Cuma, Aralık 14, 2007

Anahtar

Anahtar diye bir öyküm vardı. Onu yazmayacağım.

Bir arkadaşımla birbirimize müzikler yollarken -"müzikleşmek" dedim ben buna az önce, aklıma geldi de, uyumlu müzik zevklerinin olması ne güzel insanların. Sonra o insanların birbirlerini bulması daha da güzel. Hiçbir zaman aynı olmayacak yorumlar bir anda birbiriyle örtüşüyor, sarmaşık misali içiçe geçiyor, yepyeni tamamlanmış ifadelere dönüşüyor. Belki hiçbir zaman tamamlanmıyor ama olsun, yavaş yavaş çözülen bir puzzle gibi, parçalar yerine oturdukça mutlu hissediyor insan kendini hayatın bütün zırvalıklarının sırtına yüklediği olumsuzlukların arasında bile olsa.

Müzik delisi iki kişinin müzik zevki birbiriyle uyuştuğu zaman, birbirlerine farkında olmadan içindeyken hayatta en büyük zevki yaşadıkları odaların anahtarlarını veriyorlar sanki. Ara ara o odalara sürpriz bir şekilde dalıp, oraya buraya hediyeler bırakıyorlar diğeri heyecanla açsın ve mutlu olsun diye. Tek bir karşılık beklemeden diğerinin çok seveceğini bildiği şarkıları oraya buraya saçıyorlar. Jerry Seinfeld'in evi gibi birbirlerine uyumlu olan bu insanlar birbirlerinin odalarına ellerindeki anahtarlarla fütursuzca girip çıkıyorlar ve tek istedikleri diğerini mutlu etmek, eksik olan parçalarını kendilerindeki parçalarla bütüne ulaştırmak için ufak adımlar atmak...

Birisi vardı. Anahtarlarımız vardı bizim de böyle. Sanırım o Hudson Nehri'ne bense burada Gölbaşı'na falan attık anahtarlarımızı. Şimdi başka anahtarlar ediniyorum kendime. Başkalarına veriyorum kendi anahtarlardan arada farkında bile olmadan. Daha temkinliyim ama, orası kesin. Artık hediyeleri kimseye etiketlemiyorum ki sonradan o hediyeleri tekrar tekrar açtığımda karşıma zıplayan korkunç maskeli suratlardan çıkmasın ve onlardan alacağım hazzı kaybetmeyeyim diye.

Sanırım insan bencilce şarkıları sevmeli sadece; söyleyeniyle ilgilenmemeli. Tıpkı "You love the song, not the singer" diyen eski bir şarkıdaki gibi... Aşkın kendisi varken, insana aşık olmak niye?

8 saçmalayan daha çıktı:

Adsız dedi ki...

Ask, tuhaf bir kelime.Tuhaf oldugu icindir ki, yillar yili, milyarlarca insanin dusuncelerine, hayallerine ve ruyalarina suje olmus, felsefeyi beslemis ama Sanat'i dogurmustur.Bu durumda, Dunya uzerinde yasamis olan -neredeyse- her insanin, ask mefhumu uzerinde dusundugune ve kendince bir ask tanimi yaptigi fikrine kapilmamiz yanlis olmaz. Nacizane tanimim ise, bir seyi, herhangi bir seyi, ayni anda hissedebilme tuhafliginin adi asktir.

Bu tanimi, sessiz sinema oyunundaki gibi cebimize attiktan sonra, ayni tanim icindeki varsayimlardan birine deginebiliriz. Ask Sanat'in rahmidir derken yaniliyor olabilirm, lakin bu ask duygusunun en belirgin olarak ortaya ciktigi sanat dalinin muzik oldugunu iddia ederken cok zorlanmiyorum. Bu kadar yogun, bu kadar konsantre, ruya gibi kisa ama yeri geldiginde gun boyu zihinde donup dolanan bir baska uyaran daha yok, bu yuzden muzik cok kuvvetli bir sey.

Velhasil, askin ayni anda ayni seyleri hissetmek oldugu hipotezinden yola cikar isek ve muzigin hisleri en yogun sekilde ortaya koyan bir uyaran oldugu gercegini bu hipotezle sentezlersek, ayni anda ayni seyleri dinlemenin, cok buyuk oranda benzer hislere yol acmasiyla, cok kisa surelik asklara zemin olusturdugunu rahatlikla soyleyebiliriz. Iste bu plaklar, bu 90'lik karisik kasetler, bu cd'ler, bu mp3'ler kalbin anahtari; degis-tokus edilirken sanki kelebek omurlu bir yurek veriyorsun karsindakine. Bu tuhafligin muptelasiyim.

divina dedi ki...

