Salı, Aralık 01, 2009

"I've gotta tell you what a state I'm in"


Bugün uzun süredir yapmadığım bir şey yaptım ve yazmam gereken yazıları yazdım ve hatta şu üzerinden üç ay geçen Moderat röportajını hazırladım. Son birkaç gündür üzerimdeki ölü toprağı attıysam ne ala.

Tam o ölü toprağı atmaktan bahsederken, tam şu ilk fotoğrafta görülen balonun yanında, beyaz binanın önündeki ufak, karavandan bozma açık hava mekanında defalarca dinlenmiş, hatta kulağımıza çalınmasıyla bizi yerimize çivileyen ve saatlerce aynı yerde oturtmuş, saatlerce konuşturmuş ve her nasılsa Prag'ın en güzel anlarını yaratmış albüm olan Coldplay'in Parachutes'u düştü aklıma. Şu anda bilmiyorum kaçıncı defa Parachutes dinliyorum ki bilgisayarda bile yokmuş bu albüm. Tamamen unutmuşum. Ama hype machine sağolsun, bana yardımcı oldu.

Bazı anlar var işte o gün saat 5'ten gece 1:30'a kadar aynı yerde oturacak kadar çok sevdiğiniz. O anı bozmamak için elinizden gelen her şeyi yaparsınız ama zaman öyle acımasızdır ki, mutlaka yapmanız gereken işlerin, üzerinize binen sorumluluklarınızın olduğu bir noktaya getirir sizi. Halbuki sizi bıraksalar o anda günler, aylarca orada, o anda kalırsınız veya çok güzel görünen o pastayı yemeyip yanında yatarsınız. Sonra A.C. bizi gelip olduğumuz yerden kaldırdı da, zamanı hatırladık, yaşamın tüm güzellikleri bir anda çöpe attıran kötü tarafını gördük. Ertesi gün erken kalkmak gerekiyordu. Röportajımı yazmam gerekiyordu. Heyecanımı bastırmam gerekiyordu. hayatımın en mutlu anları için kendimi hazırlamalıydım vs. Ama olsun işte. Coldplay'in Parachutes'u, A Rush of Blood to the Head'i ve Massive Attack'in Mezzanine'i o an o kadar şahaneydi ki. Sayısız insanın o nehir kıyısına gelmesi, çocukların nehre taş atması, sevgililerin başkalarına makinelerini verip fotoğraflarını çektirmesi, birbirleriyle öpüşmesi, çeşit çeşit su aracının turistleri gezdirmesi, çıkardıkları hırıltılı ses, arkamızdaki koca beyaz balona 15 dakikası 45 euro bayılan turistlerin 45 metre yükseklikten Prag'ı izleyişini izlememiz, rüzgar saçlarımı yüzüme doğru savururken gün batımını seyre dalmak, binaların üzerindeki güneşin son ışıklarının düşüşünü detaylarda görmek, iki saat bisikletle gezmenin ve akabinde sürekli olarak içilen Staro Pramen'lerin bacaklardaki yorgunluğu hafif bir sızıya çevirmesi... O günkü saat 17:00 - 01:30 arasını her hatırladığımda boğazımda bir şeyler düğümleniyor. Coldplay'in ve Massive Attack'in o albümleri yapmasının sebebi bizim o anları yaşamamızmış meğer.

Şimdi gerçekte (sanki o zamanlar hayalmiş gibi, şimdiki hayatıma, rutin olan duruma "gerçek" olarak refere etmek, "Reality Bites" adlı filmi çok ufakken izlemiş olmamla alakalı mıdır ki acaba?) aslında hiç de öyle anlar yaşamıyor oluşumun ağırlığı ara ara çöküyor üzerime. Bu da o anlardan biri herhalde. Bugün bu türden bir hissiyatı öğleden sonra da yaşamıştım. O zaman Dirty Projectors'ın Bitte Orca'sını dinleyerek durumu kurtarmıştım. Şimdi de öyle yaparsam, bu yazıyı daha fazla uzatmama gerek kalmayacak ki hiç de niyetim yok.

Hadi görüşürüz.

0 saçmalayan daha çıktı: