Pazar, Eylül 30, 2007

Aşçı divina

Pazar günümü mutfakta geçirdim. Sonuç mu? Buyrun...




Üstte patates ve karnabahar, altta ise burada görünmüyor tombik karnabaharlar yüzünden ama patlıcan ve kabak var. Pek lezizdi...

Bu ise kakao karışımlı kek. Şahane görünüyor yan tarafta kendisi.

Kahretsin; çok yetenekliyim, biliyorum :)



Hala mutfakta duruyorlar. Yemek isteyen varsa hemen gelsin yoksa özellikle de bu kek, kardeşlerim tarafından silip süpürülecek gibi görünüyor.

İyi haftalaar...

Cumartesi, Eylül 29, 2007

Google Moogle

"Bugün Google için ne yaptın?" gibi bir soruyla karşılaşabiliriz yakında, söylemedi demeyin. Soruya şimdiden cevap verip sıramı savmak istiyorum:

Bir arkadaşıma Google hesabını kullanarak Google Reader nasıl kullanılır onu gösterdim, anlattım. Artık ona da bulaştı.

Bu blog yazısını 2923789729873 kişiye forwardlamazsanız Google virüsü size de bulaşacak haberiniz olsun.

Sıkılmışım ben ya.

Perşembe, Eylül 27, 2007

Arpeggi

Lise zamanlarında yani 15-16 yaşlarındayken hayatını en çok ne etkiledi diye sorsalar, Radiohead derdim hiç düşünmeden. O zamanlarda ilk kez dünyada başka hiçbir düşünce tarzının, hiçbir akımın, hiç kimsenin beni etkilemediği kadar çok etkilemişti bu grup. Şimdi büyüdüm ve onlarla tanışmamın üzerinden 10-11 sene geçmiş. Hatırlıyorum da üniversite koridorlarında ilk iki senemde başka bir şey duymak istemediğim, nefret ettiğim okulum ve sevmediğim sınıf/okul arkadaşlarımın içinde beni her şeyden izole edebilen tek şey Radiohead'di. Sonra bir gün çok önemli bir anda bir dostumun bana telefonda tesadüfen dinlettiği müzik de onlarındı.

Şimdi aradan geçen onca zamana rağmen, burada mutfağımda oturuyorum. Küçükken onları nasıl bir hayret ve heyecanla dinliyorsam, onlardan çıkan yeni tüm şarkıları da hala aynı hayretle dinleyebildiğimi farkederek mutlu oluyorum. Küçüklüğüme damgasını vurmuş bir grubun beni bu yaşımda, artık hiçbir şeyin beni kolay kolay şaşırtamadığı bu dünyada böyle etkileyebilmesi, gözümü kapatıp eskiden beri içinde olduğum ve kendi çabamla kurduğum kozamın içinde hala çalıp duruyor olmaları, belki de hiçbir şeyin veremediği bir haz ve hüzün dalgası yaşatıyor.

Çok aşık olduğum bir adama ithaf ediyormuşçasına bana hala böyle yazılar yazdırabildiği için kendilerine hayranım... Onları dinleyerek geçirdiğim ve geçireceğim tüm anlarımın bu denli kendine özgü olduğu ve olacağını bilmek, bana bu grubu neden bu kadar benimsediğimi anlatıyor ve her seferinde onları hiçbir şeyle kıyaslamamam gerektiğini farkediyorum. Asırlar sonra birileri bizden kalıntılar bulacak kadar bu dünyanın içine edersek, bulunmasını istediğim ve burayı temsilen "dünya böyle bir şeymiş demek" denmesini sağlayabilecek bir şey olursa onun Radiohead (ve hatta onlar kadar içimde ayrı yeri olan Sigur Rós) olmasını isterdim...

İyi ki varlar; hep olsunlar; hiç susmasınlar...

"i'd be crazy not to follow
follow where you lead"

diyerek bu videoyu "Imagine Room"a armağan ediyorum...

Radiohead-Arpeggi

Jeff ve kapatılan sarı ışıklar

Jeff Buckley'in Forget Her'ü çalıyor odamda. Sigaramla oturuyorum. Bir de bu ekran ve klavye... Pencerem de açık. Dışarısı soğuk. İçerisi de soğuk. Bir şey dışında her şey soğuk.

Bu şarkıyı dinliyorum son yarım saattir sanırım. Eskiden ne diye dinlerdim, şimdi ne diye dinliyorum diye düşünüyorum. Sonra yine bir şeylere takılıyor aklım. Bakıyorum takıldıklarıma. Sonra Google denen şey ne güzel diyorum. Paranoyalarımı haklı çıkarıyor olması onu güzel yapan şey. Aklımdaki bağlantıların ne kadar doğru olduğunu gösteriyor bana. Bilginin ne kadar acımasız olabileceğini de. Sonra bu şarkı öyle bir fon oluyor ki o aydınlanma anında, öylece kalakalıyorum.

"Don't fool yourself" derken Jeff ben burada kendi kendime söyleniyorum. Sonra Ayça bu blogu okuyunca bana nooldu diyecek biliyorum diye düşünüyorum. Bir şey olmadı. Gece gece içimi döküyorum ama yine sadece benim anlayacağım bir şey yazıyorum. Kafanıza takmayınız...

Sonra işte, şiirlere takılıyor gözüm. Bir şiirlere, bir yazılara, bir de bir resme takılıp kalıyorum gecenin bu vaktinde. Bir daha görmek istemeyeceğim kadar içime yerleştirdiğim şiirler oluyor onlar bir anda. Görmek istemiyorum onları çünkü "forget her" diyor Jeff.

Telefonumun ışığı yanıyor, mesaj geldiğini görüyorum. Birisi bana nerede olduğunu söylüyor. Ben yazmak istediğim hiçbir şeyi yazamıyorum, konuşmam gereken hiçbir şeyi konuşmuyorum. Kuru bir mesajla karşılık veriyorum. Tek kelime güzel bir şey söylemek istemiyorum ama kötü bir şey de söylemiyorum. Sonra bu şarkıyı daha dinlememek üzere dinliyor olmayı diliyorum.

Sarı ışıkları severdim bir de. Şimdi sevmiyorum. Fesleğen de alacaktım kendime, onu da istemiyorum. Günümün Daft Punk'la keyiflenen kısmı dışındaki özeti budur sanırım...

İyi sabahlar.

Çarşamba, Eylül 19, 2007

"So I start a revolution from my bed"

Cidden de yatağımdayım. Kalkasım yok. Yattığım yerden yazacağım kucağımda laptop. Seviyorum bu gerizekalı Gallagher'ları. Neyse!

Ben kendi güvensizliklerimden, başkalarınınkinden, tolere etmekten, alttan almaktan, hayatımın herhangi bir yerinde beliren belirsizliklerden, iradesizliğimden, kararsızlığımdan, kararsızlığından, BEKLEMEKTEN, neyi beklediğini bilmemekten, her sabaha aynı soru işaretleriyle uyanmaktan,

her şeyden SIKILDIM!

Çok hem de. Had safhada, en üst noktada, en üst derecede... Daha başka ekstrem miktar belirten kelime varsa siz ekleyin oraya.

Sıkıntıdan her şeyi yapabilir haldeyim. Her şeyi yapabilirim. Sıkıldığım her şeyi kapımın önüne koyabilirim. O derece SIKILDIM.

Herkes bir çıksın gitsin işine baksın. Sonra, hayatlarında nerede olduğumu, beni nereye koyduklarını, benden ne beklediklerini ve istediklerini, bana neyi verip neyi veremeyeceklerini uzakta bir yerlerde oturup düşünsün. Herkes bir karar versin. SIKILDIM çünkü. Küçük bir çocuğun mızmız havası yok bu "SIKILDIM"larda. Gerçekten aklı başında bir insan "SIKILDIM"ı onlar.

"But don't look back in anger, I heard you say"

Salı, Eylül 18, 2007

Bozuk bir Eylül günü

Bugün bozuk.

Evet bozuk.

Ne yapsam olmuyor, ne desem eğreti duruyor, nereye gitsem sıkıntı, ne dinlesem anlamsız.

Sonra hayatıma paralel giden bir öykü var aklımda. O öykünün sonunda mıyım yoksa diğer öykülere atlayacak mıyım bilmiyorum. Koca bir mail atasım var birine. O birinin de canını sıkmak veya onu düşüncelere sevketmek istemiyorum. Olmuyor işte.

Belki sonra devam ederim. Belki. Sonra. Devam. Ederim. Bu noktalarla işim zor.

Salı, Eylül 11, 2007

Spiegel im Spiegel esintili bir yazı

Imagine Room'un renk değiştirdiği bir günü geride bıraktık.

