Salı, Mart 11, 2008

[Yazmak + Okuyup Hatırlamak = Zaman Yolculuğu] ?

"Bir şey vardı ama neydi? Yazmadığım bir şey olmalı… Unutmuşum… Yazmadığım bir şey olmalı çünkü unutmuşum…

O zaman şöyle başlayalım: İnsan neyi unutur? Ne zaman unutur? Neden unutur? Bütün bir hayatı sığdırdığımız belleklerimizde pas tutmuş olanlar yazmadıklarımız mıdır acaba?

Öyleyse şöyle diyelim: İnsan yazmadığı her anı unutur (mu?).

Yazılmamış anlar… Birer adet kalem ve kağıttan günümüzde ise, imkansız görünüyor ama, bir adet bilgisayardan uzak durduğumuz anların ortak özelliklerine bakmak lazım belki
de. İnsanı yazmaya iten nedir ona bakmak gerek…

Acının her türü, yalnız kalınan zamanlardaki yüzleşmeler, kimseye söylenilemeyecek olanlar; sırlar, zayıflıklar, eksikler, hüzün, utanç, keder, sıkıntı, pişmanlık… Kimseyle paylaşılmayacak olanlar…

Çektiği acıyı kimseyle paylaşamayacak olanların, içsel gök kubbesinin altında hiç kimseyi barındıramayacak, kendini başka biriyle paylaşmanın nafile olduğunu bilenlerin, sonuna kadar yalnız kalmak isteyenlerin belki de en büyük sorunudur yazmak. Paylaşmak istediklerinde, yanlarında birilerinin eksikliğini hissettiklerinde, tek yaptıkları şey “ben”lerini karşılarına alırlar ve onlara anlatır gibi kaleme kağıda sarılıp karşılarındakine bir mektup yazarlar, zamanı geldiğinde o mektup açılsın ve birkaç saniye içinde geçmişe doğru bir yolculuk sağlasın diye… Unutulacak olan bir şeyler varsa bunlar acılar ve yüzleşmeler olmamalıdır çünkü. Unutulacak bir şey varsa, onlar yazılmamış olanlardır ya hep. Sevinç anları, aşık olunduğunda hissedilenlere benzer anlık heyecanlar… Kaderinde unutulmak olanlar… Arada bir hiçbir uyarıcı yardımı olmadan hatırlandıklarında anlık bir gülümsemeyle geçiştirilip gitsinler diye… Nasılsa mutluluk veriyorlar, anımsanması gerekenler ise acıtanlardır ya hani…

Halbuki öyle midir ki an içine konulmuş, sıkıştırılmış ve kilidi okumakta saklı olan bir aşk acısının hatırlanışı… Uzun süredir unutulmuş olan ve zamanında kendi kendinize o tarihte açılmak üzere postaya verdiğiniz o mektup, bir anda ve hep de tam zamanında gözünüze çarpar. Hevesle, “Bak sen… Neler yaşamışım ben yahu” diyip bir “oh” çekmek arzusuyla, gözü dönmüş bir halde açarsınız onu, okursunuz ve işte budur, bu anda saklıdır zaman yolculuğu. Zaman yolculuğu denen şey unutulanın hatırlanmasından başka bir şey değildir zaten. Ve o mektuptur, yazan insanın zaman yolculuğu için bileti…

Yazma ve okuma ile yapılan bu zaman yolculuğunda, unutulduğunu sandığımız ama tek bir hatırlatma ile yeniden canlanan o yaşam anları bize yaşadığımızı kanıtlar aslında. Hansel ve Gretel öyküsündeki çocukların kaybolmamak ve geldikleri yolu hatırlatması için yerlere ekmek kırıntıları atmaları gibi aslında, yazmak ve kaydetmek de. Geri dönüşümüzü bilirsek çıkışımızı da bulabiliriz demektir bu. Ancak o kırıntıları neden oralara bıraktığımızı unuttuğumuzda ( “an”ımsayınız: işaret parmağınıza bir şeyi hatırlamak için bağlamış olduğunuz ipe bakıp neyi hatırlamanız gerektiğini unuttuğunuzu fark ettiğiniz zamanlar ) işler sarpa sarıyor ve bu sefer de şimdiki zaman ve geçmiş zaman arasında bir yerde araf acıları çekerken buluyorsunuz kendinizi. O zaman yanınızda size hangi zamanda olmanız gerektiğini söyleyecek birini arıyorsunuz ama zaman yolculuklarının tek kişilik olduğunu fark edip başka bir yolcuyla çakışabilecek anları aramak üzere yola koyuluyorsunuz ve Ta Daaa! İşte size bitmek bilmeyen bir yolculuk. Bu sefer de başkalarıyla olan yaşam anlarını hatırlamaya çalışıyorsunuz… Mektupları arıyorsunuz sizi başka anlara götürebilecek. Mektupları bulunca hatırladığınız ama var olduğunuz o anda artık “var”olmayanları bulmaya çabalıyorsunuz ama nafile çünkü çıkış yolu, buraya neden düştüğünüzü hatırlamakta. Ama bir türlü hatırlayamıyorsunuz.

Çıkış yolu da, kaydedilmeye değer bulunamayan ama aslında itinayla zarflara konulup gönderilmiş olması gerekilen, o olmayan mektuplarda saklıymış; bu sefer de onu fark ediyorsunuz. Kaydedilmemiş mutluluk anlarında, sizi heyecanlandıran, serotonin etkisiyle kendinizi kaybedecek kadar haz sarhoşu olduğunuz o yazmaya vakit bulamadığınız anlarda... "

diye yazıp kaydetmişim bunu birkaç sene önce, "yazılar bidiler" diye adlandırdığım bir klasöre. Sonundan pek hazzetmediğim için eklemedim. Gerek de görmedim daha uzatmaya şu anda.

Ayrıca özellikle sondan bir önceki paragrafıyla Lost'un dördüncü sezon beşinci bölümünün yıllar önceden kalma spoiler'ı gibi göründü gözüme. Bilmiyorum ama yakında Lost'u zaten yıllar önceden parça parça benim yarattığım ortaya çıkarsa hiç şaşırmam herhalde. Lost bu; senaristlerin arasında farkında olmadan yer almam gibi her şey mümkün bu dizide nasılsa.

0 saçmalayan daha çıktı: