Perşembe, Aralık 17, 2009

" 'Til single spark ignites them to new light "





Bu Apparat kişisinin tacizlerini hatırlıyorum da, bir inmedi aşağıya ona sinirleniyorum. İnseydi hemen yapışırdım kendisine. Hatta bir kısmını bu yazının başlığı yaptığım Birds'te öyle güzel yazmış ki o sözleri, Meriç'in "Apparat'a 'Do you believe in love?' diye sor, çünkü inanmayan adam böyle müzik yapamaz" demesini çok iyi anlayabiliyorum. Sanki kalbimi okur gibi:

"Your heart's
a messy place
A giant
garbage dump
for all the feelings
you can't handle
That's where you
bury all of them
and wait 'til they decay

'Til single spark ignites them
to new light"

demiş mesela. O yüzden artık hocası bir gün ona demiş ki "Yavrum bundan sonra senin adın 'kalp okur-yazar' olsun." İyi demiş bence, çok mantıklı. Böyle güzel bir adam (bazıları elektronikçi hipster diyerek kıskanıyorlar ama) ve böyle güzel şarkıların tam da ruh halimin böylesine güzel olduğu ve sürekli sırıttığım bu zamanlarımda kulağıma çalınmasını itunes ve ekibine borçluyuz. Arada olur ya hani unutursunuz bir şarkıyı, sonra duyunca aniden, takılıp kalırsınız bir sonraki unutkanlığın başladığı ana kadar. Bu da öyle bir şey.

Unutmak demişken bir de, unuttuğum bir şeyler vardı bir yerlerde. Sanırım hafif hafif hatırlamaya başladım onları. Bu ara telefonum kulaklara yapışıyor belli vakitlerde. Sabah saat 7.30'un gelmesini istemek gibi bir alışkanlık sahibi oldum. Gecenin bilmemkaçında kurulmuş telefon alarmı, tekrardan uykuya dalacağımı bilsem bile öyle güzel geliyor ki kulağa. Tabii burada alarm sesimin Morning Bell olmasının da payı var. Thom'a her zamanki gibi teşekkürlerimizi, sabahları daha da çekilebilir kıldığı için öpücüklerimizi gönderiyoruz tabii. Ama artık bazılarımıza daha çok.

Cuma, Aralık 11, 2009

The XX - Fantasy

Bu sene beni en etkileyen şarkılardan birisi, attığı son dakika golüyle beni kendine bağımlı kılan The XX'e ait. Dinleyin bence. Sence?

U Vejvodu


View Larger Map

Perşembe, Aralık 10, 2009

Portishead - Chase the Tear

Twitter'ı niye kullanıyorum diye daha bugün düşünürken, cevabını az önce buldum. Yine bir anda dinleyeni kara deliğin içine atarcasına sonlanan, yeni Portishead şarkısının haberini vermiş listemden biri, sağolsun.

Portishead - Chase The Tear from Mintonfilm on Vimeo.

>

Beth, ben öleyim sen ölme. Ama yine tüm dünyanın yükü sırtındaymış gibi iki büklüm şarkını söyle rica ederim.

Salı, Aralık 08, 2009

These New Puritans - We Want War

Bu yeni püritenler de pek alem. Fütürist olmaya karar vermişler, hep bir ağızdan savaş isteriz diye bağırıyorlar. Saçmalamak bir kenara, bu videodaki kadar kaliteli saçmalayabilmeyi isterdim. Son zamanlarda gördüğüm en ilginç klip ve şarkı. Kendileriyle ilgili bir yazı yazma isteğindeyim. Bakalım...

Pazartesi, Aralık 07, 2009

Atlas Sound - "Attic Lights" by La Blogotheque

Fransızları tek sevdiğim zamanlar La Blogotheque izlediğim anlar. Air, Justice ve Sebastien Tellier... Sizleri de tenzih ediyorum.

Atlas Sound - "Attic Lights" - A Take Away Show from La Blogotheque on Vimeo.

Pazar, Aralık 06, 2009

Jónsi - Boy Lilikoi

Yılların Sigur Rós delisi ben, artık bu saatten sonra grubun albüm çıkarmamasını dileyecek hale geldim. Yeter yahu aynı çığlıklarla, ritmi aniden artan ve dinleyeni heyecanlandıracağını düşündüğünüz pop şarkılarınızla, yunusa benzeyen Jónsi sesinin artık ancak bir bebeğe sevimli gelebilecek bayat ve fazla öngörülebilir iniş çıkışları ile daha ne kadar hipsterların kalbini çalmaya çalışacaksınız. Ayrıca hipsterlara bulaşmak, onlara yaranmak da niye diye sormak isterim kendilerine. Mis gibi post-rock yapıyordunuz, aaah ahh. Ben onları böyle değil şöyle sevmiştim :/

Bir iki gün önce mail kutumda Jónsi'den gelen bir mail buldum. Albümü çıkacakmış 22 Mart 2010'da "Go" adında. O albümden ilk çıkan şarkıyı lütfen indir diyor. Ben de dediğini yaptım bir umut güzel bir şeyler dinlerim uzun süre sonra kendisinden diyerek. Hep bu Alex yüzünden sevgi kelebeği oldu çıktı başıma bu adam. Sevmedim tabii. Şu sevmediğim, adını bile hatırlamadığım son albümdeki şarkıların bir kopyası olmuş. Lütfen bir arada bir şeyler yapacaksanız bu Jónsi'nin şarkısına benzemesin yaptığınız, zira ben beni üzmeyince sizi müzik yapmıştan saymıyorum.

Cumartesi, Aralık 05, 2009

Animal Collective @13melek

Daha birkaç saat önce Prokofiev izlerken, hislerime dokunamayan müziği dinlemek ve hatta izlemenin ne kadar can sıkıcı olduğundan, ruhumu daralttığından bahsettim yanımdakilere gözlerimde nefret, içimde sıkıntıyla.

13melek (Y.) de bu güzel günde hislerime tercüman olmuş ve Animal Collective hakkında yazılmış/yazılacak en doğru yazıyı yazmış. Zamanında konuşmuştuk, sonunda yazıya dökmüş bunları. Şimdi sağda stalkerlığını yaptığım blog listesinde görmezsiniz diye buraya ekleyeyim dedim.

Ellerine sağlık, oh be!

http://13melek.blogspot.com/2009/12/animal-collective.html

Cuma, Aralık 04, 2009

Videotape Remixes

Trespassers William ve arkada Glissando insanlarının vokali ile Videotape. Hanımefendiyi çok kıskanıyorum.


Bu da sağolsun, drwarp'ın bana önerdiği bir cover idi: Darkstar'ın Videotape'i.



Hangisi daha güzel bilemiyorum.

Radiohead - Thumbs Down + Entanglement

Saatlerce Radiohead. Sadece 3 saat canım, ne var. Günlük Radiohead'imi de ekleyeyim buraya ki darılmasınlar. Merak etme Thom, en çok sizi (seni) seviyorum. Yarın akşam Random'a bekliyorum.

Jonathan Boulet - A Community Service Announcement

Sydney'li 21 yaşındaki Jonathan Boulet'ten indie pop'un en "catchy"sinden bir ilk şarkı ve onun videosu. Avustralya'dan çıkıyor muydu böyle şeyler? Burada sözü Muzo'ya bırakıyorum.

Grizzly Bear - Cheerleader (Neon Indian remix)

Neon Indian bu senenin en başarılı albümü olarak kabul ettiğim Veckatimest'in 5 numarası Cheerleader'a harika bir remix yapmış. Bir de 5 ne güzeldir 12 ile yanyana gelince. Utanmaz biriyim.

Fanfarlo - Reservoir


Bu yaz o heyecan ve hengamenin içinde dinlerken çok sevip, yazayım deyip de unuttuklarımın arasında Fanfarlo da vardı. Local Natives ile yakın zamanlarda dinleyip, birbirlerine benzetmişliğim de olmuştu hatta. İsveç'li Simon Balthazar'ın kurmuş olduğu Londra menşeili bu grup, her nasılsa pek de etrafta gördüğüm bir grup değil. Her nasılsa diyorum çünkü Reservoir adında Amerika'da kayıtları yapılmış ve Şubat 2009'da çıkmış olan başarılı bir albüm çıkardılar. Sonunda Stereogum'da rastladım kendilerine az önce. Hatırlamışken de bir iki bir şeyle yazayım istedim.

Fanfarlo İsveç'li kafaların aslında ne kadar da yetenekli olduğunun bir göstergesi. Aslında günü güzelleştirmek dışında çok da farklı bir iş yapmamışlar Reservoir'da. Öyle değişik, insanı o sırada olmak istediği veya kesinlikle bulunmak istmediği durumlara sokup çıkarıp maymuna çevirmiyorlar. Sadece gün içinde sürekli dinlenirse, her işinizi tek tek zevkle yapmanızı sağlayabilecek o enerjiyi sağlıyorlar ve bunu da enstrümantasyon olarak Arcade Fire'a ve hatta yer yer Beirut'a benzeyerek yapıyorlar. Arada kendi sitelerinde tuttukları bloglarına bakmak gerekiyor zira eğlenceli insanlar. Müziklerindeki "hiçbirşeyyapmadanyerindeduramamak" hali aslında grup üyelerinin ruh halinin bir yansımasıymış, o blogda bunu görüyorsunuz. Pek sevimliler. Dinleyiniz.

Fanfarlo - I'm A Pilot

The Black Cab Sessions - Fanfarlo

Eluvium - The Motion Makes Me Last


Uzunca bir süredir reader'ımdaki müzik sitelerini ziyaret etmeyi bırakmıştım. Bugün sabah sabah temizlik yapıp, elimde kahveyle bilgisayar başına oturduğumda bir hevesle hepsini dolanmaya başladım. İlk gördüğüm ise harika bir haber oldu.

Duyduğum anda büyülenmiş gibi dinlemeye başladığım Eluvium, yine sesleri dantel gibi işlemiş, bize de bu el işi ses nuru örtüleri televizyonun, bilgisayarın üzerine örtmek kalmış. 23 Şubat'ta çıkması planlanan Similes adlı albümden ilk şarkı yayınlanmış. Bu sefer Portland'lı Matthew Cooper'ımız sadece güzel kafasıyla değil sesiyle de kulaklarımızın pasını silecek gibi. Şarkıyı gördüğüm yerde, dinlerken gözlerinizi kapamanız ve mutluluğa ulaşmanız tavsiye ve garanti edilmiş. Ben denedim, oldu.

Eluvium - The Motion Makes Me Last

Salı, Aralık 01, 2009

"I've gotta tell you what a state I'm in"


Bugün uzun süredir yapmadığım bir şey yaptım ve yazmam gereken yazıları yazdım ve hatta şu üzerinden üç ay geçen Moderat röportajını hazırladım. Son birkaç gündür üzerimdeki ölü toprağı attıysam ne ala.

Tam o ölü toprağı atmaktan bahsederken, tam şu ilk fotoğrafta görülen balonun yanında, beyaz binanın önündeki ufak, karavandan bozma açık hava mekanında defalarca dinlenmiş, hatta kulağımıza çalınmasıyla bizi yerimize çivileyen ve saatlerce aynı yerde oturtmuş, saatlerce konuşturmuş ve her nasılsa Prag'ın en güzel anlarını yaratmış albüm olan Coldplay'in Parachutes'u düştü aklıma. Şu anda bilmiyorum kaçıncı defa Parachutes dinliyorum ki bilgisayarda bile yokmuş bu albüm. Tamamen unutmuşum. Ama hype machine sağolsun, bana yardımcı oldu.

Bazı anlar var işte o gün saat 5'ten gece 1:30'a kadar aynı yerde oturacak kadar çok sevdiğiniz. O anı bozmamak için elinizden gelen her şeyi yaparsınız ama zaman öyle acımasızdır ki, mutlaka yapmanız gereken işlerin, üzerinize binen sorumluluklarınızın olduğu bir noktaya getirir sizi. Halbuki sizi bıraksalar o anda günler, aylarca orada, o anda kalırsınız veya çok güzel görünen o pastayı yemeyip yanında yatarsınız. Sonra A.C. bizi gelip olduğumuz yerden kaldırdı da, zamanı hatırladık, yaşamın tüm güzellikleri bir anda çöpe attıran kötü tarafını gördük. Ertesi gün erken kalkmak gerekiyordu. Röportajımı yazmam gerekiyordu. Heyecanımı bastırmam gerekiyordu. hayatımın en mutlu anları için kendimi hazırlamalıydım vs. Ama olsun işte. Coldplay'in Parachutes'u, A Rush of Blood to the Head'i ve Massive Attack'in Mezzanine'i o an o kadar şahaneydi ki. Sayısız insanın o nehir kıyısına gelmesi, çocukların nehre taş atması, sevgililerin başkalarına makinelerini verip fotoğraflarını çektirmesi, birbirleriyle öpüşmesi, çeşit çeşit su aracının turistleri gezdirmesi, çıkardıkları hırıltılı ses, arkamızdaki koca beyaz balona 15 dakikası 45 euro bayılan turistlerin 45 metre yükseklikten Prag'ı izleyişini izlememiz, rüzgar saçlarımı yüzüme doğru savururken gün batımını seyre dalmak, binaların üzerindeki güneşin son ışıklarının düşüşünü detaylarda görmek, iki saat bisikletle gezmenin ve akabinde sürekli olarak içilen Staro Pramen'lerin bacaklardaki yorgunluğu hafif bir sızıya çevirmesi... O günkü saat 17:00 - 01:30 arasını her hatırladığımda boğazımda bir şeyler düğümleniyor. Coldplay'in ve Massive Attack'in o albümleri yapmasının sebebi bizim o anları yaşamamızmış meğer.

Şimdi gerçekte (sanki o zamanlar hayalmiş gibi, şimdiki hayatıma, rutin olan duruma "gerçek" olarak refere etmek, "Reality Bites" adlı filmi çok ufakken izlemiş olmamla alakalı mıdır ki acaba?) aslında hiç de öyle anlar yaşamıyor oluşumun ağırlığı ara ara çöküyor üzerime. Bu da o anlardan biri herhalde. Bugün bu türden bir hissiyatı öğleden sonra da yaşamıştım. O zaman Dirty Projectors'ın Bitte Orca'sını dinleyerek durumu kurtarmıştım. Şimdi de öyle yaparsam, bu yazıyı daha fazla uzatmama gerek kalmayacak ki hiç de niyetim yok.

Hadi görüşürüz.