sevgi mevgi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sevgi mevgi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazar, Nisan 20, 2008

Closer

Closer'ın başladığını Twitter'dan gelen Muzo update'leri sayesinde öğrendim. Sonra açıp, o sırada konuştuğum A. M.'ın kafasını şişirdim şu aşağıdaki Closer yorumlarımla.

"ben bu filmin şu yönünü çok seviyorum sanırım
sanatçı olarak hayatta varolmaya çalışan iki kişi var julia roberts ve jude law
ve bu ikisinin haatla alakası yok.
o kadar hayali ütopik, çılgın fikirlere sahipler ki
naif naif ama hayat ve insanlar öyle bir naiflikte değil. hatta o kadar adice ve kabaca bir şey ki ancak natalie ve clive gibi doktor, striptizciler falan hayata dokunabiliyorlar. onlar da bu yüzden tamamen bedensel ve down to earth işler yapıp öyle yaşıyorlar.
hayalleri yok gayet basit ve görüleni istiyorlar. görülenin ardındakilerin farkındalar ama görüldükleri gibiler onlar.

bu noktada jude law'un gerçek gerçek diye kendini paralaması da ayrıca komik çünkü gerçeği duyduğu anda tuzla buz olabiliyor ve hatta gerçeği duyunca gerçek hayat ona o kadar da albenili gelmiyor.

ve hatta tam bu yüzden hiçbirinin ilişkisine değinilmemiş
film ilişki filmi
ama ilişkiden eser yok
lacan'ın kadın yoktur demesi gibi "ilişki yoktur" diyor bu film.

o yüzden ilişkilerin hep başlayış ve bitişleriyle ve aldatmalarla dolu.
aradaki hiçbir dönemden bahsedilmiyor.
aslında bizim jude ve julia'nın aradığı çılgın elevated aşk ilişkisi denen şeyin işlevsiz ve gerçek hayatta fonksiyonsuz kaldığı ve bu nedenle böyle sanatsal duygulanımlara sahip olanların bile ancak clive ve julia gibi gerçekle direk bağlantısı olan kişilerle "gerçek hayat" dediğimiz ve onların direk reddettikleri basitlikteki yaşamlarda sürdürebilecekleri ilişkileri olabilir.
clive owen'ın julia'ya bağırdığı çağırdığı o evdeki sahneye hayranım o yüzden
bu kadar güzel gerçeklerle yüzleştirilemezdi çünkü aldatmanın adiliğini ve basitliğini aşkmış gibi gösteren bu artsy fartsy tiplerin hayattan ne kadar anlamadıkları üzerine şahane bir sahnedir.
"yüzüne boşaldı mı?" sahnesi. karşısındakini sıradan bir ankete tabi tutar gibi söyledkleri ve sordukları... julia ve jude'un aksine ne kadar hayatın içinden gerçeklere sıkı sıkıya bağlı olduklarının göstergesi bu sahne sanırım. natalie de hemen o esnada jude'la benzer diyaloglar yaşıyordu tabii.
bu bu kadar basit bir şeydir diyor işte.
senin saçma dünyada kendi kendine anlamlandırdığın o aşk denen şey ağzına boşalmaktır benim için iyor
süslemelerin anlamı yok sonunda zaten benim olacaksın o kadar eminim diyor

ve yani bu filmde de gerçek olan sevgi dediğimiz şey bu kadar güçlü halinde ancak clive ve natalie'ninki.
onu anlatamıyorum ben insanlara sanırım :)
çok süslüyor insanlar her şeyi

clive ve natalie'nin strangers adlı sergide yaptıkları konuşma ise tam bu dediklerimi destekliyor sanırım hatta. herkes görmek istediklerini görüyor. herkes süslü bir gerçeklik istiyor çünkü böylesi hayatı daha güzel gösteriyor. halbuki hiçbir şey bu kadar süslü ve makyajlı değil. o yüzden natalie ve clive ihaneti anlamıyorlar. saf olan, süssüz gerçek ve basit sıradan sevgiye tutunmuşlar. ihaneti duyduklarında "bir insan bunu diğerine nasıl yapabilir" diyor. o kadar gerçekle içiçe olmalarına rağmen başka birini sevme ve birini severken başka birini sevmeye inanmıyorlar çünkü. cidden de yok öyle bir şey yok. julia ve jude ise bu gerçek sevgilerin sıradanlığından ve gerçekliğinden sıkılıp aynen o sergideki yüzler gibi heyecanlı ve daha güzel buldukları kocaman yalan ve gerçekdışı o "aşk" dedikleri şeye tutuluyorlar ama tabii iki taraf da yalan olunca sürdüremiyorlar. hatta jude julie'nin eski kocasıyla yattığını öğrendiğinde "we're not innocent anymore" diyor. burada çok gülüyorum çünkü kim masum ki zaten? bunu böyle kabul edemiyorlar işte! sonunda ikisi de gerçeğe geri dönmek durumunda kalıyorlar. o gerçek de clive ve natalie oluyor. sonu ise belli...

o yüzden sanırım ilişkilerin filme alınacak, abartılacak bir yanı yok. her şey sıradan, basit olduğu kadar gerçek. öyle parıltılı görünürse bilmek lazım ki bir şeyler saçma gidiyor. film tamamen bunu anlatıyor herhalde."

Çarşamba, Nisan 02, 2008

Cut the crap!

Bir insana onun kendisine gösterdiği sevgi ve saygıdan daha fazlasını gösterdiğinde ve hissettirdiğinde o insan bozuluyor ve arızaları bir bir ortaya çıkıyor. Bazen bu diğer insanın kendisine yeteri kadar sevgi ve saygı göstermemesinden ve diğer insanın onda onun görmediklerini ona güzellikle ve şefkatle göstermeye çalışmasından dolayı meydana geliyor.

Bazen de o insanın suçu olmuyor bu ve diğer kişinin sevme ve saygı gösterme işini abartmasından kaynaklanıyor. Bazı durumlarda kendisiyle uğraşmayan ve ne olduğunu bilen bir insan olduğundan oluyor bu. Bazı durumlarda ise tam tersi, kendisiyle uğraşmamasının ve diğer kişiye anlam ve değer yüklemesinin nedeni kendine değer vermiyor oluşundan kaynaklanıyor.

Böyle garip bir döngü var günümüz ilişkilerinde ve buradan yine insanları en doğru ayıran kriterimize geliyor iş: Kedi seven insanlar ve köpek seven insanlar diye tüm dünya insanlarını ikiye ayırabilirim gibi geliyor. Kedi sevenler herkesin kişiliği olsun, öyle kimseyi etrafımda pervane etmeyeyim ama değerim bilinsin, sevdiği insan kendini sevdirecekse ona gelsin diyor. Köpek sevenler ise her istediğimde hep beni sevsin, istemediğimde de yanıma yaklaşmasın ama yine de kendini bana sevdirmek için çıldırsın istiyor. Bu durumda kedi sevenlerin köpek seven insanlara bulaşması epeyce normal ama köpek seven insanlara zerre kadar bulaşasım yok benim de. Herkes kendisine değer versin; başkaları aynı değeri onlara gösterdiğinde çılgınca bencil olmasın istiyorum.

O yüzden herkese onların kendisine gösterdiği kadar sevgi ve saygı gösterirsen eğer, hiçbir zaman başkaları tarafından hayalkırıklığına uğratılmanın sinir bozucu hissini ve deneyimini yaşamazsın. Kimsenin kimseden alacağı olmaz. Herkesin ne olduğunu ve ne olmadığını bildiği harika bir ilişki dünyasının içinde bulabilirsin kendini.

Evet, keseyim artık.

Perşembe, Mart 27, 2008

"again, again i'm wrong, and i confess..."

Bazen düşünüyorum eskiden bana çok normal gelen şeyleri. Nasıl bir delilik halindeymişim de bunları normal bir şeymiş gibi görebilmişim o zamanlarda diye şaşırıp kalıyorum. Koskoca zaman farklarıyla nasıl başetmişim diyorum.

İstiyorum ki bir de şu şarkıyı dinleyin. Pek sevdiğim bir müzik blogunda övülmüş kendileri. Ben de pek başarılı buldum vokalle müziğin uyumunu. Ayrıca bu da myspace sayfaları; bir gözatın.

Zamanında birisi bana "Sen sevilmek için yaratılmışsın" demişti. Ben de karşılık olarak "Sen de öylesin" demiştim. Sonra birbirimizi sevmeyi öğrenmiştik sanırım beraber eş zamanlı bir halde. Ben ise hep tam tersi, sevmek istemişimdir sevilmekten ziyade. Tamam, kabul ediyorum, her ikisi aynı anda oluca şahane bir şey oluyor. Hayatımda bir kez o dengeyi yakalamıştım. Bir daha da yakalamayı ummuyorum zaten çok uzun süredir ama gerçekten de sevmeye daha istekliyim ben. Sonra kendim gibi insanları bulunca sorun yaşıyorum sanırım. Birileri de zamanında kadınlar sevilmeye önem verir gibilerinden bir şeyler söylemişti. Zaten ben de kadın olduğumu hiçbir zaman iddia etmedim bilinen manada. Bilinen manadan kastın nedir diye soracak olursanız, standart bir kadın imgesi vardır ya hani, erkeği peşinden koşturmak için türlü numaralar yapar. Çünkü ancak peşinden koşulacak bir şeye sahip olduğu yanılsamasını kaçarak yaratabileceğini düşünür. Değer verilmesi gerekilen özelliklerinin kendinde olan özündeki özellikleri olduğunu bir türlü idrak edemez veya belki de kendine güvenemez. Bu yüzden kaçmaya eğilimlidir. Kendini saklayıp durur bir yerlere. Aslında ilişki onun için stratejik bir şeydir. Hiçbir zaman attığı adımı tam atmaz. Hep yarımdır veya atar ama iki adım geri çekilir hemen ardından ki daha değerli olsun hani erkeğin gözünde. Ben de sanırım böyle stratejilerle parmağımın ucunda oynatabileceğimi bildiğim erkeklere karşı bir saygı duyamadığımdan, onlara karşı aşk yaratamıyorum içimde. Yaratmak diyorum çünkü cidden de aşk yaratılan bir şey; en azından benim için böyle. Ancak saygı duyduğum, benimkilerle bir şekilde çarpık da olsa eşleşebilen özelliklere sahip insanlar ilgimi çekiyor. Sonra bu insanları tanıdıkça onlara aşık olabilme olasılığım yükseliyor. Bazen tanıdıkça daha da uzaklaşıyorum. Zaten şunun şurasında hayatımda cidden sonuna kadar aşık olduğum kaç kişi oldu ki. Birinin yeri apayrı, diğerinin yeri ise kazı çalışmalarında harabeye dönmüş halde. Hiçbir iz kalmayacak şekilde kazıyordum delik deşik ediyordum bir süredir orayı. Şimdi durdum. Yeni bir şeyler inşa edeceğim oraya yakında, hissediyorum. Hissediyorsam doğrudur diyorum ve retroya bir ara veriyorum, konu her neyse ona dönüyorum.

Neyse işte, diyordum ki saygı gösteremediğim birine aşık olamıyorum. Peşimden koşan birine de saygı duyamadığım için öyle kaçmıyorum etmiyorum. Her şey açık olsun istiyorum. Peşinden koşulacak bir şeyim yok ve beni bu halimle sevsin, bu halimle bana aşık olsun istiyorum. Çünkü eğer o peşinden koşulacak bir şeylerimin olduğunu düşünüyorsa bunun bir yanılsama olduğunu ve bu yanılsamanın ikimizi de içinde bulunmak istemeyeceğimiz sulara çekeceğini biliyorum. Sırf o durumu yıkmak için elimden geldiğince kendimi gösteriyorum ona. İyi de yapıyorum bence. Ama evet sevmek istiyorum, aşık olmak istiyorum. Birinin bana olan sevgisinden ziyade benim o kişiye hissettiklerim daha önemli sanırım benim için. Yoksa kendimi aldatıyor gibi hissediyorum; yaşadım oradan biliyorum.

Bazen de hayatım boyunca tek yaşayabilir miyim diye düşünüyorum. Sanırım bu da mümkün. Gerçekten de hiçbir zaman aslında hiç kimseye ihtiyaç duymadığımı biliyorum. Tabii aşk meşk öyle ihtiyaçtan olmuyor. Gerçi daha geçenlerde tam tersini iddia ediyordum hararetle ve etrafımdaki herkesi buna inandırabilmiştim de verdikleri ilk ciddi karşı tepkilerine rağmen. Böyle de yanar döner bir insanım. O yüzden inanmayın bana.

Bazen de böyle ciddi, kesin ve hatta zaman zaman cheesy tanımlar yapıyorum ya kendimce hayatla ve türlü zırvalıklarla ilgili, en çok da o zaman hastası oluyorum kendimin. Bir gidip çay koyuyorum, geçiyor.