Cumartesi, Ekim 04, 2008

"... kırmızı ve melodik siyah tonlardır."

Bu akşamı gelinlik bakmaya ayırmışım haberim yokmuş. Tabii ki kendime bakmadım. Y. önümüzdeki yaz evlenecek ama onunla beraber beni de bir heyecan sardı ki sormayın. Y. ile tanışıklığımız çok uzun değil. Geçen Şubat'ta İstanbul'da Mano'da otururken C. tanıştırmıştı bizi. Kendisini çok sevdim. C. sayesinde tanımaktan mutluluk duyduğum insanlardan biri ve hatta daha bile fazlası sanırım. Sonra o başka bir C. ile tanıştı. Birbirlerine aşık oldular. Üç hafta sonra da aileler birbirleriyle tanışacak. Sonra Y. Amerika'ya gidecek büyük ihtimalle C.'in yanına. Her şey güzel güzel devam edecek onlar için ki öyle olmasını en az kendi mutluluğumu istediğim kadar çok istiyorum.

Neyse bu kadar saat kendisine baktığım gelinliklerden sonra kendim için de ileride belki giyerim diye koydum o modellerden birkaç tanesini bir kenara. Buraya koymayacağım merak etmeyiniz. Nasılsa öyle bir durum da yok ortalıkta ve olacağını da düşünmüyorum birkaç sene kadar. Yine anladım ki ciddi ciddi uzakmış bana bu işler. Dekorasyonu, aksesuarları ve kıyafetleri dışında bulaşmayayım bu gibi işlere.

Bugün sabah ilginç bir rüya gördüm. Sabah sabah daha uyanmamış halimle de o sıraa saat farkından dolayı ayakta olan Muzo'ya anlattım tüm rüyayı. Birkaç gün boyunca film izleyince, filmlerden belli parçaları birleştirip kendi filmini çekmiş bilinçaltım.

Ntv'de bu akşam tam da Y. ile gelinliklere bakarken, Anne Boleyn'in hayatını anlatan bir belgesel vardı. Bu belgeseli buraya yazma sebebim ise, fondaki müziklerdi. SigurRòs'un Untitled #1'ı duyduğum andaki şaşkınlığım daha dinmeden, Spiegel im Spiegel başladı. Filmlere, belgesellere böyle güzel müzikler seçen insanlarla tanışmak istiyorum.

Başka da bir şey yok söyleyeceğim. Ha bir de 4 Months, 3 Weeks, 2 Days'i izledim sonunda.
Evet, sonunda.
Öyle.

0 saçmalayan daha çıktı: