Birileri okulları ellerindeki silahları tararken benim aklıma gelen şey benim kendi kendime nasıl ruhumu taradığım. O mermilerin yarattığı kocaman delikleri gördükçe, içimdeki hasarın ne denli büyük olduğunu görebiliyorum. Alt tarafı silah bunlar diyorum. Hiçbiri bir şeyleri kendini yaralayacak kadar seven bir insana o sevilen şey tarafından doğrultulmuş birkaç basit söz kadar delici değildir diyorum. Nitekim, silah yarası bedende kalır istersen estetik operasyonla bile sildirirsin. En kötü ihtimalle ölürsün zaten ama diğer taraftan bu sözleri yok etme işlemi hafızaya kaldığı için lanet olsun ki hafızası güçlü olan bir insanın ve hatta hafızası hakkaten de sıfıra yakınsayan bir insanın bile bu sözlerden sonra hayatına devam edebilmesi çok da rahat olmyor. Estetik operasyonun ruh için olanı yok ki onu da yaptıralım. Bir arkadaşımla geçen gün konuştuğumuz Eternal Sunshine'daki operasyonu çözmden bile saymıyorum zira estetik operasyonu olup kendini güzelleşmiş sayanlar kadar kişilik yoksunu acılarıyla deal edemeyip onları unutmaya çalışmak ve hatta bunun için hususi bir operasyona başvurmak... Ne gereği var canım. Yaşamanın tadı hissetmekten geçiyorsa, en çok hissettiğin anları hafızada taşıyıp yaşamadığın zamanlarda acı tatlı onları anımsayıp gülümsemek ve hüzünlenmenin keyfini çıkarmak gerekiyor ki öyle anlamsız vakitlerde yaşamın tutunacak bir yeri olsun.
Yine anlamsız sayıklamaların zirvesinde olduğum şu anlarda, kedim üzerime çıkmış beni sev diye gözümün içine bakıyorken, benim aklımda olan şey, bu gece arkadaşlarımla otururken bir şarkının aklıma takılmasıyla bu şarkıyı en son dinlediğim vakitleri anımsayışım. Hatırlıyorum da ilk Orhan Atasoy'un o harika Gemiler adlı klibini izlediğimi. Annemle oturuyorduk. TV'de artık o sırada hangi kanalda çıktıysa, bizi olduğumuz yere çivileyen o klip ve o şarkı ve o sözler ve o ses... Sonra kocaman bir zaman sıçrayışı. Tam da Space Odyssey'deki kadar uzak aralıklı, kocaman... Safça ne anlamı olduğunu düşünmeden bu şarkıya vurulduğum anla, en son bu şarkıyı dinlediğim andaki bozulmuşluğum ve üzülüşüm. İlkindeki anlamsız hüzünün içi dolmuş artık ve kocaman bir sorun yığınının üzerinde, giden birinin ardından üzüldüğüm o gece, o apartman ve içilen bir gecenin sonunda hala aynı şehirde olduğunu bilmek ve fakat artık ona bir süre daha dokunamayacak olmanın verdiği gerçeklik hissinin ten üzerindeki kıvrandırıcı etkisi. Sonraki sabah olacakları bilemeyişin saflığı vardı oysa ki hala. Üstüne bir de önünde oturduğum pencerenin diğer tarafında görülen o şehrin diğer tarafına daha yakın geçen gemilerin deniz üzerinde gece gece görünebilen salınışları... Kimseye çaktırmadan, ses çıkarmadan bu şarkıyı ilk kez anlamlandırdığım anın acı verici keyfini çıkarış... Sonrası olmayan bir şeylerin sonrasının varolacağını düşünmenin saflığı...
Şu anda ise bir şeyleri bilmiyor oluşun saflık anlamına geldiğini farkedişim ve hala bilmiyor olduğum başka şeyler olduğunu umudetmek istemelerin tam ortasında yine, o zamandan beri sanırım ilk kez, yine aynı şarkı... Bu sefer gözlerimde ne yaş var ne de başka bir şey... Güzel oyuncaklar için beklemem gerektiği söylenmediği için, bekleme zorunluluğunun ortadan kalkmasının verdiği rahatlık ile, "acaba var mı öylesi bir oyuncak" sorusuna verilen muğlak yanıtın tam ortasında araf gibi nereye adım atsam bataklığın içine düşebilirim korkusuyla tek adım atılamayan bir yerde duruyorum sanki.
Sonra aklıma Teoman'ın Gemiler versiyonunu duyduğum an geliyor anlamsızca. "Tecavüz etmiş şarkıya" demiştim.
Aklım kaçacak delik arıyor. Hakkaten "Bir an için çıksam hayatımdan".
sesli meram 489 -- վիճակվել
2 gün önce
0 saçmalayan daha çıktı:
Yorum Gönder