Pazar, Kasım 16, 2008

"Yerçekimi"


Çok eğleniyorum bazen. Bazı insanların yapmaya çalıştığı şeyleri görmek ve üstüne kahkaha atmak pek keyifli oluyor özellikle de hayatımda hiçbir şeyin bana değmediği bugünlerde.

"-Keşke daha hızlı koşmayı öğrenebilsen. Hep seni beklemek zorunda kalıyorum.
Dagny neşeyle, "Bekleyecek misin beni?" diye sordu.
O da gülümseyerek "Her zaman," diye karşılık verdi."

Ayn Rand okumaya başladığım andan itibaren kendimi, her şeyin pek neden-sonuç ilişkisi (iki sözcük arasındaki o çizgi onların birbirleriyle olan bağını ne kadar güzel açıklamakta) içinde göründüğü, saf rasyonel olduğum, fonksiyonu olmayan hiçbir şeyin hayatıma giremediği adeta bir Bauhaus öğrencisi tadında yaşadığım birkaç (5-6) yıl öncesindeki halimle kıyaslıyorum. Karakterlerin birbirleriyle yaşadığı diyaloglar, özellikle de Dagny'nin buzlar kraliçesi görüntüsü ve metalik keskin tonlara sahip davranışlarındaki sadeliği, sonrasında yukarıda alıntıladığım zamanlardaki tavırları ve daha sonra yaşadığı hayalkırıklığı o zamanlardaki ben ile o kadar örtüşüyor ki, demek ki bir süre daha o şekilde yaşasaymışım öyle bir kadın olup çıkacakmışım diyorum. İyi veya kötü mü olurdu diye düşünmüyorum bile; "kendiliğinden ve doğal" görünüyor çünkü her şey bana.

Bir de bu kadar zaman kurgu okumadan yaşayıp, hatta kurgu okumayı tam o dönemde bırakıp bu zamana kadar beklemiş olmam ve bu bekleyiş esnasında o rasyonel halimi hayatımda eskisi kadar pratiğe dökmüyor oluşum sonrasında da tam artık hayatta her şeyin olabileceğine inancım tamken, herkese çok rahat bir koltuktan, kenarsız köşesiz ve her sözümün bir öncekini erittiği ahkamlar(!) keserken bu kitapla kurgu yolculuğuma başlamam pek ilginç geliyor bana. Bir zamanlar yazdığım gibi, tam da ayak bastığım yere aşina olmaya başlamışken, bir estet olmamama rağmen o yerden alınacak hazzı ve faydayı ortalarda bir yerde yarıda kesip tam tersi bir yere zıplayabiliyor oluşumdan, bu alışık olduğum bir davranışın sonucu aslında. Tam da beklenen şey yani.

Geçende de bahsettiğim o eski zamanlardan beri beni tanıyan bir arkadaşım bu kitabı okurken "Ö. Dagny'i okurken neler hissedecek acaba" diye düşündüğünü ve kitap bittikten sonra bu karakterle karşılaşmamın sonucunu merakla bekliyor olduğunu söyledi. Açıkçası ben de aynı merakı duymaktayım. Hiçbir zaman öyle bir kadın olmadım, olmayacağım da. Ama aynı kaynaktan besleniyor olduğumuz kesin. Kitabın henüz 300lü sayfalarındayım ama olumlu hisler içindeyim. Sanki kapattığım bir kapıyı açtım ve oraya kaldırdığım tüm hisleri ve düşünceleri yeniden hayatıma buyur etmişim gibi gelmekte bana. Orada burada otururken, şehirde dolanırken, bir yerden bir yere giderken, yatağımda uyumadan önce, sürekli aklımda kitap karakterlerini, uzuuunca bir süredir kimsenin, hatta kendimin bile girmediği o odada saklı kalarak tozlanan bu his ve düşüncelerle çarpıştırıyorum. Ortaya çıkan sonuçların kıvılcımları, bazen gidiyor veya üzerinde duruyor olduğum yolu ve bazen de ilerisini aydınlatıyor. Çoktandır bu kadar alakasız his ve düşünce pratikleri yapmamış olan ben, artık yapıyor olduğum konuşmaları bir anda kesiyorum ve gözlerimi bir yere dikmiş içimdeki kış temizliğinin bende yarattığı dingin mutluluğu hissetmenin huzuru içinde buluyorum kendimi. Hastalıklarımın başkaları tarafından bana eklemlendirilmiş ve bulaştırılmış olan saçmalıklar olduğunu görüyorum. Bağışıklık sistemini zayıflatan hiçbir şeyi hayatıma almamak için kendi kendime sözler vermeme gerek kalmıyor; zaten almayacağımı biliyorum. Eskiden suratıma biri hapşırsa ona yüzümü dönüyormuşum; bunu görüp şapşallığıma şaşırıyorum. Şaşkınlığı atlatıp, greyfurt suyu niyetine kitabıma dönüyorum.

İlk kez içinde olduğum döngüden memnunum ve iyiyim.

0 saçmalayan daha çıktı: