Pazar, Haziran 29, 2008

"... the faces of people goin' by..."

Hep aynı şey oluyor. Aynı şeyleri yazmaktan bıkıyor insan bir süre sonra. Ama içimde bir şeyleri ifade etmek gibi bir istek var. Ortada ifade edilemeyen bir şeyler olmalı diye düşündürüyor bu da. Düşünndürüyor da bir şey mi oluyor? Hayır! Yine aynı bomboş bakıyorum ekrana ve yazıyorum.

Bugün Zach Braff'ın oynadığı ve Y.'den aşırdığım filmlerden biri olan The Last Kiss'i izledik. Film 29 yaşındaki bir adamın sevgilisinin hamile olduğu haberini kızın ailesine vererek başlıyor. Hayatının hep belli bir sıraya göre ilerlediğini ve beklenmedik hiçbir şeyin hayatına girmemiş olmasının verdiği sıkıntıyla canı sıkılan karakterimizn başına gelen ufak tefek olaylar dizisiydi film. Sorumluluk almaya hazır olup olmadığını sorguayan, her şeyi olduğundan daha fazla sorgulamaya alışmış eğitimli kafaların gereksiz düşünme hastalığına dair bir filmdi. Hak verdim tabii, hatırlıyorum 2 senelik sevgilimle beraber son zamanlarımızda bir kez rüyamda onunla evleniyor olduğumuzu görüp nefes nefese uyanmıştım. O ne olduğunu sorduğunda gözleri açık halde hala rüyanın etkisinde olan ben dönüp "senle evleniyorduk ya" demiştim başıma en büyük gelen en büyük felaketi anlatırkenki ses tonumla. Evet hepimiz hastayız sanırım. Velhasıl filmi Zach Braff olmasa izlemezdim zaten izlemiş olduğumu farkederek ama kendisinin gönlümdeki yeri apayrı tabii. Sırf onun hatırına zamanında L'Ultimo Bacio adıyla izlediğim bu İtalyan asıllı filmi bitirdim de denebilir. Yalnız değildim tabii. U. da vardı yanımda. O da "Ee yani?" dedi film bitince. Ee yani cidden...

Bu aralar yine tonla şey geçiyor aklımdan ama hiçbirinin ucundan tutup bir yere sürükleyemiyorum zira kendileri benden güçlüler sanırım. Artık benim güçsüzlüğüm müdür onları güç sahibi olmasından mıdır bilmiyorum ama bu durum bende son derece büyük bir kafa karışıklığına neden oluyor. Hatta öyle ki, gün içinde beni görenler "İyi misin?" diye soruyorlar tuhaf ve meraklı bir tonla. Ben de her seferinde "İyiyim tabii niye ki?" diye soruyorum. Uyuyorum sanki sürekli bu düşünce bulutlarının içinde. Uyanırsın beni biri rica ediyorum.

Ha bir de bazı normal ötesi şeyleri zamanla o kadar normal ve standart olarak bellemişim ki arada kendimi dinleyebildiğim zamanlarda bazen sessiz bazen de mırıldanarak öyle şeyler söylüyorum ki aklım almıyor. Durduk durmadık yerde aklımda sorun yaratan şeylerle ilgili acaip dilek ve isteklerimi dile getiriyorum. Sonra pişman bile olmuyorum. Sorun da bu sanırım. Eskiden ne yapıyorum deyip kendimi durdururdum. İstediklerimi editlerdim etik metik diyerek. Şimdi öyle bir kaygım da yok cidden. Ama eskiyle kıyasladığımda kendimi ne çok değişmiş olduğumu görüyorum. Değişimin yönüyse hiç hayırlı değil. Demiştim Dark Side'a geçmeye başladım diye sene başında da.

Arada da ne kadar takıntılı bir insanım diyorum. Takıntımın boyutlarını öğrenmem her zaman can sıkıcı durumların sonucunda oluyor. Acaip şeyleri anımsıyorum. Mesela biri hayatımda değil diyelim. O insanı belli bir süre masif halde özledikten sonra (-ki özlemek benim için çok ekstrem bir his, nasıl ve ne şiddette ve miktarda bir sevgiden kaynaklanıyor limitlerini kestiremiyorum. Sanırım çok büyük olmalı ve çok uç olmalı bir şeyler) o insanla ilgili masif olarak özlediğim insana odaklanmaktan kaçırdığım ayrıntılar aklıma geliyor. O ayrıntıların arasında gülerken çıkardığı sesler veya çantasının üzerindeki bilmemneler olabiliyor. Ve aradan aylar yıllar geçmiş olsa da bu ayrıntıları o kadar süreden sonra anımsadığım için sanki daha az önce yanımdalarmış da bundan sonra onları hiç görmeyeceğim bir durumda benden uzaklaşmışlar gibi geliyor. O noktada da en az o insanı bir daha görmeyeceğimi farkettiğim o ilk andaki kadar üzülüyorum. Bu böyle hatırladığım her ayrıntı için yaşanıyor tarafımdan. Çok hastalıklı değil mi?

Ayrıca buradan şu güzel Overdub'ın şu Radiohead bootleg'ini dinleyin ve şaşı bakıp şaşırım. Ma'ya teşekkür ederim çok. Duyuyordur herhalde beni sayın Akrep adamı.

İyi geceler efem.

0 saçmalayan daha çıktı: