Pazartesi, Mart 31, 2008

"...and float in space and drift in time"

Werchter'e gitme fikri çok mantıklı gelmekte. Ayça'yla da konuşacağız daha K. ile. Aynı hafta içinde Ayça, Brüksel, Radiohead ve Sigur Rós'u bir hafta içinde görüp yaşamak pek keyifli geliyor kulağa.

Keyifli şeyler yapmaya çalışıyorum bu aralar, özellikle de evde. Ama nedendir bilinmez yaptığım şeyler istediğim gibi olmuyor. Aslında en güzeli fırsat buldukça bu yağmurlu havalarda, yatağıma uzanıp gökyüzünü izlemek boş boş. Belki uzun zamandır unuttuğum ve nesnesini kaybetmiş daydreamlere dönmek iyi bir fikir olabilir. Eskiden daydreamlerden uzak durmaya çalışırdım sonunda istediklerimin gerçekleşmeyeceğini bildiğimden. Şimdi istediğim bir şeyler olmadığından limitlerim yok ve sınırsızca hayal kurabilirim. Demek ki neymiş gündüzdüşlerine beklentileri sokmamak ama sadece düş/hayal kurmak gerekiyormuş. İsminde "düş" diyor zaten. Beklentileri oraya sokarak onları hayal haline getirmenin bir anlamı yok sanırım.

Yılın ilk çileğini yedim bugün. Geçen sene yine bu zamanlarda yemiş olmalıyım çünkü daha ilk seferde hemen öyle bir ana gittim. O anda E. vardı. Oturmuştuk yatağımda. Ben bir yandan konuşuyordum bir yandan çilek yiyordum. E. çilek, erik ve kiraz yediğim zaman beni izlemeyi çok sevdiğini söylemişti. Gülümsemiştim.

Yeni yeni grupların albümlerini indiriyorum ama dinlemiyorum. iPod'um da bugün bir garipti zaten. Şarj edemedim kendisini bir türlü. İnat etti. Her şarj oldu artık dışarıya çıkıp dinleyeyim dediğimde, "Low battery" diyerek beni hayalkırıklığına uğrattı. Twitter sayesinde M. ile mesajlaştık. Sağolsun imdadıma yetişti telefonuna giden Twitter mesajımdan sonra. Ümitliyim bu sefer yanıbaşımda şarj oluyor diyorum ama göreceğiz birazdan gerçekten düzeldi mi diye.

İçim bomboş. Hiçbir şey istememek, günlük ufak tefek sorumlulukları hayatımın en büyük sorunları haline getirmeme neden oluyor. Sonra o sorunlar kendileri gibi ufak tefek çözümlerle sonuçlanınca, bomboş halime geri dönüyorum ve buraya koşup bir şeyler yazmak istiyorum. Sonra da şimdiki gibi hiçbir şey yazamayınca sinirleniyorum. Aslında sinirlenmemek lazım. İyi bir şey insanın içinde kusacak mide bulandırıcı bir şeyleri olmaması.

Bazen de sırf sorun yaratayım kendime diye, eski yaraları kurcalıyorum. Onlar da beni pek kaale almıyorlar; "Düzeliyoruz biz, tamam artık yeter" diyorlar. "Peki" diyorum ben de. Paul'un beni kızdırmak ve böylece ilgimi çekmek için gözümün içine bakarak bir şeyleri devirmeye çalışması ve ben ona kızmayınca, bütün heyecanını ve umudunu yitirerek yanıma gelip uyuklaması gibi bu durum aynı. Heyecan arıyorum ama üzülecek bir şeyim olmadığı gibi sevinecek ve mutlu olacak bir şeylerin hayatımda bulunmaması çok sıkıcı cidden de.

Televizyon açık evdeyken ben sürekli, vızıldıyor bir şekilde. Tüm gün, günün ve hatta son zamanların en önemli olayı üzerine insanlar yorum yapıyorlar. Bir taraf kapatılsın istiyor AKP, bir taraf da kapatılmasın diyor. Kapatılmasın diyenler ikiye ayrılıyor: Demokratik değil diye itiraz edenler ve AKP destekçileri. Ben kapatılmasıncıların "Demokratik değil" diyenlerinin tarafındayım ama kapatılsın da diyor bir yanım. Bir olaya her açıdan bakma ve verilecek her türlü karara, kural koyan her türlü otoriteye muhalefet olmak gibi bir takıntı sahibi insan olarak her ne karar verilirse diğeri gözönünde bulundurulmadı diye içim sıkılacak. Hem AKP kapatılırsa BKP açılır nedir ki diyorum hem de üstüne AKP'den sonra BKP ne manidar bir isim olurdu diyip dalga geçiyorum umarsızca... Yüzbin parçaya bölünmüşüz ve hiçbirimizin diğerlerinden haberi yok maalesef. Görsek, bilsek bile kaale almıyoruz, görmezden geliyoruz. Ülkede hiçbir şey iyiye gitmiyor. Ne güzel.

Ülker çikolatalı gofret zaten yeteri kadar lezzetli junk food klasmanında ara ara öne çıkan bir yiyecekken, neden üstüne lacivert bir daire üstüne beyaz iğrenç bir fontla "NEFİS" yazma ihtiyacı hissedilmiş anlayamıyorum. O ibareyi görüp bunu sırf merak için alabilecek insan, zaten yıllardır bu gofreti yememiş tek kimse kalmadığından yoktur. Bir de eğer varsa öyle biri (gerçekten de ancak bir kişi olabilir varsa) o "NEFİS" ibaresini gördükten sonra almak istemeyebilir bunu. İşlevsiz ve yazık olmuş.

Bu haftadan istediğim tek şey ileride panik olduğunda onu tamamen sakinleştirebileceğim ve hatta onu sakinleştirebilecek tek insan olabileceğim birini görmek, tanımak. Gel buraya diyip saçlarını sevip iyileştirebileceğim biri. Öbür türlü artık kendimi aynı o "NEFİS" yazısı gibi işlevsiz hissetmeye başlayacağım yavaştan.

3 saçmalayan daha çıktı:

Ayça dedi ki...

gel sen buraya konsere ben delircek bijiler bulurum seversin saçlarımı ablam olarak, o da kesmezse çocuk doğur mesela

divina dedi ki...

öperim ama doğurmam :)

Ayça dedi ki...

:)