Zamanında insanların birbirleri için aşklarını ifade eden, zamanın romantizm sembolü olan "mixed tape"ler hazırlamış olduğunu da anımsayalım bu güzel yorumdan sonra hemen.

Ayça dedi ki...

ben sevmedim bu "ayni zamanda ayni jeyleri hissetme" hipotezini
konu hakkında yazıcak bi tezim malesef yok ama "aynı"ların doğurduğu jey ajk olamaz.
olsa olsa "kardejlik" olur "takim arkadajligi" olur arkadajlik olur ijte.
aynı jeyden büyülenilmez ajk olunca. ona biz fan club diyoruz aramizda.
sadece büyülenilir. birbirinden veya aradaki görünmeyen bijiden. ve bu çoğu zaman aynı hissettirmez, herkes apalakasızca yaşar büyülenmesini. bilmiorum aleksandır öle dedi en azindan

Adsız dedi ki...

Aşkta suçlu yoktur, Annamaria. Yalnızca sevenler ve sevmeyenler vardır. Her zaman da böyle olacaktır. Diyelim ki, iki insan bir araya gelir de birbirlerini hayal ettikleri şekilde değil, oldukları gibi görürler... Işte o zaman birbirlerine söyleyecek hiçbir şeyleri, birbirlerine verecek hiçbir şeyleri olmaz. Bu karanlık, yazılı olmayan bir kanun gibidir. Seven bir insan sevmeyen bir insana rastlar hep. Biri her zaman diğerinden daha çok sever.

Vakti zamaninda altzine.net'te rastlamistim bu yukaridaki paragrafa, Fatih Balkış adiyla 2005 Için Epigraflar baslikli bir yazida geciyordu. Buradaki bakis acisi belki 'ayni zamanda ayni seyleri hissetme' hipotezine bir alternatif olusturuyordur; 'seven bir insan sevmeyen bir insana rastlar hep' kismi degil ama 'iki insanin birbirlerini hayal ettikleri şekilde gormeleri' kismi.. Emin de degilim ama..

Ya ben aslinda Neil Gaiman'in Locks adli siirinin linkini atacaktim buraya, daha yaziyi okumadan basligindan cagrisim yapmisti ama derin mevzu uzerine de bir seyler yazma ihtiyaci hissettim sonradan, bole bir sey cikti dusunurken..

Neyse unutmadan, bu bahsettigim siiri surdan okuyabilirsiniz:
http://www.endicott-studio.com/cofhs/coflocks.html

divina dedi ki...

Herkes görmek istediğini, görmek istediği şekilde görüyor ve kimse hiçbir zaman aslolanla tanışmıyor. Bazen görmek istediğin şey karşıdakinin olmak istediği şey oluyor... O zamanlar ise o kadar büyülü bir hale geliyor ki, bu şeye aşk demek zorunda kalıyoruz herhalde... Ama zaten hepimiz kendimizi olanca çıplaklığıyla bir başkasına sunabilseydik, ne anlamı kalırdı beraber olmanın. O temelde herkes ayılaşırdı ve fakat bu farklı algılar sayesinde karşımızdakiyle bizim onu gördüğümüz hali arasında bir mesafe bırakıyoruz. O mesafeyi de kendimizi hayalkırıklıklarına karşı savunma amaçlı koyuyoruz sanırım. Gözümüz büyülerde açılırsa sonunda, "aslında hiç de öyle değildi o" diyip kendimizi avutmak için...

Adsız dedi ki...

Belki haddime değil ama Ayca hanım lütfen türkçemizi daha derli ve kendi üslubunda kullansak daha iyi olmaz mı?

divina dedi ki...

Haddinize değil falan değil de, bazen sinir oduğunuz şeyleri çok sevdiğiniz biri yaparsa, o şey göze hiç batmaz... O yüzden Ayça burada, orada hep böyle yazar, hepimiz kadar iyi Türkçe konuşur, yazar... Dünyanın en basit işi budur herhalde onun için de. O yüzden şekillere bakmadan, arayüzleri bazen kaale almadan hayatı sürdürmek, içeriğe değer vermemizi kolaylaştırır...

Belki bizim de haddimize düşmez ama, siz de anonim yazar olmaktan çıkar da kim olduğunuz hakkında bize bir ipucu bırakırsanız, biz de sizin sözlerinize daha ılımlı yaklaşırız herhalde :)

Ayça dedi ki...

ehehehhe ablam beni savunmuj oley :D
operim operim seni divinacim ablacim :D (jimardim evet)

muhabbetin geri kalanına fransiz kalmak istedim, dileim de gerçeklejti bile oh la la la laaaaaa