Be Like Others Tanaz Eshaghian tarafından İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ın ağzının ortasına koca bir tokat atsın niyetiyle çekilmiş bir film sanırım. Kendisinin 2007'de Columbia Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada "İran'da hiç gay yoktur" söylemi üzerine bu filmi oturtmak acı bir gülümseme konduruyor insanın yüzüne.
Öncelikle yetmiş dört dakika boyunca elinizi kolunuzu nereye koyacağınızı bilmeden siniriniz bozulmuş halde izliyorsunuz filmi; benden söylemesi. 1979 İran Devrimi transeksüel ve travestileri gayler ve lesbiyenler olarak sınırlandırmış ve gay ve biseksüel olarak kalanlara kırbaçlanarak öldürülme cezası verileceğini ilan etmiş. İran'daki homoseksüellerin transeksüel olmaları dışında oldukları gibi hayatlarına devam etmelerine izin vermeyen bir devlete karşı bu insanların yaşadıklarına yakın plandan tanıklık ediyoruz. Birkaç doktor bu operasyonun legal hale getirilmesinde ön ayak olmuşlar aslında. Hatta bu işle ilgili br din adamı bile atamışlar. Kendisinin homoseksüeller ve transeksüellere yaptığı bir konuşmada bu din adamı utanmadan "Buğday'ı una çevirdiğimiz gibi insanı da değiştirmek dinimizce caizdir, nasılsa kitabımız cinsiyet değiştirmeyin demiyor" gibi akıldışı sözlerle bu insanların din tarafından sikilmiş vicdanlarını onarıyor önce. Onları dini bir ritüeli yerine getirecekleri konusunda telkin ettikten sonra, soruları alıyor. Sadece bir adım öteye gidebilecek haldeki akılcı soruları dahi yanıtlayamıyor. Bu sıralarda filmi izlediğim salondan arada küfürlerin de duyulduğu bir uğultunun yükseldiğini eklemeden geçemeyeceğim.
İran'ın en selebriti transeksüeli Vida -üstte elinde kalem olan- ise apayrı bir vaka haline gelmiş durumda. Kliniğe gelen ve danışmanlık almak isteyen transeksüellere sürekli ikazlara bulunuyor veya onları rahatlatıyor. Bir homoseksüel erkek kliniğe geldiğinde çarşafa bürünmüş Vida adama kızdı ve seni bir daha böyle görmeyeyim gibilerinden ikazlarda bulundu. Cinslerine leke sürmesinmiş, daha az makyaj yapsınmış, saçları görünmesinmiş, düzgün giyinsinmiş. Erkeklikten kadınlığa geçmek için operasyon geçirecek bir zihniyette olan birinin ağzına zerre kadar yakışmıyor olan bu sözleri kendisi mutlu bir şekilde söylüyor oysa. Ne de olsa artık kadın oldular ve İran'ın kadınlara uyguladığı her kural ve yasak onlar için de geçerli. Bu en ilgincime giden noktalardan biriydi. Sanırım Vida mutluydu.
Vida dışında onun kadar mutlu ve tatmin olmamış insanlar da vardı tabii filmde. Ali Askar 24 yaşında ve ailesi tarafından cinsiyet değiştirirse reddedilme tehdidiyle karşı karşıya olan bir genç adam. Anlattığına göre bir gün babası telefonda onu çok özlediğini söylemiş ve güzel sözlerle onu gelmeye ikna etmeye çalışmış. Yine Ali'nin deyimiyle ailesinden ve özellikle de babasından hiç bu kadar güzel söz duymamış olan Ali şüphelenerek gitmiş köye, evine. Gittiğinde ise babası kahvaltı sofrasına iki bardak çay getirmiş ve iç bunu demiş. Ali tabii şüphelerine dayanarak bardakları değiştirmiş ve benimkini sen içersen ben de senin çayını içerim demiş. Aslında babasının bardağa fare ilacı koyduğunu öğrenmiş ve çayı onun üzerine dökerek evden ayrılmış.
Böyle hikayelerle bu yaşına gelen Ali (yukarıda beyaz baş örtülü)transeksüel olmayı gerçekten kadın olmak için istemiyor aslında. Bir çok transeksüelin aslında bunu neden istediğini Ali'nin aynı durumdaki yakın bir arkadaşı (yukarıda Ali'nin yanında oturan) anlatıyor. Küçüklüklerinden beri özellikle de polisler tarafından cinsel istismarlara bulunulan bu insanların çoğunluğu bu şekilde hayatına devam etmek isterken, devletin cinsiyetleri kadın erkek diye ikiye ayırma hastalığına sahip olması ve gay'leri cinsiyetsiz kabul etmesinen ötürü bunu yapmaya mecbur bırakıldıklarını söylüyor. Ali de ailesinin onu reddetme tehditlerine aldırmadan sırf bir iş sahibi olmak ve devlet tarafından sayılmak kaygısıyla operasyonu geçirdikten sonr Negar olarak yeni kimliğine kavuşuyor. Kendisiyle hemen sonra daha o yataktayken sorulan "Buna değdi mi?" sorusuna "Bu kadar acı çekmeye değmez hiçbir şey" cevabını alıyoruz zira geçirdikleri operasyon çok tehlikeli aslında.
