Salı, Mart 28, 2006

"imagine our imagine room"

sigur ròs dinliyorum gözlerim kapalı... berbat bir akşamı bu hale çevirebilecek tek şey bu olmalı. çünkü durumn berbatlığının aslında hiç de o kadar berbat olmadığının kanıtı bu şarkılar... daha berbatları olmuştu. arada geçici hafıza kayıplarımda -ki bu kayıplar "yükselen ikizler modum"la alakalı- hatırlatıyor bana bu şarkılar o zamanları. az önce birinin (yeni birisi-sevan) kullandığı bir tabirle "bunalım denizlerinde boğulmuş" olduğum o eskiiii zamanları.

ipek'cim (cracker) londra'da bu beyefendilerin konserinde. konseri bölüm bölüm ben de dinledim telefondan da olsa. bu bile harika bir histi; orada olsam ne hale gelirdim düşünemiyorum. en basitinden sanırım bir köşede oturup bağdaş kurmuş bir halde ellerim başımın iki yanında onları izleyip gözyaşları akıtırdım diye düşünmekteyim.

evet çok güzeller...

bu arada ipek'e "imagine our imagine room" deyivermiştim konser sırasında ona attığım mesajımda. ne kadar ilginç ki bizim hayal etmemizi sağlayan bu canlı kanlı "imagine room" bir sokak ötemde yeni sahiplerini(sahip mi? hmmm düşünmek lazım) ağırlarken, biz onu hayal ediyoruz benim kulağımda ve ipek'in beş duyusunda sigur ròs... resim içinde resim gibi.

sıkıcı bir gün ama iyi bir son...

"good weather for sigur ròs" diyerek noktalıyorum bu yazıyı.

Cumartesi, Mart 11, 2006

PUST GRIBI

odaya mikrop getirdim.
affedin baska carem kalmadi. bir hafta antibiotik, binbir vitamin, portakal, sicak caylar, kabuslar derken, tam da sadece kuru ve gicik bir oksurukten baska birsey kalmamisken, daha antibiotik maceram biteli, ve mikroplarimdan sozde arinmam tamamlanali 3 gun gecmisken bu sabah kocaman kocaman bademciklerle uyandim.
evde herkes hasta. birbirimize dolastira dolastira "hastalik" bayrak yarisi misali uzun sureler hayatta kalmayi planliyor gibi.
hastayim yine. cok kizdim bogazima.
chakra geyiklerini hatirladim...hmm demekki bisileri ifade etmekte mi tikaniyor oldugumu soylemeye calisiyor simdi bu beden??? diye iki saniye dusunuverdim.
iki sene kadar once "gitsin grip yatsin evde bana ne!!! ben cikicam kardesim!!!" enerjikligimi hatirladim, ve sanirim ayni noktaya gelicem bugun de.
yeter!!!!!!!!cunku.
buraya "ifade" olsun diye yaziyorum, hani ne biliim belki ije yarar, antibiotik kurtarmadi "alternatif tip" olarak imagine room'u deniyim diye.
bide simarmak adina tabi.
hastayim. comfort food'um olurmusunuz sevgili imagine room sakinleri?? anne anne simartip, portakal soyup getirirmisiniz?? sicak bir corba yaparmisiniz?? uhuhuhuuhuh diye aglarsam cekermisiniz beni?
burdan size bulastirmam umarim :)
saglikli gunler dilerim.

Perşembe, Mart 09, 2006

Cracker wrote a poem today

only happy when it rains... said a girl once.
I remember those lines when listening the song and it's heavily raining outside
like pins and needles hung on the sky.
roads are black rivers...they come and go. and redlights shine upon my window, thru my eyes.

this is not a poem for flowers.
just a day in the rain.
a day in the rain.

ceiling is so close to touch, but you never know if it worths to raise up high your hand.
when the soil gets soaked as clouds already did,
It's the time to lay on the floor and watch how much your finger is away from it.
a body on the floor... laying back, with arms wide open.
welcomes the tears of clouds falling down to face behind the glass ceiling...

this is not a poem for raindrops.
just a day in the rain.
a day in the rain.

Salı, Mart 07, 2006

Kişisel Ke[ş]/[y]if Notu! (a tribute to Cracker)

az önce ipek'le -cim- konuşurken çok güzel bir tanım yapmış olduğumu gördüm bir anda ekranda.

