Closer'ın başladığını Twitter'dan gelen Muzo update'leri sayesinde öğrendim. Sonra açıp, o sırada konuştuğum A. M.'ın kafasını şişirdim şu aşağıdaki Closer yorumlarımla.
"ben bu filmin şu yönünü çok seviyorum sanırım
sanatçı olarak hayatta varolmaya çalışan iki kişi var julia roberts ve jude law
ve bu ikisinin haatla alakası yok.
o kadar hayali ütopik, çılgın fikirlere sahipler ki
naif naif ama hayat ve insanlar öyle bir naiflikte değil. hatta o kadar adice ve kabaca bir şey ki ancak natalie ve clive gibi doktor, striptizciler falan hayata dokunabiliyorlar. onlar da bu yüzden tamamen bedensel ve down to earth işler yapıp öyle yaşıyorlar.
hayalleri yok gayet basit ve görüleni istiyorlar. görülenin ardındakilerin farkındalar ama görüldükleri gibiler onlar.
bu noktada jude law'un gerçek gerçek diye kendini paralaması da ayrıca komik çünkü gerçeği duyduğu anda tuzla buz olabiliyor ve hatta gerçeği duyunca gerçek hayat ona o kadar da albenili gelmiyor.
ve hatta tam bu yüzden hiçbirinin ilişkisine değinilmemiş
film ilişki filmi
ama ilişkiden eser yok
lacan'ın kadın yoktur demesi gibi "ilişki yoktur" diyor bu film.
o yüzden ilişkilerin hep başlayış ve bitişleriyle ve aldatmalarla dolu.
aradaki hiçbir dönemden bahsedilmiyor.
aslında bizim jude ve julia'nın aradığı çılgın elevated aşk ilişkisi denen şeyin işlevsiz ve gerçek hayatta fonksiyonsuz kaldığı ve bu nedenle böyle sanatsal duygulanımlara sahip olanların bile ancak clive ve julia gibi gerçekle direk bağlantısı olan kişilerle "gerçek hayat" dediğimiz ve onların direk reddettikleri basitlikteki yaşamlarda sürdürebilecekleri ilişkileri olabilir.
clive owen'ın julia'ya bağırdığı çağırdığı o evdeki sahneye hayranım o yüzden
bu kadar güzel gerçeklerle yüzleştirilemezdi çünkü aldatmanın adiliğini ve basitliğini aşkmış gibi gösteren bu artsy fartsy tiplerin hayattan ne kadar anlamadıkları üzerine şahane bir sahnedir.
"yüzüne boşaldı mı?" sahnesi. karşısındakini sıradan bir ankete tabi tutar gibi söyledkleri ve sordukları... julia ve jude'un aksine ne kadar hayatın içinden gerçeklere sıkı sıkıya bağlı olduklarının göstergesi bu sahne sanırım. natalie de hemen o esnada jude'la benzer diyaloglar yaşıyordu tabii.
bu bu kadar basit bir şeydir diyor işte.
senin saçma dünyada kendi kendine anlamlandırdığın o aşk denen şey ağzına boşalmaktır benim için iyor
süslemelerin anlamı yok sonunda zaten benim olacaksın o kadar eminim diyor
ve yani bu filmde de gerçek olan sevgi dediğimiz şey bu kadar güçlü halinde ancak clive ve natalie'ninki.
onu anlatamıyorum ben insanlara sanırım :)
çok süslüyor insanlar her şeyi
clive ve natalie'nin strangers adlı sergide yaptıkları konuşma ise tam bu dediklerimi destekliyor sanırım hatta. herkes görmek istediklerini görüyor. herkes süslü bir gerçeklik istiyor çünkü böylesi hayatı daha güzel gösteriyor. halbuki hiçbir şey bu kadar süslü ve makyajlı değil. o yüzden natalie ve clive ihaneti anlamıyorlar. saf olan, süssüz gerçek ve basit sıradan sevgiye tutunmuşlar. ihaneti duyduklarında "bir insan bunu diğerine nasıl yapabilir" diyor. o kadar gerçekle içiçe olmalarına rağmen başka birini sevme ve birini severken başka birini sevmeye inanmıyorlar çünkü. cidden de yok öyle bir şey yok. julia ve jude ise bu gerçek sevgilerin sıradanlığından ve gerçekliğinden sıkılıp aynen o sergideki yüzler gibi heyecanlı ve daha güzel buldukları kocaman yalan ve gerçekdışı o "aşk" dedikleri şeye tutuluyorlar ama tabii iki taraf da yalan olunca sürdüremiyorlar. hatta jude julie'nin eski kocasıyla yattığını öğrendiğinde "we're not innocent anymore" diyor. burada çok gülüyorum çünkü kim masum ki zaten? bunu böyle kabul edemiyorlar işte! sonunda ikisi de gerçeğe geri dönmek durumunda kalıyorlar. o gerçek de clive ve natalie oluyor. sonu ise belli...
o yüzden sanırım ilişkilerin filme alınacak, abartılacak bir yanı yok. her şey sıradan, basit olduğu kadar gerçek. öyle parıltılı görünürse bilmek lazım ki bir şeyler saçma gidiyor. film tamamen bunu anlatıyor herhalde."
sesli meram 489 -- վիճակվել
2 gün önce
0 saçmalayan daha çıktı:
Yorum Gönder