Cuma, Mart 19, 2010

Kira Kira - Bless

Huzur İzlanda'da diyorlar ya hani, doğru diyorlar sanırım. Şu videoyu izledikten sonra, en soğuğu sevmeyen, en Björk'ten nefret eden insanın bile Kristín Björk Kristjánsdóttir'in meleksi sesiyle can verdiği "múm" etkisi yaratan solo projesi Kira Kira'nın meftunu olup, yerleşmek değilse de en azından bir süreliğine oraların havasını suyunu tatmak isteyeceğinden eminim. 2006'daki Skotta ve 2009 başında çıkardığı ikinci albümü Our map to the Monster Olympics ile masal gibi albümlere imza atmış Kristín. Ben de birilerinin mixtapelerinde rastlamıştım bir iki sene önce kendisine. Meso Meso ile de birbirlerine benzetmiştim. Hatta Japon Kira Kira'sı Meso Meso'dur şeklinde yorumlara imza atmıştım. Hatta sonra bir bakmıştım ki Meso Meso'nun Kira Kira diye şarkısı bile var. Neyse kafaları daha çok karıştırmadan, bu bahsi kapayalım ve konumuza dönelim. Son albümden Bless için çekilmiş bu klip. Şarkı ayrı güzel, klip ayrı sevimli. Öyle.


Crystal Antlers - Little Sister

Crystal Antlers'la tanışmam şu anda olmak isteyebileceğim güzel bir yerde, harika bir Ağustos akşamında gerçekleşmişti. Şanslıydım zira böylesi hareketli ve sevimli bir grubu ilk kez canlı olarak dinlemek hoş bir deneyimdi. Sonra bu gece bu videolarına rastladım. Grup yeni çıkardıkları iki şarkısını bedava indirin diyor, benden söylemesi. Yine bol miktarda aniden bağırış çağırış, arka planda hiç bitmeyecek gibi süren uyumlu bir ses karmaşası. Keyboard'daki kızın o salınımları dünmüş gibi gözümün önünde, hala canlı.

"Sometimes I get overcharged, that's when you see sparks"

Yıllar geçiyor, ki aslında daha iki buçuk sene geçmiş, ben Young Folks'u dinlerken, Unfinished Sympathy'i dinlerken yaşadığıma benzer bir ruh haline daha da çok bürünüyorum. Zamanında bu şarkıyı bana dinletmek isteyen insanları, dinletmek istemeden, amaçsızca kulağıma çalınmasında emeği geçen alakasız insanı düşünüyorum. Sonra sabahın saat 8'inde bir arabanın camından sekerek gözüme gözüme giren saçma sabah ışığının görsel keskinliği ve hissel zayıflığı arasında yol alırken, içimi o soğukta ısıtan tek şey bugün bu şarkı oluyor. Hala her dinlediğimde kollarımı iki yana açıyor, havada salınıyormuşçasına gözlerimi kapatıp dans ettiğimi sanıyorum ama yaptığım şey danstan çok küçük bir çocuğun ritmsiz hareketlerine benziyor. Her dersten önce ve dersten sonra bir kez olmak üzere günde 10 doz alınabiliyor. Neyse ki bağımlılığım olan şarkıların içinde en tehlikesizi bu ve doz aşımı beklenmedik etkilere yol açmıyor. "Idiot, slow down, slow down."

Efendim, son zamanlarda üzerime iyiden iyiye çöken bu rehavetin sonu nereye varacak ben de bilemiyorum. Bir yandan hissettiklerimi o ana hissedip tüketiyor olmanın verdiği boşluklar beni rahatlatırken bir yandan da buraya aktardığım ve aktaracağım şeyleri sadece his ile sınırlandırmış olduğum düşüncesi sinirlerimi hoplatmaya yetmekte. Geçen gün de birisinin hafıza kaybı yaşayan insanların kendileriyle ilgili hiçbir şey hatırlamamaları ve huylarını, kişiliklerini kaybetmelerini eninde sonunda ruh denen şeyin olmadığı sonucuna bağlaması o anda sabahın 10'a 10 kalasında suratımda anlamsız bir ifadeye yol açtı zaten. Hiçbir şey demedim. Öylece tatminsiz bi ifade ile suratına baktım durdum adamın. Bu ara öylesine surata bakmalara doyamıyorum. "My mind is going. There is no question about it. I can feel it. I can feel it. I can feel it. I'm a..fraid."

Yeni müzikler dinleyeceğim günlerin yakında olduğunu düşünüyor ve fakat zamanını kestiremiyorum. Çok da umurumda değil gibi bir tavır içerisindeyim müziğe karşı. Tembellik yapmaya çok alıştım zaten. Reader'ım iyice çöplüğe döndü. Canım sıkıldığında açıp bir iki bir şey okuyorum, paylaşıyorum. Onun dışında birkaç item'a baktıktan sonra +1000 olanlara yukarıdaki panelden "mark all as read" diyerek, üzerimdeki yükü hafifletiyorum. İyi oluyor tavsiye ederim.

"x 80lerde bitti", "y 90larda bitti" diyen insanlardan ise hiç hazzetmiyorum. Kendisini olduğu ana uydurmayınca, zamanında uydurabildiği anlara kendini kapamış insanların tüm dünyayı da o zaman dilimlerine hapsetmesinde hiçbir ulvilik, hiçbir akılcılık göremiyorum. 90lardaki müziği hiçbir müziğe değişememem ve değişemeyecek olduğumu düşünmem bile bana "Müzik 90larda bitti" dedirtmiyorsa, hiç kimse böyle cümleler kurmamalı, bir şeyleri böyle tanımlayıp, sınırlamamalı bence. Bence tabii. En nihayetinde annesine göre liberal, sevgilisine göre faşist, pek de omurgalı görünmeyen bir insanım.

Neyse, aslında esas soru şu: Yarına nereye gitsem, D.'a doğum günü hediyesi ne alsam? Bu da zaten benim gibi tam da ayağının altındaki yer sallanmadıkça dünya umurunda olmayan birinin derdi olabilirdi ve dünyadaki tüm sorunlardan bu ara seçe seçe bunları seçtim kendime. Ha bir de kulaklıklarımı tamire götürmem lazım ki inanmayabilirsiniz ama bu, yazıyı yazma sebebimdi. Hatırladığım iyi oldu. "You ask me where the hell I'm going at thousand feet per second?"

Pazar, Mart 07, 2010

Düş, ışık, dağ

Mark Linkous intihar etmiş. Ben de sabah sabah düşler kurdum bir dağın göbeğinde, ışıklı, parıltılı yıllar diledim onun için başka bir yerde.

Sadece şarkılarıyla üzüntüme ortak olabileceğini düşünürdüm de üzüntümün kaynağı olacağını düşünmezdim. Üzüldüm. Çok.

Salı, Mart 02, 2010

Thom Yorke - Give Up the Ghost

"I've been told to give up the ghost, in your arms, in your arms" demiş ve bu zamanlarıma ne güzel fon müziği yapmış Thom. Her zamanki gibi çok düşünceli.