünün nasıl da çökmüş olduğundan bahsedip duruyoruz. Sonraysa, o muhteşem vücuduna takılıyor aklımız. Adil insanlar olarak elimizi vicdanımıza koyup 40 küsür yaşında bacak boyuyla bizi dövebileceğini itiraf edip, bir süre sessizliğe gömülüyoruz. O sırada haset kaynaklı çatırdamalar oluyor içimizde.








Geçen gün bu adamdan ve onu ne kadar sevdiğimden bahsettim hakimlerden oluşan sınıfıma. E sordular favori gruplarınız kimlerdir diye anki anlayacaklarmış gibi. Ben de anlattım. Evet hiçbirini bilmiyorlardı ama bazıları not bile aldı. Neyse işte, sonra bir tanesi dedi ki içlerinden "Eğer çok isterseniz Paul Banks için bir arama emri çıkarttırırız. Gerçek Interpol neymiş görür, getiririz buraya kendisini. Siz görünce de göndeririz yerine" dedi. Görüldüğü üzere Hitler's daughter deseler de sınıf içindeki halime, beni ne kadar seviyorlar, canlarım. Ama ben tabii geri gönderme kısmında kendime pek güvenmediğimden "Yok kalsın ama bu teklifinizi daha sonra gerekli durumlarda kullanmak üzere saklayabilir miyim" diye sorduğumda, olumlu yanıtı da alınca hain planlar yapmaya başladım. Aklımdan neler geçiyor bildiğiniz gibi değil. Canımı sakın sıkmayın.

Bu beyfendinin solo hali şimdi Julian Plenti'ymiş ama ben kendisini Paul olarak tanıdım, sevdim, kedime adını koydum. Şimdi tutup da kedimin adını Julian diye değiştirsem hoş olur mu? Hayır tabii ki. O zaman ne diye Julian Plenti gibi bir isim alma gerekliliği duymuş bu adam? Adaşı Paul Auster'ın en az iki-üç kişiliğe ve isme birden sahip olan karakterlerine mi özenmiş nedir anlamadım.

Neyse, albüm Ağustos'ta çıkacakmış. İlk çıkış şarkısı aşağıda dinlenebilir halde bekliyor görüldüğü üzere. Fena değil. Yeni bir şey yok ve çok ayılıp bayılmadım. Olsun ama Plenti Mlenti her haliyle güzel bir insan. Facebook'ta fan'ıyız, ailecek hastasıyız. Literally.

Julian Plenti - Fun That We Have

Gözleme surat diyenleri hala kın kın kınıyorum. Aklıma bu tanımı sokanları elime geçirdiğim vakitler yakındır.

Salı, Nisan 07, 2009

Stay Inside, Feel Everything

Bir hevesle gittim ben de Armada'ya. Kaybolmuştu ya sütlü yüzüğüm, gidip yenisini almak istedim bir anda evden çıkar çıkmaz. Saatler 16:55'i gösteriyordu. Saat 18:10'da derste olmalıydım. Taksiye bindim ve saat 17:03'te Armada'daydım. Saat 17:15'te kaybolan yüzüğün yerini yenisi almıştı ve ben yağmur altında taksiye doğru yürüdüm. Saat 17:18'de taksideydim. Bundan tam bir saat sonra yani aslında 18:20'de on dakika gecikmeli olarak dersimdeydim. Obama sağolsun her bir yol tıkanmıştı kendisi rahat rahat geçip gitsin diye. Bir saat boyunca taksici amcayla herkese sövdük saydık. Yasak masak dinlemeyip sigaralar yaktık karşılıklı içtik. Adamcağızın elinde olsa bana kahve çay da ikram edecekti ama yerimiz yoktu. Normalde on dakikayı aşmayacak o yolculuk nasıl o hale geldi daha fazla anlatmak istemiyorum açıkçası. Sinir krizleri geçirdim zira arabadan inip yürüsem daha rahat giderdim ama işin kötüsü deli gibi de yağmur yağıyordu, çıkıp yürüsem kesin hasta olurdum. O halde derse de giremezdim. Velhasıl bugünkü bir saatlik taksi hapsimden çıkarılacak sonuç yarın İstanbul'un geçici ama ciddi ciddi felç geçireceğidir. Haberiniz olsun şimdiden, evden mevden çıkmayın olabildiğince.

Sütlü yüzüğüme gelince ne badireler atlatmıştı kendisi. Yani eskisi. Ama sanırım daha fazla bende durmak istemedi, mistik bir şekilde kayboldu. Tabii bunu mistik sıfatıyla betimlemiş olmam tamamen hafızamın onu son gördüğüm vakitlerdeki yamulmasıyla da alakalı. Yoksa buharlaşıp uçmadı ya. Yenisinin ise tanrı yardımcısı olsun. bana dayanmak biraz zor olsa gerek ama olsun. Kaybolmasın öyle. Adam olsun biraz. Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla.

Asobi Seksu böyle güzel akustik hale gelmeyi kimden öğrendi acaba. Bağımlılık yarattılar yine sağolsunlar. Üzerimden bir çok şey çıkarıp atmaya çalıştığım şu günlerde Asobi ve bu yüzük üzerime yapıştı. hiç de atasım yok. Yerim onları. I will eat you all alive and there'll be no more lies. İvit.

30 Mayıs'ta Friendly Fires'a gidilecek bir de. Zıplanıp, dansedilecek diye not düştüm ajandama. Keşke ajanda sahibi olabilecek kadar planlı programlı olsam.

Paul Banks'in yüzünü peynirli gözlemeye benzetenleri kınıyorum bir de.

O kadar.