Bu aralar ne çok şey yazmak istiyorum diye şaşırıyorum.
Balkonda oturup, müziğini dinlemek bu aralar pek keyifle yaptığım şey... Yazı bu yüzden seviyorum (zaten başka bir nedeni olmadığından sevmiyorum diyorum). Mesela bir de bu Pazar, Tuğba, iPod'um ve minik hoparlörleri ile bir parkta vaktimizi geçireceğiz gibi görünüyor. Dün bu fikir bizi oldukça heyecanlandırdı. Güneşin yüzümüze gözümüze girmediği bir öğleden sonra diliyoruz bunun için de... Umarım.
"was it loneliness that brought you here
broken and weak
was it tiredness that made you sleep
have you lost your will to speak
was the earth spinning round
were you falling through the ground
as the world came tumbling down
you prayed to god what have we done"
diyor şarkı. Tuğba'nın anlattığı o hikayedeki bir kare gözümün önünde canlanıveriyor bir anda. İlk kez bu kadar benzettim birinin anılarını benimkilere... Bir anda aklına esivereni yapan ve bu yüzden yerini yurdunu terketmek için çırpınan, buna rağmen olduğu yere hep takılı kalacağını bilen bir trajedi kahramanı o kız. "O"na "gideceğim ve beni aramayacaksın bir süre" dedikten sonra tek bir söz ile kalacağını bilmek ama hep gitmek istemek... O sözü duymayınca çekip gitmek ve kayıp geçen bir kaç günden sonra, "O"na geri dönmek ve utandırırcasına sevilmek, hoşgörülmek, şefkatle okşanılmak (bu iki kelime hep bir arada kullanılacakmış etkisi yaratmıyor mu?).
Hayatlar ilginç yerlerde kesişip, ilginç yerlerde ayrılıyor sanırım ve bu dünya bu kadar güzel olan hiçbir şeyin sürmesini kaldıramıyor... Sonra "rüya" deniyor onlara.
sesli meram 489 -- վիճակվել
2 gün önce
0 saçmalayan daha çıktı:
Yorum Gönder