Spiegel im Spiegel çalıyor burada mutfakta. Önümde yaptığım kış çayım, yanımda kedim, ellerim klavye üzerinde yazıp duruyorum. Bu ellerle daha güzel şeyler yapmak isterdim şu anda ama şu anda klavye üzerinde durmaları uzaklara dokunabilmenin tek yolu.

Hastayım ve hassasım. Çok hastayım ve çok hassasım. Hiç hassas değilmiş gibi davranıyorum. Sonra buna inandırıp, bir yerlere iz bırakıyorum belki bulan olur, beni içine daldığım her ne ise oradan çıkarabilir diye.

Sonra kaşınıp, hassaslığıma bakmadan, aldırış etmeden, açıyorum bir sitenin bir sayfasına bakıyorum canımın yanacağını bile bile. Okuyorum satır satır. İlk kez bu sayfayı okurken böyle hissettiğim anları tekrarlıyorum merakla. Nereye kadar böyle hissedebilirim, bu his daha ne kadar derinleşir diye meraklanıyorum canımın yanmasına aldırmadan. Okudukça canım daha çok yanıyor, küçükken gözümün önüne gelen bir imge canlanıyor... Bir çölün üzerinde hafif rüzgarda salınırken kaktüsler çıkıyor dikenleriyle yerin altından. Sonsuz diken bir taraflarıma batıyor. Hissizleşiyorum artık ama o kadar çoklar ki canımı yakmaktan çok ağrıtıyorlar her bir yanımı. Tek tek okuduğum o kelimeler de tek tek canımı yakarken, bir araya geldiklerinde beni hasta edecek kadar ağrı yaratıyorlar bedenimde. Şu anda onları tek tek hissetmiyorum belki ama tüm ağırlıklarıyla üstümdeler. Bir kaç parçaya ayrılmışlar hatta. Bir kısmı alnımda, aklımın içinde; bir kısmı boğazımda, orayı ağrıtıyorlar, söyleyemediklerim olarak; bir kısmı da göğüs kafesimde, bir türlü öksürmek ve dışarı atmak istemediğim o his yoğunluğu gibi kalbimde. İyi bir ağrı kesici, ateş düşürücü, sinüzit yokediciye ihtiyacım var. Hepsi tek bir tabletle halledilebiliyor aslında ama ilaca dememişler ki sen bu işe yarıyorsun diye zamanında. O da bilmiyor tabii, işlevsiz işlevsiz duruyor bir kenarda kendinden habersiz.

İnsanların da yapabileceklerinin farkına varmadan yaşayıp gitmesi ne acı bir şey... Biliyor olup da kılını kıpırdatmayanlar, korkanlar, yapabilecekleri değişimlerin sorumluluğunu almak istemeyenler diye uzar gider bu liste. Susuyorum o yüzden gerek yok değinmeye daha fazla.

Aklım çok karışık. Yazıp yazıp siliyorum bir çok şey yine. Son hasta olduğum zamana gidiyor hafızam hatta ara ara. Bana bakan bir adamı anımsıyorum. Uzun süredir görmediğim bir adam. Bana, okuduğum o başkasının kelimeleri ve cümlelerini söylemiş olan adam. Şimdi ben onları söylemek isterken, birilerinin bana bunları fısıltıyla bile olsa söylemiyor oluşu pek garip geliyor.

Alışıyor ama insan... Alışkanlıklara alerjik olan insanlardansanız da bir süre sonra şimdi bana olduğu gibi hastalanıyor, ağlamak istiyor, sinirleniyor, homurdanıyorsunuz. Sonra o da geçiyor... Her şey değişiyor ama alıştığınız şeyler hep aynı kalıyor.

Çarşamba, Eylül 05, 2007

r.s.v.p.

madem burasi obviouslajtirdan daha obviouslajtiran bir sayfa oldu, madem divina testi yaptı, madem bana da post girmem konusunda baskı yaptı o halde neden dedim colorquizi ben de yapmiiim, buraya yazmiiim, şaşkınlıktan gebermiim bide kopipeyst öncesi.

buyrunuz:

Your Existing Situation

Feels obstructed in her desires and prevented from obtaining the things she regards as essential.

Your Stress Sources

Disappointment and unfulfilled hopes have given rise to an anxious uncertainty, while doubts that things will be any better in the future lead to the postponement of essential decisions. This conflict between hope and necessity is creating considerable pressure. Instead of resolving this by facing up to making the essential decisions, she is likely to immerse herself in the pursuit of trivialities as an escape route.

