Salı, Ekim 23, 2007

İçeride bir şey unuttum...

Evet, sanki bir süreliğine alıp başımı terkettiğim mekana geri dönmüş ve unuttuğu şeyi aldıktan sonra tekrar gidecekmiş gibi hissettim.

Yazıyorum çünkü anlamadığım bir şeyler var Türk insanıyla ilgili... Aylardır bir yürüyüş trendidir gidiyor. İktidara karşı başlayan bu yürüyüşler sonunda sandık ki adam gibi bir seçim yapılacak ve o seçimle daha düzgün ve şeffaf bir yönetime kavuşacağız. O kadar insan galeyana gelip de Anıtkabir'e yüründüyse tabii bir şeyler değişir dedik. Ama tabii yürümekle bitmiyordu iş, kimse bu gerçekle yüzleşmek istemedi.

Yokmuş öyle bir şey; acı bir şekilde deneyimledik Temmuz ayının üçüncü haftasında. Türkiye'nin diğer bir yüzüyle istemeye istemeye tanıştık yine yeniden. Bunların hemen akabinde cumhurbaşkanı seçimi oldu. Orada da AKP durumu 3-0 yaptı (2003 seçimleri 1-0 bitmişti, 2007 ile 2-0 oldu, bu da 3-0 işte) kendi evimizde deplasmandan beter yenilgiye uğradık ama Ortaçgil'in "bu su hiç durmaz"ı gibi "bu maç hiç bitmez" diyoruz şimdilik aptal bir optimizmle.

Bu kadar şeyden sonra şimdi dışarıda yine bir kalabalık var. Hatta bakın sokağınıza pencerenizden başınızı çıkarıp. Tüm Türkiye'de insanlar yine sokaklara döküldüler. Ellerinde bayrakları orada burada sloganlar atıp duruyorlar... Bağırıyorlar öfkeyle terörizm karşıtı sözler söyleyerek. Dün de böyle bir konvoy vardı Ankara'nın güzide mekanı 7. cadde'de. Öyle kalabalık bir konvoydu ki sanırsınız Ankara'nın yarısı gelmiş arabalarına atlayıp. Hepsi kornalarına asılmış, pencerelerden, sun-roof'lardan dışarılara sarkıp olanca güçleriyle lanetler okuyorlardı. Korhan vardı karşımda. Sesten ve gürültüden ötürü birbirimize 1 metreden sesimizi iletemediğimiz o 15-20 dakika içinde Starbucks'ta oturan onlarca insan bu sloganlara karşılık verdi destekler şekilde. Biz ise oturduğumuz yerde olayları anlamaya çalışıyor, nasıl bir yere düştüğümüzü düşünüyor olmalıyız ki her fırsatta olayla ilgili yorumlar yaptık birbirimize. Bu yorumlardan bazıları işte beni buraya yazmaya itti de denebilir. Niye derseniz şöyle:

O konvoyda genel olarak genç insanlar vardı. Bir anda hain aklım savaşa ve kana susamış insanların yüzde kaçının askerden kaçmak için planlar yapmış veya yapıyor ve hatta yapacak olduğunu sorgulamaya başladı. Bu beyin gıdıklayıcı düşünceyi oyun hamuruyla oynarmışçasına oraya buraya çekiştirirken, bir bu kadar insanın Anıtkabir'e yürüyüşlerde yer aldığını ve fakat bu yürüyüşlerin amaçlarının tersine sonuç verdiğini de düşünmeye başladım bir anda. İçimdeki bıkmayan sorgulama merkezi bu sefer de Türk insanının tüm enerjisini böyle provokasyonlardan aldığını konu seçti kendine. Tam o sırada vicdanım devreye girdi ve bana"Ben herkesin içindeki en sinir bozucu şeyim. Beni unutma" dedi. "Hah evet!" dedim. "Bu olmalı cevap!" Kendi kendisini yönetemeyen, günlük çıkarımlar ve hesaplarla hayatını sürdürmeye çalışan, sabahtan akşama dizi izlemekten beyni sulanmış, dünyanın hiçbir derdini aklına takmayan, üç kuruş para için iktidara muhalefet olmaya cesaret edememiş insanlarla dolu bu içinde bulunduğumuz ülkenin insanlarının içindeki vicdan olamlı bu gürültü patırtının sebebi. Kanalturk'un "Kaç Kişiyiz" konulu anlamsızlıklarının verdiği fütursuz heyecanla oraya buraya "ben de varım" demek için ve fakat sorulsa ne için olduğuyla ilgili tek kelime edemeyecekleri mesajları atan, "Laiklik" kavramı altında yapılmış ve yapılacak her türlü sömürünün kurbanı olan Türk insanı ne zaman düşünmeyi öğrenecek diye düşündüm kendi kendime. Acaba ne zaman gazetelerimizde "Asalım, keselim" diyen yazarlar azınlıkta olacak, ne zaman vicdanımızı rahatlatmak, kendini sistemi değiştirebilecek bir güçmüşçesine hissedebilmek için değil de, gerçekten bir şeyleri değiştirmeye gönüllü olarak hareket etmeye ve yürüyüşler düzenlemeye başlayacağız. Ne zaman içimizdeki o değişim enerjisini aptal yürüyüşler ve sloganlarla tüketmek yerine, Türk, Kürt, Ermeni, Yahudi ayırmadan bir araya gelmeye, insanları mantık yoluna itmeye çalışıp akılcı çözümler bulmaya çalışacağız. Ne zaman terörist dediklerimizin beyni yıkanan bir avuç insan olduğunu, onların kanını dökmenin "kan davası" kadar saçma bir töreye benzediğini, birilerini öldürmek için ülkemizde o çok tabu olan "Tanrı"dan bile daha büyük olmamız gerektiğini farkedeceğiz. Artık bu yürüyüşlerin, bağırış çağırışların sonucunun hüsran olabileceği gerçeğiyle bu sefer yüzleşmeliyiz çünkü... Ve son olarak, ne zaman, zamanında şu anda hatırlayamadığım bir adamın dediği gibi günümüzün en büyük ahlaksızlığının milliyetçilik olduğunu düşünmeye başlayacağız...

Hala kapalıyız. Bugün git yarın gel.

0 saçmalayan daha çıktı: