Salı, Mayıs 06, 2008

"... there is really no-one left at all..."

Yeni klavyemden sevgiler.

Dün gece Paul klavyeme koca bir bardak suyu boca edince, bugün kendime yeni bir klavye aldım. Çok sevmedim ama olabildiğince ufak ve sevimli. Çok sevdiğim denizanaları gibi beyaz ve hatta mavi ışıkları da var. Alışacağım bir süreliğine artık kendisine. Teknolojik saçmalıklar peşimi bırakmıyor. Buradan Merkür'e sesleniyorum: Kendine gel!

Az önce sigara üstüne sigara yaktım. Killing All the Flies çalıyor olması da ilginç tabii... Tamam, Mogwai hususunda yazmayacağım daha bir süre. Merak edilmesin. Açınca susamıyorum hem.

Arada Rüüüü'nün dediği bir şeyden oluyorum: Hateful bitch. O halim ne bulsa gıcık alıyor ama olsun, o da gerekli. Ayça da az önce bir süredir bende bir Fransızlık olduğunu söyledi. Aynısı zaten.

E. can sıkıntıma bir çare bulmamı istedi az önce.

Wolf Parade'in At Mount Zoomer'ı hiç de dikkatimi çekemedi ilk iki dinleyişte. Hep aynılar sanki (ne bekliyorsam artık?! sanki ben çok çabuk değişebiliyorum da).

Bugün bir an beklerken bir şeyi, çok özüme dair bir şey yakaladım. Gözlerim doldu. Yıllardır bu kadar sade bir his/düşünce yüzünden gözlerimden tek bir yaş gelmediğini farkettim. Son iki aydır doğru düzgün ağlamadım bile - The Dolls anlarını saymıyorum. Salt kendime dair bir şey yüzünden böylesine hüzünlenebilecek kadar aslolana inebildiysem hayatımın şu noktasında bundan daha ilerisini düşünmeme gerek yok demektir diyor ve gittikçe bir adet Ayşe Arman yazısına dönüşebilecek, gündelik hayat zımbırtılarını buraya yazarak rezil olabilecek bu post'u da burada sonlandırıyorum.

0 saçmalayan daha çıktı: