Çarşamba, Nisan 29, 2009

"How did we ever?"

"Let's talk..."

Son bir saattir bir dinginlik var üzerimde. Ankara'nın gerim gerim gerildiği bugün, havanın bozmasıyla üzerimdeki stresi attım denebilir belki de. Şu an en sevdiğim halinde hava. Gri ve kahverenginin nadiren uyumlu olabildiği, her rengin olabileceği en güzel tonuna büründüğü bir 05:22 öğledensonrasıakşamadoğrusundayken, eve geldiğimde yaptığım ilk şeylerden biri, açık camdan içeri giren hafif serinlik ve yağmur sesiyle uyumlu bir müzik bulmaktı. Zor olmadı ve yine imdadıma Pj'ciğim yetişti. Bu aralar baya baya kapladı hayatımı sağolsun. Passionless, Pointless gözümü açamadığım sabahki dört saatte kafamın içinde çalıp duruyordu zaten. Şu anki dinginliğim de heyecanını kaybetmiş bir ilişkiye sakin sakin ithaf edilmiş bu şarkıdan epeyce uzakta. Tam tersi, içimde kolaylıkla dizginlenebilen ama hafif hafif kendini belli eden bir heyecan taşımaktayım. Bu heyecanı olabildiğince verimli kullanma niyetindeyim.

Bugün eve gelirken kulağımda klasik olarak fon müziğimle bir an aklıma geldi. Dün gece bir kuyruklu yıldız resmine rastladım bir sitede. Aklıma bir anda yerleştiğini hissettim. Bu resmin yerleşirken çıkardığı ani klik sesiyle uzunca bir süre unutmamam gereken bir şey olduğu anladım.

Meğerse aklımdaki çekmecelerden birine atmışım ben onu. Dali'yi takdir etmek lazım dedim çünkü aklıma hemen The Burning Giraffe gelmişti. Tam olarak öyle çekmeceler işte benimkiler de. Neyse, o kuyruklu yıldızın resmedildiği eserin bendeki yansımaları bugün tam da eve gelişim esnasında kendini gösterdi.

Çok küçüktüm, sanırım 14'tü. Yazlıktaydık. Pek sevmezdim yazlığı ve ordaki arkadaşlarımı. Ama işte vakit geçiriyorduk. Havuz, deniz, akşamları da oturup laflamak dışında başka bir şeyin varolmadığı yazvakti dünyamda bir gece çok ilginç bir şey oldu. O gece sürekli yürüme isteği içindeydim. Velhasıl artık benimle dolanacak kimse kalmayınca, tek başıma yürüyeyim dedim. Tabii olacakların farkında değildim. Sonra düşünceli düşünceli yürürken -ki acaba ne düşünüyordum o halimde, Pink Floyd'lar geçiş yapıyor olabilirdi aklımda- bir anda gördüğüm şey başımın üzerine ellerimi koydurup beni yere eğiltti. O karanlığın içinde, kimsenin gezinmediği o noktada üzerimden bir yıldız kaydı. Yani yıldız kaydı demek çok eksik kalıyor gördüğüm şeyi betimlerken, Hayatımda havada olup da bana o kadar yaklaşmış olabilecek başka bir cisim olmamıştı, kuşları ve sinek, böcekleri bir tarafa atıyorum tabii.

O kadar yakınımdan geçmesi bir yana, geçerken çıkardığı hışırtılı ses, geceyi bir anda gündüze çeviren ışığı ve devasa ateş topu görüntüsü bir araya gelince Lost adasında Black Smoke görmüşe döndüğümü söyleyebilirim. Bir yandan korkmuştum bir yandan da gözümü ondan alamıyordum. Küçükken yatmadan önce en az yarım saat yatağımdan gökyüzünü izleme sebebim bir anda pencereden içeri girecek bir vampir veya uzaylı hayaliydi. Bu o hayalin olabilecek en gerçek haliydi sanırım.

O anda içimde beliren heyecan, nefes nefese kalışım, büyülenişim sanırım o kadar büyüktü ki, yine bikaç sene sonra üniversitede bir derste işlenen "sublime" temasının bendeki yansımasında tam olarak o anı görüp heyecanlanacaktım o zamanki kadar olmasa da, onu aratmayacak kadar. Bugün farkına vardım ki heyecanlanma eşiğimi yükselten şey bu olmuş. Onun dışında başka hiçbir an o kadar büyülenmemiş, o kadar nefes nefese kalmamışım. Ama ona yakınsayabilecek zamanlarım olmuş evet. Ve yine fakat ve maalesef o kadar heyecanlı anlatmamışım hiçbir anımı bunu zaman zaman birilerine anlattığım kadar.

Şimdi hayatımda elle tutulur bir heyecan olmadan bu dinginliğimi koruma isteğindeyim. İçimdeki heyecanı biriktirip biriktirip sonunda gun bir anda ufacık bir göz kırpma anında kimseler bilmeden patlatmak son zamanlarda edindiğim en büyük amaç olabilir. Ciddiyim. Bunu neden yaptığıma gelince, o kocaman ateş topu her ne ise artık, onun kadar beni kendiliğinden aynı anda hem korkutabilecek, hem şaşırtabilecek ve hatta büyüleyip delice heyecanalndıracak başka hiçbir şeyin olmadığına uyanmış olmalıyım; ondan sanırım. Böyle değildim ben. Her beni çok heyecanlandıran olayda veya durumda bütün heyecanımı o andan ve durumdan ödünç alırdım. Şimdi ise bu aynı anda vuku bulan dingin ve heyecanlı hislerin birbirini dengelemesinin ne kadar mucizevi bir şey olduğunu farkediyorum yavaştan. Tüm yaşam enerjisini kendinden alabilmek ve bunu kullanabilmek, her hissi kendi kendine zaten yaratabiliyor olduğunu farketmek... Waking Life adlı filmi daha ortalıkta yokken ismiyle beraber rüyamda görmem kadar mucizevi bir geçiş bu bence.

Takdir edilesi, ellerimden öpülesi. Sırayla ama.

0 saçmalayan daha çıktı: