Bugün küçük afacan çocuklar gibi komik giyindim. Kendimi sokakta savaş oyunları falan oynayacak olan bir erkek çocuğuna benzettim. Kulağımda da Liars'ın Mr. You're On Fire Mr.'ı vardı. Hoplayıp zıplamak istedim delice. Sonraysa derslerle ilgili bir şeylere canım sıkıldı. Çok huysuzluk yaptım; hırladım her gördüğüme. Diş gösterdim bol bol. Sonraysa tüm sinirimi A. ile feminizm ve pozitif ayrımcılık konularındaki görüşlerimi paylaşarak üzerimden attım. Kadınların kendilerine verilmiş olan ve erkeklerde bulunmayan doğurganlık özelliklerinin farkına varmasının gerekliliği ve bunu bir türlü kapanmayan ve sevilmeyen bir yara veya kötü bir hastalık sonrası oluşan bir maraz gibi görmelerinden nefret ettiğimi farkettim yine. Erkek dünyası dedikleri şeyi eleştirirken sahip olmaya çalıştıkları ve yücelttikleri şeylerin o erkek dünyasının yücelttiği değerler olduğunu farkedip kendi doğalarındaki güzelliklerin bir farkına varabilseler ne şahane olacak her şey sanki ama zor sanırım. Neyse, bir ara yazayım bununla ilgili bir şeyler kafamı toparladığımda diyor ve günlük yaşam anlatma moduma geri dönüyorum.
Dönerken mısır aldım. Şu bardakta satılanlardan. Eve geldiğimde yine o afacan çocuk halime geri dönmüştüm. Dönmüşken Liars dinleyeyim daha çok istedim. Dinledim; daha çok sevdim. Şimdiyse Magik Markers adlı bir grubu tüketmekle meşgulüm. Boss albümündeki ilk şarkı ve ikinci şarkı arasında dağlar kadar fark var. Kendileri için Sonic Youth'un benzeri demişler muhtelif yerlerde. İlk şarkının Sonic Youth'la uzaktan yakından alakası yoktu; epeyce beğendim o şarkıyı. Ama albümdeki ikinci şarkıları bu benzetmenin hakkını veriyor. Sevmek zaman alıyor bu bulanık, gürültülü şarkıları. En azından benim için öyle oluyor. Kolay sindiremiyorum. Önce tadını alamadığımdan herhalde.
Sürrealizm ve Soyut Dışavurumculuk karşılaştırması konulu bir yazı yazmaktayım. Bitince modernart-icles'ın ilk yazısı yapabilirim kendisini. Bir kafamı toparlayıp şu bloga da bir şeyler koyamıyorum; üzülüyorum.
iPod'uma haftasonu Y. ile dolanırken bir skin beğendim nihayet. Aldım hiç düşünmeden. iPod'umun adı "iPod is Evil!"dı, şimdi bir de iDevil isimli bir skini var kırmızı. Şeytan yapmaya çalışmışlar ama bir de vampir dişi koymuşlar. Ne idüğü belirsiz bir varlık çıkmış ortaya ama kuyruğu eksik maalesef. Sütlü yüzük diye adlandırılan en sevdiğim takımı aldığım mağazada buldum kendisini bir de. Seviyorum orayı sanırım.
Uzun süredir yazı yazmadan yaşayabildiğim bir ruh halindeyim. Sevinsem mi, üzülsem mi bilemiyorum. Hiçbir şey yok aklımda. Hissettiğim hiçbir şey yok. Öyle havada süzülüyorum hiçbir şeye değmeden. Hiçbir şeye değmeden yaşarken, yaptığım bazı şeyleri düşününce geçmişte, çok şaşırıyorum nasıl yapabilmiş olduğuma. Sanırım en çok da çok kısa bir sürede yapmış olduklarım ve devamı gelmeyenler şaşırtıyor. Nasıl olabilir diye arada düşünüyorum ama uzun sürmüyor odağımın kayması. Oradan buradan gelen sesleri dinliyor bir yanım. Hemen karşılık veriyorum. Odağım kaybolmaya o kadar hazır ki.
Hala oraya buraya 2007 diye tarih atan ben, az önce de tarihin 1 Mayıs'ı gösterdiğini görünce büyük bir şaşkınlıkla gözlerimi açtım. Hangi ara geldik Mayıs'a dedim. İçim bir garip bile oldu. Bir ay sonra yaz mesela; bunu düşününce yaptığım iş her ne ise bırakıyorum. Beni şaşırtan şeylerin yokluğundan dolayı, bu işin "zaman"a kalması ne garip diye düşünüyorum sonra.
Bu kadar sesli düşündükten ve bomboş şeyler yazdıktan sonra bu yazıyı burada sonlandırayım en iyisi. Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos da hemen böyle kendilerini benim gibi geçiştiriverseler de çok sevdiğim o mevsimlere bir geçsek diyorum. Zira sözkonusu aylar pek bir yalan dolan şeylerle anılıyor geçen seneden beri.
sesli meram 489 -- վիճակվել
1 gün önce