Your Restrained Characteristics

Willing to become emotionally involved and able to achieve satisfaction through sexual activity.
Feels that she is receiving less than her share and that there is no one on whom she can rely for sympathy and understanding. Pent-up emotions and a certain egocentricity make her quick to take offense, but she realizes that she has to make the best of things as they are.


Your Desired Objective

Desires a tranquil, peaceful state of harmony offering quiet contentment and a sense of belonging.

Your Actual Problem

Disappointment at the non-fulfillment of her hopes and the fear that to formulate fresh goals will only lead to further setbacks have resulted in considerable anxiety. She is trying to escape from this into a peaceful and harmonious relationship, protecting her from dissatisfaction and lack of appreciation.

Your Actual Problem #2

Tensions and stresses induced by trying to cope with conditions which are really beyond her capabilities or reserves of strength have led to considerable anxiety, and a sense of personal (but admitted) inadequacy. She seeks to escape into a more peaceful and problem-free situation, in which she will no longer have to assert herself or contend with so much pressure.

Colorquiz ve çılgın yorumları

Bu aralar yeniden saldırdığım colorquiz adlı sitenin yine günümü aydınlatan bir yorumunu yazayım istedim. Siz de bakınız, faydalanınız:

Your Existing Situation
Needs, and insists on having, a close and understanding relationship, or at least some method of satisfying a compulsion to feel identified.

Your Stress Sources

Has lost the resilience and strength of will necessary to contend with existing difficulties, which appear to her as deliberate opposition. Stands her ground, but is subjected to intolerable pressure. Needs cooperation and emotional fulfillment and feels that, in their absence, there is nothing she can do to improve the current situation. Wants to 'get away from it all' quickly.

Your Restrained Characteristics

Clings to her belief that her hopes and ideas are realistic, but needs encouragement and reassurance. Applies very exacting standards to her choice of a partner and wants guarantees against loss or disappointment.

Becomes distressed when her needs or desires are misunderstood and feels that she has no one to turn to or rely on. Egocentric and therefore quick to take offense.

Your Desired Objective
Badly in need of rest and relaxation, freedom from conflict, and the chance to recover. Wants to protect herself against destructive and exhausting influences. Longs for security and freedom from problems.

Your Actual Problem

Anxiety and a restless dissatisfaction, either with circumstances or with unfulfilled emotional needs, have produced considerable stress. She tries to escape from these into a conflict-free security in which she can relax and recover.

Your Actual Problem #2

The tensions induced by trying to cope with conditions which are really beyond her capabilities, or reserves of strength, have led to considerable anxiety and a sense of personal (but unadmitted) inadequacy. She attempts to escape from this into a stable and secure environment in which she can relax and recover, free from any further demands on him.

Salı, Eylül 04, 2007

Sonbaharın İlkgünleri Analizleri

Ayça'yı bugünden itibaren özel "İfade İşleri Bakanı"m ilan ediyorum kendi dünyamda.

Hem bugün ilk kez "tiki üçlü"sü içinde yer aldım. Çok heyecanlandım; hatta heyecanlandık. "Bir gün bir kızıl, bir esmer, bir sarışın üç tiki kız geziyorlardı Tunalı'da" cümlesindeki esmer olandım. O anı fotoğraflayıp ölümsüz kılmalıydık ama düşünemedik. Bu üç renkte yanyana yürüyen kızların neden bir şeyleri düşünemediğini yaşayarak öğrendim; tek başıma kalınca da farkettim. Artık onları suçlamıyorum. Kendiliğinden oluyormuş meğerse...

Onun dışında da yeni br şey yok mu? Var tabii... Yeni tanıştığım Elif'e yanımda oturan bir Boğa erkeğini neden ilk tanışmamızda sevmediğim konusunda açıklama yaparken kendimle ilgili farkettiğim başka bir şey oldu; üzüleyim mi sevineyim mi bilmiyorum... Şöyle ki, eğer bir erkek yanımda garip bir şekilde sürekli espriler yapmak zorunda hissediyormuşçasına zoraki şoparlıklar yapıyor ise, o erkeği sevemiyorum ben. Nedeni ise, sanki o adam kendisinde saklı tutmaya çalıştığı bir şeyler varmış da, konuşmalar derinleştikçe konu o sakladıklarına gelmesin diye bu kadar espri yapıyor ve konuşuyor böylelikle hem odağı kendinde tutuyor kimseye çaktırmadan, hem de istediği konular üzerinden hafif ve rahat bir konuşmanın liderliğini elinde tutarak başkalarına başka bir konu açma fırsatını vermiyor gibi gelmekte bana. Halbuki biz kimdik ki kendisiyle ilgilenelim edelim. Tabii sevgilisi karşısında oturuyordu ve sanırım kız bir süre sonra o adamdan kaynaklanacak sıkıntıların eşiğinde olduğunun farkında değildi. Üzüldüm onun için işte o an tüm bunları aklımdan geçirirken. Bu yüzden çok espri yapan, gereksiz yere konuşmanın tüm iplerini elinde tutan, gereksiz noktalardan insanları güldürmeye çalışan erkeklerden uzak durunuz; durdurunuz; durayım hatta ben de. Konuşacak bir konu varken gülümsemenin de gülümsetmenin de bir manası yok. Aklınızda olsun.

Bugünlük bu kadar sanırım. Zaten saat 00.00'a kadar da bir şey yazmak istemem. Sonrası için yarını beklerim; beklemeyi severim.

Pazartesi, Eylül 03, 2007

Yaz Bitti, Yaşasın Sonbahar!

Öyle işte. Bitti.

İlk kez bu yazın bitmesini istememiştim oysa ki. Heyecanla beklenen zamanların geride kaldığı bir yazım hiç olmamıştı belki de bu zamana dek. Bundan sonraki yazları da aynı heyecanla bekler miyim bilmiyorum ama bir zaman makinem olsaydı şimdi, belli günlere, anlara geri dönmek isterdim sanırım. Önce bir Temmuz gecesine, oradan da özlenen bir şehirdeki bir başka ana...

Şu anda başlayan I Want You isimli The Clientele şarkısı ise sanki içimi okuyormuşçasına sürüp gidiyor. Hemen sözlerini yazayım:

but i’ll never sleep like this
with all the yard just stirring in my mind

as the evening rises up and falls now
i’ve got something on my mind

and i see you’re working on a tuesday
back with no relief

and i see i’m walking everywhere
among the drifting leaves

and i want you more than ever
and i want you still forever
but i’m waiting for the very last departing train

and the night has come so softly
to this afternoon of memory
listen to my words just fade away

la da da da ...

and i want you more than ever
and i want you still forever
but i’m waiting for the very last departing train

and the night has come so softly
to this afternoon of memory
listen to my words just fade away

la da da da ...

here with douglas crecent on my mind

Susuyorum. Konu hakkında bir şey demeyeceğim. Seviyorum ve özlüyorum. Sırf bu yüzden bile mutlu olmalıyım zaten.

Sonra işte, bir de bir defter var, içini rengarenk kelimeler ve ifadesiz resimlerle süslemek istediğim... Yazamıyorum ona. O yüzden burada pratik yapıyorum. Gereksiz şeyler yazdığımın farkındayım da. Ama olsun. Dursunlar. Anları zamandan çalıp kilitlediğim odam ne de olsa bu.

Eylül sarı yapraklarını herkesin saçlarına kondursun, saçlar uçuşsun, yapraklar ağaçlardan değil de saçlardan dökülsün...

Cumartesi, Eylül 01, 2007

...

Tek bir şarkıyla insan bir anda yerle bir olabilir mi? O şarkı gidilmemiş, değerli bir konserden Stand Inside Your Love ise evet... Daha ne olabilir ki?

Çılgınca aynı anları yaşadığım bir Akrep kızının telefonu ile duyduğum Billy'nin sesi, beni taaa derinlerde bir yere götürdü. Açmasa mıydım acaba o telefonu diye düşünmeye bile başladım ama tabii karşı koymak imkansızdı. Telefondaki Esther yazısını görür görmez biliyordum telefonun diğer ucundaki sesin ne olacağını.

Neyse işte...

Kendime gelmem lazım. Bu anı unutmadan, sıcağı sıcağına yazayım istedim hatırlatma işlevselliğinde. Ama unutmam ben, bilirim.

Umarım bir yerlerde iki farklı şeyin bir araya gelmesi beni daha da olumsuz başka şeylere yönlendirmez. Aklımdaki görüntüler pek de hoş değil çünkü daha şimdiden.

İyi geceler.

o.g.i.v.o.s.v.o.d.b.s.i.