Bir de Anoosh'umuz var. Filmde ilk göründüğü andan itibaren sevimliliğiyle gülümseten Anoosh hakikaten bu operasyonu isteyen homoseksüel erkeklerden. Erkek arkadaşı onu bu haliyle görünce bazen sinirleniyormuş zira Anoosh süslenmeyi pek seviyor. Ama onu erkek gibi görmekten de memnun değil. Her şeyin o kadın olduktan sonra geçeceğini ve düzeleceğini düşünüyor ve bu arada kendisini eminim ki "heteroseksüel sağlıklı bir erkek" -her ne demekse bu- olarak nitelendiriyordur. Anoosh ise Ali'ye göre çok daha şanslı bu konuda. Onu çok gönüllü olmasa da destekleyen bir ailesi var. Her ne kadar annesiyle tartışmalara girse de bu operasyonu çocuklarının mutluluu için istiyorlar ve onu kaybetmemek için her şeyi yapabilir gibi görünüyorlar. Anoosh operasyona giriyor ve bir anda Anahita oluveriyor. Yalnız erkek arkadaşı artık çok daha soğuk ve uzak kendisine. Ama Anahita mutlu yine de çünkü artık kadın olarak üniversiteye gitme planları yapıyor.
Arada ise filmdeki en sinir bozucu insan olan genç bir gazeteci kadın beliriyor. Kliniğe gelip doktorlar ve oradaki insanlarla röportaj yapmaya çalışan bu kadın nefret ettiğim her şeyin bir temsili oluveriyor. Cahil, devletin ona izin verdiği yere kadar düşünen, konformist ve sokakta gördüğü insanların kadın ve erkek olduklarını bilmenin kendi görevi olduğunu düşünen biri bu. Röportaj yaptığı homoseksüellere ise "Allah'ınıza ne söylemek isterdiniz?" gibi aptal sorular soruyor. Karşılığında ise "Bizim gibilerden yaratmasın çok büyük sorunlar yaşıyoruz." gibi cevaplar alabiliyor. İnsanın içi burkuluyor.
Bu kliniğin başındaki doktora ise erkeklerin transeksüellerde ne bulduğu soruluyor. O ise Lacan'ın "Kadın yoktur"una gönderme yaparcasına, "Bu kızlar, kadınlardan daha kadın. Daha iyi ev işi yapıyorlar, daha süslüler" gibi "daha"lı betimlemelerle açıklıyor durumu. Zizek izlese ne derdi bu filmle ilgili acaba diye düşünüyor insan o anda.
Filmde beni en şaşırtan şeylerden biri ise transeksüel olmak isteyen homoseksüeller kendilerini gaylerden ayırıyorlar ciddi şekilde. Evet mutlaka bir ayrım vardır. Homoseksüel tercihlerindeki değişikliği cinsiyet değişikliğine gerek duymaksızın erkek olarak yaşamayı tercih ederken, transeksüeller gerçekten de kadın olmak istiyorlar. Yalnız birbrleri arasında "Ben homoseksüellerle konuşmam bile" gibi sözlerle bir hiyerarşinin varolması insanı şaşırtıyor zira bu insanlar diskriminasyonun ne mene bir şey olduğunu biliyorlar ama kendi aralarında dahi bunu yapıyorlar. Ben bunu yine dine bağlamak istiyorum izninizle. Tam bunu yaparken ben, içimden hiç de hoş sözler geçmiyor olduğunu bilmem söylememe gerek var mı?
1 sene sonra Negar ve Anoosh'un hayatlarına bir göz atıyoruz son olarak. Ailesinin desteğini alan Anoosh hayatın ona gösterdiği yollardan gittiğini ve erkek arkadaşını çok sevdiğini (her ne kadar o uzak dursa da) ve üniversiteye gidip mühendis olmak istediğini söylüyor. Mutlu çünkü önünde umut dolu olasılıklar var ve hiç bir olasılık da bir uçurumun köşesine götürmüyor gibi onu. Tam istediği şeyi yani kadın olmayı sonuna kadar yaşıyor ve devlet onu artık onun tercih ettiği gibi bir kadın olarak tanıyor. Daha ne olsun tabii...
Negar'ın (yani Ali'nin) arkadaşı -bu konuda bilinçli açıklamalar yapan şu arkadaştan bahsediyorum- hala hayatına olduğu gibi devam ediyor ve ailesinin onu reddetmesine dayanamayacağını ve tüm o acılara ve kadın olmaya değmeyeceğini söylüyor.
Negar ise kendisi gibi transeksüel arkadaşlarıyla kaldığını ve ailesinin onu reddettiğini söylüyor. Ne iş yaptığı sorulduğunda ise transeksüel olduğu için birkaç saatliğine hatta bazen 20 dakikalığına erkeklerle imam nikahı kıydıklarını ve bu şekilde kendini satarak para kazandığını söylüyor. Sevgiyle ilgili sözleri çok dokunaklı; burada yazamayacağım kadar yoğun ve ağır. O yüzden bu kısmı izlerseniz görürsünüz diyorum.
Film bittikten sonra ise salondan aşağıya inerken Türkiye'de yaşamakla ne kadar şanslı olduğumuzu ifade eden cümleler dökülüyor bazılarının ağzından. Benim ise kulağımda filmde geçen bir cümle kalıyor:
"Avrupa'da bu işler biraz farklıymış, insanlar oldukları gibi yaşayabiliyormuş diye duyduk ama bilmiyoruz..."