Pazar, Mayıs 18, 2008

"I wanna live life, and be good to you..."

Mayıs ayında ortaya çıktığını, en azından çıktığını farkettiğimi söylediğim o koku dışında bana bahara girdiğimizi ve hatta yaz aylarının epeyce yakın olduğunu hatırlatan bir başka şey de hemen yanımızdaki apartmandaki komşumuz. Kendileriyle tüm sonbahar, kış ve hatta ilkbaharın ilk iki ayı boyunca bir kez bile iletişim kurmazken Mayıs'ın ikinci yarısından itibaren güzel havalarla başlayan balkon sefalarında birbirimize gülümsüyoruz; hal hatır soruyoruz. "Ah çok zayıflamışsın" "Kızınız ne yaptı geçen sene ÖSS'ye girmişti" (evet, ÖSS'ye girdiğini bilip nerede okuduğunu tüm bu aylar boyunca sormayıp, yazın bir sene geçmişken sormak iki tarafa da garip gelmiyor; işin garip tarafı da bu sanırım) şeklinde cümleler sarfediliyor. Tabii balkonlarımız da birbirine epeyce yakın olunca, hiç garipsemiyoruz oradan oraya konuşmaya. Elimizde olsa birbirimize çay kahve ikram edeceğiz.

Güneş tam da gözüme gözüme girerken, bu ay balkonda keyif yapmayacağımı farkettim az önce. Geçen sene gecenin bir yarısı dünyanın bir ucuyla tam da artık dünyanın bir ucunda olmayacağımız zamanın başlangıcında iletişim kurduğum bir an gözümün önüne geliyor. Sanırım benim sorunum da bu diyorum. Bir şeyi çok seviyorsam, tüm boşluklarıma yayıyorum, sonra o şeyi sevmemeye başladığımda yayılanları temizlemek beni bile aşıyor. Taa ki o şeye karşı duyduğum sevgiden daha fazlasını başka bir şeye hissedene kadar... Şu aralar da kendimi kendi halimde bıraktığımdan normal dışı olan ne varsa devredışı bırakmış durumdayım. Normale gerçekten de ihtiyaç var.

Bu lafı söyleyince de Coldplay'in o çok güzel ilk albümünden (Parachutes) We Never Change geliyor aklıma... Sonra açıyorum dinliyorum. Bir sigara yakıyorum. Yok öyle bir şey anla artık diyor bu yazıya son veriyorum.

0 saçmalayan daha çıktı: