Cumartesi, Aralık 22, 2007

"You were a wise one then..."

İyi bir sütlü türk kahvesi yapsam da bir kendime gelsem sakinleşsem...

Her gün bir yerde, bir şekilde, birileriyle içmekten bıktım bir haftada. Hala "We Can Have It" çalıyor. Şarkının ismi "We Can't Have It" olsa daha makul olabilir gibi geliyor bana ama emin değilim. Bu halimle saçmalıyorum zaten büyük ihtimalle.

Hayatta kaçırmadığım Curb your Enthusiasm varken, bilgisayar ekranımı bacaklarımın üzerine öyle bir yerleştirdim ki ekranı görmüyorum. TV'nin sesi kapalı. Televisioning yapıyorum kendi çapımda. Kendi kendimi her konuda süper aldatabiliyor olduğumu farkettiğim bu son zamanlarımda bu durumu da aynı özelliğimin uzantısı olarak görebilirim herhalde. Birileri bunları izleyip bu aralar içimden hiç de gelmeyen gülme eylemini gerçekleştiriyor şu anda diye düşünmek o kandırıkçı tarafımın öyle işine geliyor ki. Bir yandan eski fotoğraflar var önümde... Bu fotoğrafları ve bilumum arşiv dosyasını silmenin bir yolu olsa. Belki de birinin benim bilgisayarımı çalması lazımdır onun başına geldiği gibi. İyi fikir.

İstiyorum ki gözümü açıp bu son bir ayı yaşamamış olduğumu göreyim. Her seferinde bunun için uyuyorum, bunun için sarhoş olmaya çalışıyorum sanırım. Sinirim bozuluyor artık kendime. Düzelmek istiyorum.

My Funny Valentine'ı söyledim dün yine Minna's denen minik karaoke barda. Bu şarkıyı boşluğa söylemek istiyorum artık. Bir hayalete değil. Saçlarını benim için değiştirmesin istediğim, hareketlerindeki inceliğe aşık olduğum bir adama veya... Ama artık kime veya neye nasıl aşık olacağımı bilmiyorum. Sanki zamanında sahip olduğum bir özelliği artık kaybetmişim de "aşk-engelli" biri haline gelmişim gibi geliyor. Dün gece insanların yüzlerine uzun uzun baktığımı farkettiğimde aklımdan geçerken yakaladığım en son düşünce buydu.

Kürşat Başar'ın Aşkı Bulmanın ve Korumanın Yolları'nı okuma vaktim yine gelmiş sanırım çünkü ne zaman canım yansa, o kitaptan alıntılar yapıyorum gibi geliyor kendi içimde kurduğum cümlelerde. Çok sevip zamanında aşık olduğum Nevit karakterinin her seferinde gerçek hayatta bir şekilde yansımasını bulduğum için üzülüyorum artık. 10 sene önceki bana sorsanız sevincinden zıp zıp zıplardı bunu duyunca. Yük olmadan daha kolay zıplanır ya...

Bir zaman boyunca çektiğim acının bir "beş" günlük "macera" için yine yeniden canlanması benim hala okuduklarını, öğrendiklerini ve deneyimlediklerini özümseyememiş bir salak olduğumu anımsatıyor. Kendimi ifade etmekten nefret eder oldum. Bu şekilde devam edersem Türkçe'ye aynı anlamlara gelen yüzlerce kelime daha katmak durumunda kalabilirim dediklerimi tekrarlamamak için. Bu da işin iyi tarafı. Yıllar sonra Türkçe'ye katkılarımdan ötürü benimle yapılan bir röportajda "Aşık oldukça acı çektim; acı çektikçe kelime türettim" diye demeçler veririm. pek karizmatik ama nasıl da şapşal değil mi?

Bugün birisinin The Fountain adlı filme faltaşı gibi açılmış gözlerime baka baka defalarca "iğrenç" demesi bile içimdeki savaşçı canavarı ortaya çıkaramadı. Herkes bu yorumlardan sonra beni izledi ve biliyorum ki hepsi benden ateşli bir tepki bekliyordu - "Evet, şimdi atom bombası etkisinde sözler gelecek Özge'den, sus bence" gibi, ama o tepkileri bile veremedim. Bu kadar çok sevdiğim bir şeye tekrar tekrar bana inat edercesine laf söylenmesi karşısında içimdeki "laf yedirme canavarı" suskun kaldı. Sadece gözlerim kocaman açıldılar. Bir süre boyunca hiçbir şey yapmadan öyle oturdum. Tek kelime etmedim. Gözlerimle bir şeyleri anlatabildiysem mutluyum. Anlayan insan için mutlu olduğumu söyleyemeyeceğim öyle bir durumda. Bunun için bile gücüm kalmadıysa ve artık yine suskunluğu seçtiğim bir döneme giriyorsam beni David Aames'e yaptıkları gibi bir süre dondursalar, zaman geçse, her şey yokolsa ve uyansam. Tıpkı çocukluğumda kurduğum bir hayal gibi... Koca dünyada tek yaşayan ben olsam. Böylece bir çok şeyi yapmamam için bir neden bulamazdım, yaptığım her şey meşrulaşırdı.

"sometimes when i paint the picture
it's easier just to remember
the awful things you said
and what you chose to do with legitimate need"

diyor şarkı...

3 saçmalayan daha çıktı:

Ayça dedi ki...

öküzce olucak yazının sadece bu bölümünü ciddiye almıj gibi bi yorum yazmak ama "türkçeye katkılar" paragrafında gülmekten geberdiğimi belirtmek isterim

insanin kendi üzgün durumuna histerikçe gülmesi, hayattaki o "kozmik jaka bu ahahahhaha uheueheuheuhauahuahua" ruh halinde olması komik türlerinin en ilginçlerinden olabilir sanki
olabilir dimi dimi
evet evet

divina dedi ki...

evet tuvalette yapılan röportajlara bunu da ekleyebiliriz sanırım ayça'cım :)

o gülmeleri hep beraber yapacağız. salıyı bekleyelim.

Ayça dedi ki...

ehehhehe tuvalette dujta röpörtaj rulaz demek istedim ehehe