oscar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
oscar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Eylül 30, 2008

"drink sangria in the park"

Akşam yemeğe gitmeden önce, orada burada dolandık durduk K. ile. Epey de eğlendik zira kendisiyle Orhan Pamuk'la ilgili çılgın konuşmalar yaptık. Daha açılış cümlesiyle kendi kalesine gol atan bir adammış; tescilledik gün itibariyle. Onun Nobel almasını sağlayan çevirmenlerini ve PR ekibini kutluyorum buradan. Ha bir de bugün Nobel alanlara ısrarla Oscar aldırtıldığı gün olarak tarihe geçsin hatta.

Diğer yandan bugün Aslı Erdoğan'ın CERN'de çalışmalar yaptığını, K. ile anlam veremediğimiz bir şekilde "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"nü okumak isteyip bir türlü kitabı alamadığımızı, Ayn Rand kitaplarının önsözünü Sinan Çetin'in yazmasının zaten kötü kapak tasarımı olan o tuğla kitapları çok çok itici kıldığını farkettik. "Sen bunu okudun mu?" "Peki ya bunu?" şeklinde birbirimize edebiyat imtihanları yaparken ve tam da taa üniversitenin ilk yıllarında çok severek okumaya başladığım İhsan Oktay Anar'ı K.'a tanıtırken, K. bana dönüp aşağıdaki raflarda duran Adalet Ağaoğlu kitaplarını gösterip "Sen Adalet Ağaoğlu okudun mu?" diye soracaktı ki ben hemen cevap verdim "Hayır, ama gördüm, dinledim." Hazır cevap bir insan ve hatta biraz da salak olduğumu kabul ediyorum.

Banyo yaptıktan sonra soğuk havalarda dışarı çıkmamam gerekiyor ama her nasılsa her banyodan sonra dışarı çıkmayı başarıyorum. Halbuki yaz aylarında gayet de dikkat ediyordum çıkmamaya. Kendime kastım var, evet.

Onun dışında geçende The Walkmen'le ilgili bir yazı yazdım Reset'e. İsteyen olursa gidip baksın ama ben sıkıldım okurken. Yazarken sıkılmamıştım oysa ki.

İki tane komik ve çok akıllı kızkardeşim var benim bir de. Onlarla konuşmaya dalıp buraya yazı yazdığımı unutmuşum. O yüzden burayı bırakıp onlarla sohbete geri döneyim diyorum.

İyi geceler!

Pazar, Temmuz 06, 2008

Floods

Yine odamda oturduğum zamanlara hızlı bir dönüş yaşadım birkaç gündür. İyi mi oldu bilememekteyim tabii. Son postların iç karartıcılığını düşündükçe, pek iyi gibi gelmiyor bana ama içimdeki kazı çalışmaları açısından oldukça başarılı.

Bugün birisi geldi ve bana fısıldadığı güzel albümler yüzünden kendini biraz suçlu hissettiğini söyledi son postları okumuş olmanın onda yarattığı hüzünle. Halbuki durum hiç de öyle değil. Yaşadığımı mutluluk anlarında değil, canım yanarken hissediyorum belli dönemlerde. Bu dönemlerde bana fon müziği tedarik etmesi açısından limbo-pillow sahibine ne kadar teşekkür etsem az diye düşünmekteyim.

Dün akşam yine Tribeca ve Nada arasında mekik dokuduk U. ve benimle aynı gün doğduğunu öğrendiğim arkadaşıyla. Arkadaşı benimle ilgili ilginç sıfatlar kullandı ki ruh halimle olabilecek en zıt sıfatlardı bunlar. O dakika anladım ki gerçekten bazen Oscarlık performans sergileyebiliyorum yaşarken. En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ı verilseydi gerçek hayattaki performanslara dayanarak, bu ödülü benim almam kaçınılmaz olabilirmiş.

Epeyce içtikten sonra eve geldiğimde ilk işim Rock Werchter'de beni fiziksel olarak temsil eden Muzo'yu aramak oldu. Sigur Ròs'un konserine başladığı haberini vermişti bana mesajla. Ben de aradım ve son albümlerinden bir şarkıyı dinledim ki son albümlerini başarısız bulmuş olmama rağmen (farkındaysanız bu kadar seviyor olmama rağmen grubu, hala bir yazı yazmadım albüm hakkında) yine de bir garip hissettim. Tek şarkılık telefonda Sigur Ròs dinleme faslından sonra biraz Glissando, biraz da Marchè La Void dinledim. Hatta dinlerken her nasıl olduysa Radiohead konserini o sıralarda izliyor olan Muzo'yu aramayı bile unuttum. İki grubun albümleri de ifade edilmeyecek düzeyde güzel ve epik. Şiddetle dinleyiniz diyorum ve sizi az önce bana bu güzel müzikleri tanıştıran insanın üstte verdiğim linkine davet ediyorum ki siz de dinleyin...

Dün geceki bu ikili benim için pek hayırlı olmadı tabii. Ayça ile konuştuk, konuştuk... Geldiğinde ilginç seanslar yapmak üzere sözleştik. Bugün sabahsa fiziksel ve ruhsal tüm oryantasyonumu yitirmiş bir şekilde dışarı çıktığımda, iPod'umun güzel müziklerle beni güne başlatması biraz olsun beni hayata döndürdü. Kendisine müteşekkirim. Sonrası ise eve dönüşle beraber bir aydır K. ile sürdürdüğümüz sessizliğe ara vermek ve kocaman tartışmakla özetlenebilir belki. Hayatımda önem verdiğim insanların buharlaşmasına öyle alışmışım ki artık buharlaşmadan atıyor bedenim ve ruhum bu insanları. Aynı şey gerçekleşti. Uzlaşma noktası aramaya bile girişmeden birini daha kolayca hayatımdan saldım. O da aynını yaptı sanırım. K. artık yok.

Sonra şimdi bir elimde kola bir elimde sigara (hangi elimle yazıyorum bunları acaba?) oturuyorum Glissando dinleyerek. Her şeyin ne kadar çabuk geçip gittiğine ama geçip giderken de insana ne çok çektirdiğine şaşırıyorum. Bir sene önce şu anki ruh halimin 983247893748923748927 km uzağında, yaşadıklarıma bakıyorum. Şu anda yaşadığım hayat daha anlamlı geliyor ve düşüncelerimin, hislerimin önüne kocaman bariyerlerden ekliyorum yine. Daha fazla ne kadar ekleyebilirim diye düşündükçe aklıma bir cevap gelmiyor. Sanırım sonsuza kadar bile yapabilirim bunu. Sonrası ne olur düşünmek de istemiyorum tabii. Zamanında, çok eskiden, 2 hafta boyunca hiçbir şey yemediğim, masif şekilde sigara tükettiğim -ki o zamanlar içmezdim sigara, o dönemin hiçbir zaman tekrarlanmayacağına inanıyorum. Ama bu sefer de ne kadar hissizleştiğimi görünce hayretler içinde kalakalıyorum. Yine öyle bir dönem geçirsem de beni acıtan her yolun ve her şeyin bana dokunan ucunda sigara söndürsem, tüm bağlantıları koparsam ne kadar harika olur diyorum ve bu iç karartıcı yazıya son veriyorum.