27 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
27 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Perşembe, Şubat 07, 2008

"You're either in the club, baby, or you're not"

In Rainbows'un ilk yarısındaki Bodysnatchers'ı tamamlayan şey albümün ikinci yarısındaki Bangers & Mash. Ha bir de Guinness! Bu şarkı çılgınca intikam kokmakta. Sözleri küçükken uyumadan önce kendime yarım saat umutla vampir ve uzaylıların gelmesini beklediğim zamanları anımsatıyor (sanırım o zamanlarda hayal ede ede kaptım onlardan bir şeyler). İçimdeki başkasını ısırmamak için bastırıp durduğum yanımı tetikliyor. Bu şarkı fondayken vampir dişlerimle ısırdıklarımı gerçekten de kötü hale getirebilirim. Dikkat ediniz.

Bugün evimde Guinness içiyorum. Mutluyum. Kedim çoraplarımı kemiriyor. Ev kemirilmiş ve bir yana fırlatılmış çoraplarla dolu. Özellikle de odam. Ne yapacağım bu kemirme konusunda bilmiyorum. Kendini fare sanan bir kedim olduğunu düşünmek bile mutlu ediyor beni bugün.

Bir şeyler oluyor yine. Umutluyum 27'den ilk defa.

"i'm taking you down
i'm taking you down
i'm standing in the hall
i'm puking at the wall

yeah because you bit me, bit me, bit me, ow
the poison
i got the poison
i got the poison now"

diyor Thom. Bense bu şarkıya delice eşlik ediyorum her seferinde; bazen bağıra çağıra bazen sessizce insanların ortasında.

Perşembe, Aralık 06, 2007

Etrafında Dönülemeyen Yıkık Bir Kule

27 yaşıma tam "27 yaş sendromu"na sebebiyet verecek, üstüne bir de bu sendromun geçerliliğini destekleyebilecek kadar güçlü argümanlara sahip olarak başladım. İki gündür "half-awake" - nasıl da kullanırdık di mi?- gezerek yaşamıma devam ediyorum. Arada nefes alıyorum. Üstüste aldığım kararlar domino etkisiyle birer birer devrilirken, hemen renovasyon çalışmaları başlatıyorum içimde. Dolmabahçe Sarayı gibi. Birisi bu gibi büyük yapıların renovasyonu daha bitmeden, yeniden başladığını söylemişti. Aynen öyle işte...

İçimden de diyorum ki her seferinde "pes etmemeliyim". Sonra bir an geliyor, içimden köprüler kuruluyor başka bir yerlere gidiyorum. Gittiğim yerdeki kulenin etrafında koşturmaya çalışırken her seferinde görmek istemediğim -tam da görmeye en çok ihtiyacım olduğu için- bir yüz karşıma çıkıyor. Karşıma çıkan imgenin içinden geçemiyorum. Yanından kıvrılarak dönmeye devam edeyim derken çoğalıp duruyorlar. Onlara değmeden geçilemez bir hale geliyorum sonra. Her dokunuşta farklı bir yere gidiyorum. Bir mağazadaki obsesif bir tezgahtarın paket yapmadaki aşırı titizliği, yanımda o, gülümseyerek birbirimize bakıyoruz. Aniden bir diğerine dokunuyorum, beni deniz kenarındaki bir sabah kahvaltısına, bir sonraki burnunun yanakla birleştiği yerden bu yüzü öptüğüm bir ana, oradan taksideki bir elele geçme anına, sonraki kaçırılan bir çift gözün farkediliği ilk ana, hemen ardından "o zaman dışarda yaparız biz de", sonraki ise "gidene kadar :)", beraber kurulan ve artık hiç gerçekleşemeyecek bir konser hayaline... En çok da bu acıtıyor belki de, son bakışma anından hemen sonra...

Sonrası mı?

f
r
e
e
f
a
l
l
i
n
g

complete...

Perşembe, Kasım 29, 2007

You’re the one who grows distant when I beckon you near...

... demiş birileri yine. Benim göreim de hatırlamak anımsamak bu aralar.

Imagine Room'un dolayısıyla da benim doğumgünüm yaklaştıkça bakıyorum da her zamanki gibi ağlamaklı olmuş her şey. Yine bir doğumgünü ve yine gözyaşları olarak yeni yaşıma girişimi kutlayacağım. Yeni yaşım ise çok acaip bir yaş aslında. Birçok insanın dünya üzerindeki son senesi olmuş ve hatta senesi bitmeden başka yerlere doğru yol almaya başlamışlar. Nedir yaşımız hemen öğrenelim: 27!

27'ye girme arefesinde, ben de her insan gibi huylanıyorum acaba diyorum... Dünya üzerinde hiçbir şeyin beni intihar etme düzeyine getiremeyecek olması iyi bir şey evet, ama daha da kötüsü şu ki, intihar etmesem de kendimi öldürecek düzeyde derdi, sıkıntıyı hayatımın merkezi haline getirip, acı çekebiliyorum. Böyle de yaşayabiliyorum hani ama bu sıkıntılar ve acılarla nereye kadar diye sormak istiyorum:

Nereye kadar?

Olabilecek en yakın yere kadar diye cevaplıyorum bu aralar bu soruyu. En çok da bu acıtıyor sanırım. Bir şeyi isteyip de yapamamak kadar ahmakça bir şey yoktur sanırım. Yapabilecekken yapmamayı tercih etmek cesaret bulamadığın için... Neyse... Sigarayı daha çok içer, daha çılgın bir yaşamı benimseyebilirsem eğer dualarım kabul olabilir.

Dua demişken bir an aklıma geliyor bu aralar sık sık aklıma. Zamanında çok canımın acıdığın bir zamanda, kocaman kar tarlalarının ortasındaki okulumun içerilere sığamadığım bir öğledensonrasında çıktığım çam ağaçlı bahçesinde, o ağaçların ardına saklanarak insanları izlediğim, kendimi nasıl olup da bu kadar soyutladığım, insanların nasıl olup da hayatlarına bu kadar sorunsuz devam edebildiklerini düşünüp durduğum, bunu yaparken de içimden hayatımda ilk ve tek olan o dua edişim aklıma geldi. İlk kez bu kadar çaresiz kaldığım için bu kadar yakın hissetmiştim herhalde Tanrı'yı kendime. Onunla konuşur gibi, sanki önünde diz çökmüşüm gibi yalvardım kendisine, ya o an beni öldürsün ya da bana sabır versin diye. O öğledensonrası böylelikle birçok şeyin dönüm noktası olmuştu. Buradan Tanrı'ya sesleniyorum, bu aralar öyle bir öğledensonrasına daha ihtiyacım var. Bu sefer hangisini verir bana bilmiyorum ama yine de istiyorum... Ama önce kar yağması lazım değil mi?