Çarşamba, Şubat 13, 2008

"it's on again, off again, on again..."

Günlerdir bir türlü uygulamaya geçirmediğim fikirleri aklımdan geçirip duruyorum. Bazılarını revize ediyorum, düzeltiyorum ama yine de pratiğe dökebilecekken yapamıyorum. Sanırım henüz hazır olmadığım şeylere kendimi zorlamamam lazım. Yineliyorum kendimi ama evet, korku bulaşıcı bir şeymiş.

Bu pasif agresif tavrımla kimse beni beklemesin, kimse bana bulaşmasın istiyorum. Daha iyi anlıyorum; ağızdaki tadı da, içindeki terkedilmişlik hissini de... Daha kötü oldukça iyileşiyorum. "Down is the new up" hem.

Rüyamda bir nişte oturmuş aileme ve arkadaşlarıma bakarken yaşadıklarım artık umut verici çünkü artık rüyalarımda ona dair olanlar birbir yok oluyor.

Onun dışında her şey aynı. Lost'un ikinci bölümünü izledim. Benjamin'in hastası olduğuma yine kanaat getirdim. Artık adamın Google olduğunu düşünüyorum ciddi ciddi. Ne oluyor ne bitiyor, kimin sülalesinde nolmuş, kim hangi okula gitmiş, her şeyi biliyor. Her şeyi bilen adamlara karşı zaafım var, evet.

Bazen insanların ne kadar çabuk hayatlarını birileriyle beraber geçirme kararı aldıklarına şaşırıyorum. Kriterleri nelerdir bu insanların onu merak ediyorum. Hangi noktadan sonra böyle bir karar alıyorlar? Bu karar nasıl eşzamanlı olabiliyor? Eşzamanlı olmuyor ise nasıl oluyor da oluyor? Sanırım sorgulamaya vakit bile bulmadıkları bu süreçle ilgili bu sorulara bu sorgusuz sualsizlik nedeniyle cevap veremezler. "Pace is the trick" tabii bir Paul'un dediği gibi.

Bense koca bir rüyadan uyanmış olarak hayatıma birkaç aydır devam ederken, artık kimseye güvenemiyor olmanın ayıklığında saçma sapan sorular soruyorum kendi kendime. Halbuki hiçbirinin cevaplanması gerekmiyor. Eskiden benim için de her şey sorgusuzca gelişirdi. "Kendiliğinden, doğal ve sürtünmesiz" derdim ideal ilişki denen şeyin hayatımdaki sözsel karşılığının ne olduğu sorulduğunda. Hiçbir zaman güvenmek sorun olmamıştı hayatımda bir ilişkiye başlarken veya esnasında. Güvendiğimi hissetmem gerekmiyordu biriyle beraber olmam için. Güvenmek ilişki için çok gerekli bir şey değildi. Ve zaten güvenmeyeceğim insanla yanyana duramayacağımı bildiğimden kendiliğinden taa ilk başta elenirdi o insan. Farkında bile olmazdım...

Sonra nasıl olduysa, birisi çıkageldi ve bu durumu kökten değiştirdi. Güvenmemem gerekiyormuş sonradan farkettim. Çok sonradan... Nasıl olup da bu kadar rahatken, bu kadar güvensiz hale geldim bilmiyorum. Kendiliğinden olan o hissin beni yanılttığını gördüm sanırım artık ve bundan sonra her şey daha da zor. Kimseyi yanıma yaklaştırmıyorum, kimseye güvenemiyorum. Sürekli kinik gözlerle başkalarını süzmek hiç adetim olmadığı halde, bu en belirgin özelliğim oldu. Bilmiyorum ne olacak... Zamanında canımın çok yandığı başka bir zamanda, artık daha fazla canımın yanmayacağını bildiğim o zamanlarda bile "güven" bir sorun değildi. Canım o zamanlardaki kadar yanmadığı halde neden bu noktaya geldiğimi düşünüyorum ara ara. Diyorum ki, sakin ol. Herkes yanlış yapabilir. Ama hayır, ben böyle bir yanlış yapamazdım. Algılar yanıltır, her zaman sezgilere bırakmak lazım derdim işi. Algılarım "güvenme" derken, tam tersini söyleyen sezgilerime kulak vermiştim oysa ki ve evet bu sefer sezgilerim yanılttı beni. Sanırım bu sorgulamayı ilk kez bana yaptıran bu ilişki salt bu yüzden en başından yanlıştı.

Öte yandan kendi içsel sistemime bu kadar güvenimi yitirmiş olmam iyi bir şey değil. İnsanlara şans verme ve en önemlisi de kendi kriterlerime güvenme yetimi geri kazanmalıyım. Zamanla olur umarım... Biraz müzik, biraz kar lazım. Biraz da cesaret tabii... Eskiden C. bana korkakları hapse tıkmalı demişti. Çok abartıyorsun demiştim. "Fear leads to anger, anger leads to hate, hate leads to suffering and suffering is the first path to dark side". Tam da bunu örnek vermişti. Çok haklıymış. Kendimi içerilere tıkasım var şimdi bu yüzden. İçimde bir oda var bir süre önce tekrar açılan ve kırmızı renkli duvarları olan; o odaya hem de.

"we thought you had it in you
but no, no, no
for no real reason"

0 saçmalayan daha çıktı: