Dün akşam 12. Ankara Uluslararası Caz Festivali kapsamında düzenlenmiş iki konser vardı, onları izlemeye gittik D. ve B. ile. Sonra E. ve şu anda ismini hatırlayamadığım için buraya ismini diğer çete mensubu arkadaşlar kadar yazamadığım biri daha vardı ama onların da konsere geldiğini orada öğrendim. Her neyse.
Konserlerin ilki Letonya'dan Maris Briezkalns Quartet'e aitti. Sevimli insanlar bilindik caz ritimleriyle bizi eğlendirmeyi başardılar. Yalnız vokalistlerine çok şey borçlular; kendisi olmasaydı kuru kuruya evde arka planda çalan mainstream bir caz müziği dinleyecektik neredeyse. Festival kitapçığında kendileri için "bop öncesi ve latin müziğinden etkilenmiş olan caz formundaki kompozisyonları ile dikkat çekiyor" diyor. Öyle.
Sonraki grup ise Cyminology adındaki Alman dörtlüydü. Vokalistleri İran'lı Cymin Samawaite'nin bir araya getirdiği insanlaran oluşan bir grup bu da. Ben şahsen ilk grubun klasik caz standartlarından sonra bu grubun İskandinav soğuk caz ritmlerini tercih ettim. Hatta ilk başladıklarında yanımda oturan B.'a dönüp "iyi ki gelmişiz" bile dedim ve fakat Cymin Hanım sahneye Türk Sanat Müziği korosu kıyafetlerini andıran korkunç kadife gece elbisesiyle soldan soldan yavaşça girişini yaptıktan sonra şiin rengi biraz da olsa değişti. Evet müzik pek bir gelecek vaadetmekteydi fakat vokalin sesini tamamen kapatmak gerekiyorduyaptıkları müzikten zevk alabilmek için. Hatta arada sesleri ayarlayan amcanın yanına gidip "ya şu kadının sesini bir kapatsan keşke" diyesim bile geldi. Sesiyle ilgili problemim sanırım, o sesin caz için uygun olmamasıyla alakalı. Evet fusion musion bir şeyler yapılabilir ki zaten öyle olmuş. Şarkı sözleri Hayyam'dan, Rumi'den, teyzemiz arada şarkı sözlerimi Farsça okuyor sonra İngilizce'ye çeviriyor. Ama caz müziğin en azından yaptıkları müziğin hızına yetişmiyor ve Cymin Hanım'ın sesi biraz ağır kaçıyor. Ara ara operaya gelmiş olduğumuzu bile hissettik.
Tabii bu arada sahnedeki piyanist Benedikt'ten gözlerimi alamıyorum. Fransızmış aslında ama orada doğup iki sene kaldıktan sonra ailesi Almanya'ya taşınınca o da taşınmış sayılmış. Piyano başındaki dik oturuşu, hakikaten de ustalıkla çaldığı piyanosunun tuşlarına dokunan uzun parmakları, gözlüğünün yüzündeki narin ve nazik duruşu, minimal ve ani hareketleri sevebileceğim türde bir erkeğin özellikleri gibi geldi durdu tüm gece. Çok başarılı bir piyanist olduğunu söylemiş miydim? :)
Kontrbasçıları Ralf'ın ise her halinden sıkı bir post-rock dinleyicisi olduğu belliydi. Ben D.'ya bazı anlarda A Silver Mount Zion titreşimleri aldığımı söyledim, D. da bana Mogwai dedi. Kendisinin pek spektaküler duruşu olmasa da, tüm müziği tamamlayışı açısından başarılıydı oldukça. Nitekim sonradan Cymin üyeleri tanıtırken bizlere, "Benimle tanışana kadar caz nedir bilmezdi, ağır bir rock dinleyicisiydi" sözleri bizi haklı da çıkardı. Kalıbımı basarım post-rock delisi olduğuna kendisinin.
Gelelim grubun en can alıcı noktası olan davulcumuza. Grubun Hint asıllı Ketan adındaki davulcuları tüm gece dudaklarımı kemirmeme neden olurken, Cymin'in güzel olduğu ama yaptıkları müziğe uygun olmadığı kesin olan sesini duymazlıktan gelmeme yardımcı olabildi. Hayatımda gördüğüm en başarılı davulculardan biri olarak sayabilirim gönül rahatlığıyla kendisini, zira attığı soloların benim gibi piyano, trompet ve bas aşığı olup da vurmalı çalgılarla pek arası olmayan birinin ayağa kalkıp arada da bağırarak alkışlamasına neden oldu konser boyunca. Onun da çok iyi bir post-rock dinleyicisi olduğunu düşünmekteyim.
Gecenin sonunda her caz dinleyişim esnasında ve sonrasında olduğu gibi cazın olabilecek en güzel aletlerle çalınan harika bir müzik olduğu fikri yankılanıp durdu zihnimde. Sonrasında ise açtım Mogwai'mi, Sigur Ròs'umu, mutlu mutlu en sevdiim müziği dinledim. Kendime geldim. "Caz maz bir yere kadar" bile dedim; o derece. O absürd ve afilli gibi görünen başlık da burada devreye giriyor ama yazı bitiyor.
sesli meram 489 -- վիճակվել
2 gün önce
0 saçmalayan daha çıktı:
Yorum Gönder