şöyle demişim:

"yeni bir şey öğrendiğimde değil de, yeni bir şeyi "yeni" olarak algılamayıp, geçmişteki bir "artık eski"nin devamı olarak görüp aradaki bağlantıyı ve hatta o "artık eski"nin ne olduğunu bulunca/farkedince heyecanlanıyorum artık."

ipek de bu cümlenin ne kadar "yay" olduğunu söyledi ve hemen ardından şunu dedi:


"... tamm kafandaki şeyi deli akışkan ve saf bir şekilde anlatabiliyoruz falan..."

evet bu.

acısarıüstünesiyahkelimeler

bu aralar aklıma gelen şeyler bana ilginç geliyor ve bu, ne zamandır özlüyor olduğum şey: heyecanlanmak! kendi fikrine orijinal fikir muamelesi yapmak. yanılsama da olsa, arada yanılsamaların büyüsüne kapılabilmek ve hatta "orijinal" diye bir şeyin varolduğunun kanıtıymış gibi duran bir anla karşılaşmak...

mesela geçen gün media player'da müzik dinlerken -ki ipek nam-ı diğer "cim" şimdi "cıkcıkcık" yapacak media player'da müzik dinlediğimı tekrar okuyunca burada, duyuyor gibiyim hatta sesini- görsel öğelere gözüm takıldı bir anda. o sıralarda kafamı meşgul eden kandinsky'nin müzik temalı resimlerini bir anda o öğelerin üzerine yerleştirdi aklım ve ta daaa. bir farkettim ki, kandinsky bey yüzyıl başında bu görsel öğeleri tuallerine yansıtmaya çalışmış sinestezi hastalığının yardımıyla biraz da. şimdi dirilse bu adam, görse bu media player'ın, winamp'in yaptığını, ne derdi acaba? önce çok ilgisini çekerdi, "ölümünden bu yana sanat" bağlamında bilgilendirildiğinde sanırım kafası önce allak bullak olur hemen sonra da küfrederdi rusça rusça teknolojiye, sanata.

bir yandan da az önce messenger'da listemde korkunç bir kişisel ileti bombardımanı vardı. görmeniz lazımdı. herkes bir şeyler yazmış. herkeste bir mesaj kaygısı. ben boş durur muym tabii. yazdım ben de hemen nüktedan ama kendi kendini eriten bir şey.

divina- mesaj kaygılı kişisel ileti alanı

neyse işte efendim... bir yandan bunlarla yoğrulan beynim "kişisel görüntü resmimi" mark rothko'nun bir resmi yapmamla bir uyanış daha yaşadı. daha doğrusu zaten farkında olduğum bir şey için sanki doğru kelimeleri bulduğumu hissettim. mark rothko denen, bu aralar taptığım, adam aslında bu "kişisel ileti alanı" dediğimiz, interaktif boşlukları ilk keşfedenlerdenmiş. onun o renk bölünmeli resimlerinin, izleyiciyi sanat üretimine dahil etmesi, onu, dönemin avantgardelarından biri haline getirmiş. barnett newman, bazen henri matisse ve clyfford still... şimdi eğer biz blog tutabiliyorsak ve "kişisel ileti alanları"mız var ise bunu, bu adamların "msn"'in, "blog"un, "hipermetin"lerin, "metinlerarasılık"ın akıllara bile gelmediği o zamanlarda yaptıkları resimlere yerleştirdiği boşluklara borçluyuz gibi geliyor bana. onların sanat yapımına dahil ettikleri izleyicilerin çocukları olarak hala varolduğu kanıtlanmaya çalışılan ve bu yüzden zamanında ve hala, bir pisuarla, bir öbek bokla veya bir ton boyayla rezerve edilen boşlukları dolduruyoruz bu ileti alanlarında, blog sayfalarında.

ben şimdilik yeteri kadar boşluk doldurduğumu varsaymak istediğim için bu yazıyı burada bitiriyorum.

saygılar, sevgiler efendim...

günün "word verification"u: snhyzlar

"sonyazılar" demek istemiş sanki ama...

Formula

(ex)ⁿ . imagineroom = {lim √ placebo + ∑ sigur ros} x {∫the doors - drugs . 3(rolls)}
→ ∞

[ ∂(jazz) . ∂(backgammon) . ∂(redwine) . ∂(sucuklu omlet) . ∂(karsibakkal])


- [f(divina) + f(cracker) + f(hoca) + f(n)ⁿ ] / f(woody) + f(nora)

Pazartesi, Mart 06, 2006

Günaydın

Bakıyorum da martı getirememiş bizim oda. Bu ayı da ben açayım. Güne erken başlamak diyordum. Güneşle aynı anda doğmak diyorum yine bu sabah.
Neyse herkes yeni yeni uyanırken martın kahvaltı masasını ben kurayım:
(Burada "1 gr akıl, 2 gr şans" gibi kavramlar kullanıp zekilik yapmak vardı. Düşündüm de hoşlanmadım.)
Çayı ateşe koydum,
2 ekmek,
peynir (beyaz ve kaşar),
kaymak,
reçel (ne olursa),
bal,
zeytinyağlı domatesli (akdenizvari) salata,
ortaya karışık omlet,
doymayanlara birer salamlı kaşarlı tost.

Yalnız masada yemek şart - "odama alırım" diyecek olan aç kalır.
Ya da şöyle diyelim: Bu yemekler sadece bu odada varolabilir, dışarı çıkınca puf diye sönüverir.