Salı, Aralık 18, 2007

"It's been seven hours and fifteen days..."

Harcanmış şeylerin hepsinin başında mutluluk olması, öforiye tutulmuş insanların onları nasıl da çılgınca bir hızla ve iştahla tükettiklerine bakın sadece.

O kadar mutluydum işte harcanmış hissiyatı veren şeyleri harcarken ben de. Harcayacak bir şey olmadığında ise hayatımın kedim Paul'un hayatından farksız olduğunu ve ufak saçma sapan yün yumaklarının peşinden koşmuş olduğumu görüyorum bazen. Sırf vakit geçsin diye yapılmış şeylerden zevk alamıyorum. Ama Guinness şahane bir şey. Geçende bir arkadaşıma Guinness'in Harry Potter serisindeki kaymak birasına hem tad hem görüntü olarak nasıl da uygun olduğundan bahsettim. O da şaşkınlıkla nasıl bu zamana kadar bunu düşünmemiş olduğunu farketti. Kaymak birası ise harika bir çeviri sanırım. Fonetikle akıldaki imge uyumunun hazzı, signified (kaymak birası imgesi) ile sign ("kaymak birası" sözcüğü) arasındaki boşluğun yok olduğu anda signifier'ın (Guinness) fiziksel teması... Seviyorum böyle rastlantıların farkedildiği zamanları.

Geceyi Guinness ile geçirdim -Muzaffer, kulakların çınlasın istediğimden o güzel iphone'una bir mesaj yolladım. Arkadaşlarımlaydım. Güzeldi. Sonunda birkaç kez üst üste Nothing Compares 2 U dinledim. Benim suçum değil, iPod'umun... Sözleri üzerine epey konuşabilirdim taksiciyle. Ama gecenin bir yarısı susmayı tercih ettim. İyi yaptım sanırım.

Arkadaşıma üst üste aynı şarkıyı yollamaya çalışırken, "kafam iyi sanırım, aynı şarkıyı yolluyorsun sandım" dediğini görüp, kendimin daha sarhoş olduğunu farkettim: Ben aynı şarkıyı yolluyormuşum aslında.

Bugün güzel bir gündü. Sabahtan beri Ankara'nın muhtelif yerlerinde bir orada bir burada oturup bir şeyler yedim, içtim. Arkadaşlarımla sohbet ettim. Yeni insanlar, yeni konular...

Aklıma zamanında çok değer vermiş olduğum insanlar geliyor da... Sonradan nasıl olup da bir anda görünen ama aslında çok çok uzun düşünceler sonrasında onlardan kopmuş olduğum. Hiçbirini nedensiz çıkarmadığımı bilmek içimi rahatlatıyor. Onlara bu nedenleri söylememiş olmak ise arada canımı sıkıyorsa da çok düşünmüyorum bunu. Bazı şeylerin söylenmesi gerekmiyor başkasına; söylenmediği zaman daha iyi anlaşılıyorlar zira.

Bu aralar istediğim tek şey ise şu en son geçen Temmuz'da birkaç gece boyunca açık duran renkli lambalarımı açmak için bir sebep... Bulduğumda ise renkli lambaları açmadan bir kenara fırlatıp yeni ritüeller bulacağım kendime o sebeple ilgili. Hayat bir döngü. Durup durup aynı şeyleri yapıyoruz; yüzler, sesler, renkler ve mekanların farklılığından farkedemiyoruz yaşarken. Yaşarken farketsek yaşamazdık zaten herhalde.

İyiyim; daha iyi olacağım... Yatağımın etrafındaki melekler yerine üstündeki Paul'le takılacağım. Ha bir de yatağımın üzerinde LCD Soundsystem dinleyerek zıplayacağım; Go Slowly ve Last Flowers ile sakinleşeceğim. Belki bir olasılık, La Ritournelle dinleyebilecek hale geleceğim (bu şarkıyı seninle özdeşleştirmemiş olmam, en büyük kişisel başarılarımdan biri sanırım; ilerde bu soru sorulursa, hemen cevabı yapıştıracağım). Belki bu sefer "doğru" biri olur da -ne demekse doğru, o zaman kendiliğinden yapışıp kalır bu şarkı ona. Hopefully ben de...

O zamana kadar kendimi sağlam tutmam lazım. Saklamam sakınmam lazım...

0 saçmalayan daha çıktı: