Björk'un son videosunu birkaç kez açıp izledim ben 22 dakika önce geride bırakmış olduğumuz Çarşamba gününde. Bir tanesinde cidden oturdum izledim, diğerlerinde ise ara ara göz attım, o orada kendi halinde seyrederken, ben kendi işimi yaptım. Her izleyişimde de Björk bu klibi iyi ki Michel Gondry'e bırakmamış dedim. Yine antin kuntin işlerini, artık izleyip bıktığım, kendine göre naif buluşlarını sıkıştırırdı ve bu Björk gibi her yaptığı işte kendini yenileyen ve aşmaya çalışan bir kadına hiç uymazdı diye düşünmekteyim.
Peki benim gibi The Science of Sleep'sever bir kişi ne oldu da Michel Gondry için böyle şeyler söyleyebiliyor? Aslında her şey geçen gün A.'un bana, şu buraya da koymuş olduğum ayakkabılı film sahnesiyle pek bir sevmiş olduğum Miranda July'nin bir kısa filmini göndermesiyle başladı. İzledim. İzledim... Ama nedense bir şeye benzetemedim. Hemen buraya da koyayım bir izleyin. Sonra konumuza dönelim.
Şimdi ilk başlarda hepimizin hoşuna gidiyordu değil mi, bu kadar teknoloji içinde yaşarken bir anda çocukluğumuzdaki basit oyuncaklara benzer hayallerin içinde kendimizi bulmak. Sonra bu oyuncaklarla tekrar çocuk olduğumuz bir hayalin içine bir iki saatliğine filmlerle dalabilmek büyük bir lüks. Eternal Sunshine of The Spotless Mind'ı ilk izlediğiniz anı bir düşünün. O filmdeki her imge nostaljikti sanırım. Karakterlerin içinde bulunduğu durumdan tutun da kullanılan objelere kadar hepsinde çocuk oyununa benzer bir şeyler vardı. Aslında o sıralarda çok etkilenebileceğim halde bu film bana bir şekilde itici gelmişti ama neyse... Sonra The Sciene of Sleep'i izlediniz. Arada bir de Miranda July'nin naif sahnelerle dolu Me And You And Everyone We Know'u vardı. The Science of Sleep'te isminin aksine bilimin dokunmadığı, tamamen işçilik dolu olan o sahneler hepimizi o saf tarafımızdan yakalamıştı.
Bunlardan önce ise Gondry'nin en belirgin işleri yine Human Behaviour, Army of Me, Hyperballad, Jóga ve Bachelorette klipleriydi. Sonra da Knives Out vardı ki o klibi de çok sevmiştim bazı yerlerini yine eski kliplerine benzetmiş olsam da. Hepsini delice sevmiştik. Neden? Çünkü teknolojinin ve içinde veya üzerinde insan dokunuşunun olmadığı her şeyin yüceltildiği dönemlerde, teknolojiyi de kullanarak içindeki her şeyin üzerinde parmak izlerinin göründüğü işlerdi hepsi de. Kıyıda köşede kalmış ve unutulmuş insan deneyimlerini izlediğimiz bu filmlerde bilgisayar programları sadece o parmak izlerini daha belirgin hale getirmek için kullanılmıştı sanki.
Ama ne zaman ki Declare Independence'ın klibini izledim, o zaman farkettim ki artık Gondry'nin dehası olarak nitelendirilebilecek o çocuksu oyuncak keşifleri artık beni etkilememeye başlamış. Her bir yanı saran iplerin her birinin ucunun Björk'un önünde duran insanlara bağlı olması, sonra Björk'un özgürlüğünüzü ilan edin diye insanları uyandırmaya çalışırken hoparlörden çıkan bu iplerle bu insanları etkilemesi beni zerre kadar etkilemedi. Halbuki benim kafamda bu şarkıyı dinlerken ne güzel klipler çekilmişti. Şarkıyı alacalı bulacalı renklerle dolu bir görüntünün üzerine koysalardı daha bile güzel, daha bile etkileyici olurdu. Şarkı zaten yeteri kadar mesaj bağırıyor; o klibe hiç gerek yoktu bana göre ki hala aynı şeyleri düşünüyorum. Yani artık ipliklerle, oyuncaklarla bir jenerasyona kendini sevdirmiş bu adamın artık bu Fransız naivetésinden sıyrılması lazım diye düşünüyordum açıkçası. Akıllı olduğunu kanıtlayan bir ton yaratıcı iş yapmışken hala aynı şeyleri üretiyor olmak ona batmalıydı ben burada onun işlerinden çoktan sıkılmışken diye düşünmüştüm. Hala da öyle düşünürüm.
Her neyse, July ise yine aynı nedenden bu filmini izlediğimde sinirlendiğim bir başka yaratıcı insan. Evet bir insanın her işinden aynı yaratıcılığı ve zekayı beklemek yanlış ama bu kadar da umarsız olmamalı insan sanki. Bir bakıyorum bu kadın güzel işlerinden sonra artık düğme yapımına soyunmuş ve düğmeleri de tuzdan, ondan bundan yapıyor. Belki eğleniyordur kendi bunları yaparken ki eminim eğlendiğine ama artık salt büyülü bir gerçeklikle insanları etkilemeye çalışırken yaptıklarıyla saçmalıyor diye düşünüyorum. İçinde zeka gıdıklayıcı hiçbir şey yokken düğmeyi tuzdan yapsan ne olur, çataldan yapsan ne olur ki bu insanların bu ufak şeylerden heyecan yaratmaya çalışmaları, basitleşeceğim ve daha derin olacağım derken içi bomboş filmler, klipler çekiyor olmaları beni epey sinirlendiriyor.
Anlıyorum diğer yandan da. Uzun mesafe koşucuları adımlarını ufak ufak atarlar ve yavaş koşarlar ki sonraya nefesleri ve enerjileri kalsın. Bu insanlar ise öyle çıkışlar yaptı ki bu alanda, ilk seferde bir anda, çıkmaları gereken merdivenlerin yarısını aldılar sanki. Bu noktada yaratıcılıklarını çıkış kaynaklarını tekrarlayarak tüketmelerinin de bir anlamı yok ama. Yani eğer artık eskisi kadar değişik bir şeyler gelmiyorsa aklına, hayalgücün eskisi kadar etraflıca kurgular yaratamıyorsa hiçbir şey yapma; yapıyorsan da ortaya "Bunu ben yaptım" diye atma bir anda; otur evinde sıkılana kadar izle -ki eminim ki oturup iki defa izleseler sıkılmalarına yetecek de artacaktır . Yoksa bu şekilde onları seven ve takdir eden benim gibi bir sürü insanı, filmlerini izlerken enayi yerine koyulmuş hissine sürüklerler ki bana öyle oluyor sıkça bir süredir.
Bu yazdıklarımı müziğe uyguladığımızda ise bu zamana kadar başarılı olan sanatçıların neden başarılı olduklarını anlayabiliriz sanırım. İlk aklıma gelen Radiohead ve Björk, ilk çıktıklarında nasıl müzik yapıyorlardı şimdi nasıl müzik yapıyorlar diye düşününce bu sanatçıların aslında zaman zaman tökezlediğini, beğenilmediğini, yerden yere vurulduklarını ama daha sonra risk ala ala oldukları hale geldiklerini ve oldukları yerlerde yanlarında başka tek bir sanatçıya bile yer olmadığını görebiliriz. Sırf risk alabildikleri, bir önceki albümlerinde onlara tapan insan kitlelerini kendilerine bağımlı kılmak ve kendi ceplerini doldurmak için aynı tür müzikle bir sonraki albümlerini doldurup dinleyicilerini manipule etmedikleri için daha da çok saygı duyuyoruz kendilerine sanırım. Sonuçta yaptıkları müziklerin çeşitliliği onların gelişimlerinden ve değişimlerinden kaynaklanıyor ise, onları dinleyenlere gösterdikleri saygı değiştikleri ve dönüştükleri halleriyle bir sonraki sefere hem onları zaten dinliyor hem de henüz dinlememiş olanları da kendi noktalarına çekebilmeye çalışmalarından rahatlıkla anlaşılabilir. Ve işte aynı nedenden, yaratıcıyım diye ortaya çıkıp kitleleri kendine hayran bırakan ve beklenti içine sokan bu tür sanatçılar artık kendilerini geliştirip başka şeylere dönüştürmedikçe hiçbir şey yapmasınlar.
Marjinal fayda denen bir şey var, birileri çıkıp söylesin şunlara yoksa Coldplay olup çıkarlar, haberleri yok.
sesli meram 484 -- հանգուցավոր
19 saat önce
1 saçmalayan daha çıktı:
başlık çok yerinde olmuş evet "marjinal fayda"... tam bi tüccar gibi yazmışsın...herşeyi bu kadar çabuk tüketuyo olmamız yine/hala çok yazık bence.
her konu hakkında sölicek bi boku olan oscar wilde'in bi lafı aklıma geldi "Fashion is a form of ugliness so intolerable that we have to alter it every six months"
evet jenerasyonumuz mudur, 2008 midir, tam ne zaman başlamıştır bilmem ama herşeye "moda" muamelesi yapıyoruz, herşeye ürün muamelesi yapıyoruz. ürün lafi burda tamamen fabrikadan çıkan şampuan şişesi anlamında kullandığım bişiii.
herşeyin üstünde "yeni yeni yepyeni" yazması gerekiyo. 10 sene önceki gözlüklere nası herkes bi tarafıyla gülüyosa herkes artık herşeye o hızda gülmek istiyo.
herkes madonna olmak zorunda, 6ay içinde saçını değiştirmese kıçını değiştirmek zorunda. neden peki? reklamları sağlam olsun diye.
yaratıcı insanları onların bakış açısından değil onları pazarlayanların bakış açısından "takip eder" olduk. insanlar da "moda" oldu çünkü, klipler de, filmler de.
herşey "eskimek" denen bi sürece giriyo, ve bu süreç her geçen gün hızlanıyo, her geçen gün en eskimiicek gibi görünen şeye ilk "tu kaka" diyen kazanıyo vede söz konusu "ürün"ü parçalayarak.
3ayda bir yeni cep telefonu almak gibi bişi işte bu da.
orda gondry 20inci yuzyılın en en başından beri varolan aslında "klasik" denebilecek bi anlayışla bişiler üretiyo, üstüne kendi özel ritmik anlayışını oturtmasi "aman tanrim ne de yaratıcı" etiketini kazanıyo, bunun sonucunda kocaman bi ün/saygı/itibar yapıyo ama bu da televizyon karşısında oturunca her kanalda en fazla 4saniye duran zap delisi şımarık çocuklar dünyasını bikaç seneden fazla oyalayamıyo.
nedir derdimiz bilmiyorum, ama bişilere hastalıklı yaklaşıyoruz sanırım, rahatsızız sanırım, çünkü herşeyden bu kadar kolay sıkılıyorsak ya bizde bi boşluk var yada herşey "moda".
Yorum Gönder