Pazar, Temmuz 13, 2008

"First Snow"

Clint Mansell'in beni geçen sene Temmuz 25'te izlediğimden beri ara ara vuran The Fountain'a yaptığı soundtrack albümü dinliyorum. Yazacak pek bir şey yok. Müzikleri dinledikçe üşüşüyor sesler, görüntüler. Nasıl bazı şeyleri yoktan varedebildiğime şaşırıyorum bazen. Bu yeteneğimi daha doğru şeylere harcasaydım bir The Fountain da ben çekebilridim belki. Ama nerde...

Odamda oturup güzel düşler kurabildiğim zamanları çok özlüyorum ben bunu yapmak yerine. Özleme eyleminin hakkını nadiren verebildiğim bazı şeyler var hayatımda. O şeyleri hayatımdan çıkarmak ve sonsuza kadar da özleme eylemine dair herhangi bir referans noktası bulmamayı diliyorum. Çünkü özlem duyduğum her an özümden bir şeyler kaybettiğimi düşünüyorum. Artık kendimden bir şeyler kaybetmeye tahammülüm yok.

Pembe sigaralarım, "Pink Elephant"larım bitmek üzere. Son iki üç taneyi de nerede ne zaman içeceğim merak ediyorum. Bulmak lazım onlardan.

Önümüzdeki sene, İzlanda'ya gitmek için epeyce kararlıyım. Tek başıma gitmek ve keşfetmek istediğim bu adayı gördükten sonra buralara nasıl dönerim bilmiyorum. Hayat beni öyle saçma sapan bir hale getirdi ki, artık gittğim yolların dönüşlerinden korktuğum için, olduğum yere çivilenmiş gibi hissediyorum desem yalan olmaz sanırım. Ayrıca hangi ara bu kadar kötümser oldum ben, nasıl bu kadar korkaklaştım hayatımla ilgili kararlar alma konusunda, merak etmeden duramıyorum. Kendime iliştirdiğim tüm bu saçma sapan özelliklerden sıyrılabilmeyi ve gitmek istediğim yerlere gitmeyi, hayıflanmadan tek başıma yaşamayı, eski iyimser halime geri dönebilmeyi, bana azıcık yaklaşabilen insanları kılıç kalkan ekibiyle karşılamamayı, daha cesaretli olmayı; ama en çok da dinlediğim müzikleri, söylenmiş, söylenen ve söylenecek sözleri, gidilmiş, gidilen ve gidilecek olan yerleri temize çekmeyi istiyorum.

Tabii tüm bunlar Clint Mansell'in Xibalba'sı eşliğinde olmuyor; hiç olmadı ve hiç olmayacaktır eminim. Ve bu yazıya başlama sebebimi soracak olursanız -ki en başta yazacak hiçbir şeyin olmadığını söylemiştim hatırlanırsa, o sırada ekrandan bir an gözümü kaçırdığımda gözüme çarpan Neutrogena'nın Deep Clean'inin bende yarattığı çağrışımlardı. Derinden temizleyen bir tek Neutrogena olmasaymış keşke dedim ve yazdım tüm bunları. Kendimi o kadar kirli hissediyorum ki, sanırım beni ne Deep Clean, ne yazmak, ne de Ganj Nehri temizleyebilir.

Belki Hugh Jackman'ın yaptığı gibi The Fountain'da, sadece hayatımın böyle geçeceğini kabullenmem lazım. Arada bir karla kaplanmış bir yeri de ziyaret etmek lazım ki ziyaret vakti yaklaşıyor; ölen bir şeyi canlandırmak onu insan yiyen bir zombiden başka bir şey yapmıyor. Pet Cemetary'den öğrenmiş olmalıydım. Akılsız ben...

0 saçmalayan daha çıktı: